29 Temmuz 2011 Cuma

Ahlâkın İkinci Aşaması


Lawrance Kohlberg'in Ahlâk Gelişim Kuramı'nı örnek verdiği Heinz'ın İkilemi üzerinden tartışmak... Belki buradan bizdeki ahlâk seviyesi hakkında da birkaç lâf etme imkânı doğar. Belki değil, sözü oraya getireceğim kesin.




Önce Heinz'ın İkilemi; Heinz'ı doğru bir konumda algılayıp algılamadığımızı göstereceği için aslında hepimizin ikilemi. Çünkü Kohlberg'in verdiği örnekte Heinz bir eylem adamı, kararını veriyor ve eylemini sonlandırıyor. Kohlberg hikâyesini anlatmış ve bize Heinz'ın yaptığını doğru bulup bulmadığımızı sormuş. Ama Kohlberg'in ilgilendiği bizim ilk başta söylediğimiz doğru veya yanlış buluyorum şeklindeki cevabımız değil. Asıl soru 'Neden?' Neden sorusuna vereceğimiz cevap bizim hangi ahlâk aşamasında olduğumuzu belirleyecek. Öyle ya Heinz'ın yaptığını neden doğru veya yanlış buluyorduk? Neydi Heinz'ın ikilemi:

"Heinz'ın çok sevdiği karısı ölümcül hastadır. Birçok tedavi denenmiş ama fayda etmemiştir, hasta yatağında ölümü beklemektedir. Aynı yerde yaşayan bir eczacı Heinz'ın karısını iyileştirecek ilâcı o sıralarda bulmuştur. Eczacı ilâç için 2000 dolar fiyat biçmiştir. Heinz eşinden dostundan zar zor ancak 1000 dolar toplar ve eczacıya gider, karısının ölmek üzere olduğunu şimdilik elinde olan 1000 doları kabul etmesini ve kalan borcunu da sonra ödeyeceğini söyler. Eczacı her tür pazarlığa kapalıdır, 2000 doları peşin ister. Her yolu deneyen Heinz çaresizdir, eczanenin camını kırar ve ilâcı çalar. Siz Heinz'ın yaptığını doğru buluyor musunuz? Sizce ne yapmalıydı? Neden?"

Kohlberg neden sorusuna verilen cevaplara göre altı ahlâk aşaması belirler. Altıncı aşama ahlâkı evrenselliği içinde düşünebilme yetisine ayrılmıştır. Mesela, Heinz ilâcı çalmalıdır diyen biri, gerekçesini adaletin yasadan üstün olmasıyla açıklıyorsa ve adalet ve yasa kavramlarını teorik düzeyde tokuşturuyorsa nirvanaya ulaşmış demektir.

Bana göre ahlâk, Heinz'ın düştüğü pozisyon gereği değil toplumun Heinz karşısında aldığı pozisyon gereği içtihat dışı bir bakışa da ihtiyaç duymalıydı. Bunun için de elinizde bir değil, iki kavram olması gerekirdi. İkinci kavram etiktir.

Acaba Heinz'ın ikilemini, ahlâk ve etik ikilemine taşıyabilir miyiz?

Ama önce Kohlberg'in ahlâk aşamalarından birini bizdeki seçimlerle de ilişkilendirilebilecek şekilde örnekleyelim ve bu kuramın nerede tıkandığını bulalım:

Şehrin birinde seçime katılan bir yönetici adayının servetini yolsuzluklarla elde ettiği herkes tarafından biliniyor. Onu seçecek muhtemel çoğunluğun değişik mensupları yandaşlıklarını şöyle açıklıyor: 'Evet o bir hırsız, ama kim değil ki!' 'Hırsız ama, hizmet etmesini de biliyor.' 'Hırsız ama, benden çalmıyor.' vb. Kohlberg'e göre böyle bir akıl yürütme ahlâkın 2. aşaması olan, 'Araçsal İlişkiler Eğilimi'ne tekabül etmektedir. Heinz örneğinde, çalmalıdır çünkü, karısını sevdiğini ancak böyle ispatlayabilir, veya çalmamalıdır çünkü karısının ilâcı kullanıp yaşayacağı garanti değildir, üstelik Heinz cezaevine düşeceğinden karısına bakacak kimse kalmayacaktır, belki de karısı sırf bu yüzden asla iyileşemeyecektir diyenler bu 2. aşamada konaklamaktadır.

Halbuki bu gerekçeyi çürütmek çok basittir: Herkes sevgisini birincideki gibi ispat yoluna gitseydi toplumun hali nice olurdu? Veya herkes ikincideki gibi pasifist bir savunmaya düşseydi her türlü yakınlık nasıl ayakta duracaktı?

Heinz ve hırsız yönetici adayının birbiriyle karşılaştıramayacağımız konum farkını göz ardı ederek 2. aşamanın, çoğunluğun (toplumun) ahlâki mutabakatını gerçekleştiren kaba akla denk geldiğini söyleyebiliriz. Bunun pedagojik tezahürü, 'Parayı veren düdüğü çalar.' ahlakıdır.

Ahlâkın 2. aşaması eylemi değil, eylemin gerekçesini açıklayan insanı son derece  pragmatik bir karara yönlendirir. Kararın olumlu veya olumsuz oluşu kâr zarar mantığına göre işler. Çocukta kârı kendine yontmak kararını vermede birinci etmenken, toplumsal bir aidiyette de o grubun çıkarını kollamak temeldir.

Kohlberg'in Heinz ikilemi, bizi sadece Heinz'ın kararı üzerinde düşünmekle hileli biçimde sınırlamıştır. Heinz kendisine dayatılan dürüst vatandaş olma düsturuyla gidebileceği yere kadar gider, ama kavramı ve ikilemi doğuran sorunu kendi içinde tartışmaz. Riski kabullenir ve olduğu gibi göze alır. Biz onu yargılayacağız.. peki neye göre?

Adalet mi? Peki adalet nasıl bir kavram?..

İşte tam da burada ahlâk ile etik arasındaki düello başlıyor.

Hacıyatmaz bir konu... aklımın bir yerinde mayalanıp duruyor..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder