19 Temmuz 2011 Salı

Kadınlara Kitap Veren Adam






                                           La Liseuse Jean-Honoré Fragonard (1776)



'Kadınlara Kitap Veren Adam...' Yazacağım kitabın adı bu olacak .

Adamı tanıyorum. Bana benziyor. Üzerinde biraz daha oynayıp benzerlikleri artıracağım. Zaten benzerlikten başlayacağım, gerisi çorap söküğü gibi gelecek.

Hiç şüphesiz atak bir adam değil. Ben de öyleyim. Ama pısırık da değil.  Ben pısırık sayılırım. Bu noktada adamdan ayrılıyorum; bende beklemek esastır, diğerinin harekete geçmesini beklemek değil de kendi vazgeçişimi beklemek.. Neyse neyse kendimi anlatacak değilim, yani benzerlik söz konusuysa kendimden de söz ediyorum demektir. Ama siz bunu nereden bileceksiniz?

Benim için (yani adam için de) kitap okuyan kadınla pistte dans eden kadın aynı çekiciliktedir. Dans nasıl bedenin erotik olanaklarını ortaya çıkarırsa, kitap okumak da kadının kafasından geçen muzırlığı dışa vurur. Herkes anlamaz bunu. Adama öyle geliyor ki, kadın kitap okurken, kitapta yazılanları yaşar. Kitapta geçenleri hayalgücüyle yeniden yaratma yeteneğinden söz etmiyorum, sözünü etmek istediğim kadın ne okursa okusun eğretilemeyle yazılanları kendine yontar. Yani kendisini yaşar. Bakın yine iyi ifade edebildiğimi sanmıyorum, bir kez daha: Kitap okuyan kadın hayalgücünü değil, eğretileme yeteneğini kullanır. Hangisi daha üstündür derseniz, adamla burada benzerliğimizin olmadığını baştan belirterek, sadece adamın görüşüyle yetineceğim: Adam kadınların eğretileme yeteneğini küçümsüyor.

Ama daha önce kitap okuyan kadının, okuduğu kitabı fotojenik istilası...

Kitap okuyan kadının yüzü sizi kendine bakmaya davet eder. Pardon yanlış anlaşılmasın, kadın kendine baktırmak için okumaz kitabı; demek istediğim kadın kitabına gömülmüş haldeyken bakan kişiyi bir ön gerginlikten kurtarmış olur. O kitabı okur, kafasından bir şeyler geçer.. ne geçerse geçsin, önemli olan kendisine bakanı kontrol etmeyişidir. Hani elinde iğne sökük diken kadınlar vardır, biraz gözlerinin iyi görmeyişinden, biraz da kafalarının demin kocalarından duyduğu takazaya takılmasından, bütün dikkatleri oradadır, yüzleri de orada. Sanki söküğün arkasında biriyle dertleşir gibidirler.
Kitap okuyan kadın kocasını, sevgilisini aldatır. Pardon... lütfen yanlış anlaşılmasın, önce ya da sonra aldatmayı kastetmiyorum.. o anda kitap okurken aldatır. Kitap okuyan kadın 'Benim başım kel mi?' der.. 'Hadi bana müsaade,' der.. 'Benden günah gitti,' der.. 'Ne olacaksa olsun,' der.. 'Kuru kuruya gitmiyor,' der.. 'Bir yaşıma daha girdim,' der... Plajda kitap okuyan kadınları gözünüzün önüne getirin: Sırt üstü uzanmış, başının altına bir yükselti koymuş, bir bacağını dizinden kırmış.. ya da yüz üstü uzanmış, yerden kaldırdığı ayaklarını kalçasına yakın birbirine kenetlemiş, ileri geri sallıyor, okuyuşuna tempo tutuyor.


Adam, bir öğle sonrası Cerrahpaşa'dan Taksim'e gidiyordu.

Aksaray'dan bir Kadın bindi otobüse, ön tarafta adamın sağ çaprazındaki koltuğa, yaşlı bir kadının yanına oturdu. Dışarıdaki yağmur, Kadının saçlarını ıslatmıştı, birbirine yapışmış kızıla çalan, uzun lüle saçlarını eliyle yakası kalkık siyah montunun omuzlarına saçtı. Nemli oval alnı parlıyordu; alnın parlaklığı.. sanki parlaklık ışığın yansıma özelliği değil de Kadının alnının bir boyutuydu. Yüzünü tam göremiyordu. Ah bir dönseydi ya! Kadın eğildi çantasından bir kitap çıkardı. Kitabın kapağı göründü kayboldu birden. Ne okuyordu? Bisikletçiler Çarşısında Kadının yanında oturan yaşlı kadın indi. Kadın cam tarafına sıçradı. Adam Kadının bu sıçramasındaki sevinci arkadan gördü..  koltuğu sahiplenme sevinci.. mekânda köşeyi kapma sevinci... Duraktan birkaç kişi bindi, biri Kadının yanına oturacak gibi oldu ama oturmadı.

Kitap okuyan kadın yalnızlığından hoşnuttur, bu yalnız hoşnutluk iter insanları; antipatik bir itme değil de bir mesafe itmesi.. insanların bunu sezmeleri (yoksa uyum göstermeleri mi desem?) ilginçtir. İlginçtir yani...

Adam Kadının yanının bir sonraki durağa kadar boş kalacağını hesaplıyordu. Nasıl da rahattı kadın.., dizlerini önündeki koltuğun arkalığına dayarken, koltuğunda biraz daha aşağı kaydı kendini küçülttü, sanki uzun bir yolculuğa çıkmıştı. Elinin tersiyle camın buğusunu sildi, dışarı baktı, saçıyla oynadı.. kitap bir eliyle boşta, yüzü dışarıda.. alnı kayboldu. 

Otobüs Saraçhane'nin altından geçerken Adam Kadının yanına oturdu. Adamımızdan hiç beklemeyeceğimiz bir hareket. Baştan söylemiştim atak bir adam olmadığını, ama o an cesareti mizacı gibi işledi. Neden olmasın? İstanbul’da tanınmamanın verdiği güvence çoklu mizacın da güvencesi değil mi? Büyük şehirde kendinizi hiç tanınmadığınız insanların önünde geçici bir süre idealize edebilirsiniz. Büyük şehrin büyüklüğü de buradan gelir zaten.

Kadın adamın yanına oturmasından ötürü toparlanırken kitabın kapağını biraz yukarı doğru kaldırdı… Hah şimdi gördü...

Kadının burnunun kenarından gözaltlarına doğru belli belirsiz çilleri vardı. Alnı ışık saçıyordu. Ama adamın gözlerini alamadığı yer kadının burun deliklerinin açıkta kalmış iç çeperiydi. Kesik kesik kadının yüzüne baktı, her seferinde gözleri kadının burun deliğine takıldı. Kaç yaşındaydı?.. otuz otuz beş… Evli miydi? parmağında yüzük yok. 

"Bulantı'yı okuyorsunuz." dedi Adam.

Kadın yarım bir bakış atarak kafasını salladı.

"Sartre'ı severim.. bu kitabını da..." dedi Adam.

Kız kitaptan başını kaldırmadı, adamın söylediklerine yeniden kafasını sallayarak ve aşağıdan yukarı yumuşak bir bakışla karşılık verdi.

"Ooo.." dedi Adam, "Kitabın sonuna gelmişsiniz."

Taksim'e kadar başka bir konuşma olmadı. Adam ön kapıdan indi, metro girişine doğru yürüdü, elleri montunun cebinde, başı önde, ama yavaşça; yağmur karşısında bu hali onu avare ve yenik gösteriyordu. Metro girişinde bir adam okuma lâmbası satıyordu,  merdivenden yana çekildi adamın bir müşteriye lâmbanın nasıl çalıştığını anlatışını dinlerken, gözü meydanda Kadını aradı. Biraz önce yan yana oturduğu Kadını, her şeyini, ama belki de her şeyini anlatabileceği Kadın birden yok olmuştu işte. ‘Beni tanısaydı severdi…’ İnsanın hayıflanmasıyla hüznü arasında tuhaf bir ilişki var, duyguların duruma göre birinin bitip diğerinin başlamasıyla ilgili değil de birbirine dönüşmesiyle anlaşılabilecek bir ilişki…

Adam, İstiklâl Caddesi'ne doğru yürüyen Kadını gördü. Müsaade etse, yani kafasını başka bir yere çevirse Kadın kalabalığa karışıp yok olacaktı.

Yağmur çiseliyordu. İnsanlar kararlarını çabuk vermek için bundan yararlanır.

Adam kalabalığı çalımlayarak Fransız Kültür Merkezinin önünde Kadının yanına ulaştı.


Kitap hâlâ elindeydi, ama bu sefer bir gazete kâğıdına sarılı.

"Merhaba."

"Merhaba." dedi Kadın.


"Biliyor musunuz, kitaptan bir bölümü hatırladım, son sayfalara doğruydu galiba, kafama takıldı tam ne olduğunu hatırlayamıyorum ama bir parkta.. romanın kahramanı.. neydi adı?"

"Roquentin.. Antoine Roquentin." dedi Kadın.

"Evet.. evet Roquentin... Roquentin bir parkta otururken bir at kestanesi görür.. ve bu kestane karşısında uzun uzun kendini sorgular. Defalarca okumuştum o bölümü."

Kadın güldü. Gülünce çilleri de güldü.

"Otobüste o bölümü okuyordum," dedi.

Hayret, birlikte yürüyorlardı, yol aşağıya doğru akıp gidiyordu işte; gerçekte yolda böyle bir eğim var mıydı?



Sonra bir ara sokakta yeşil çuhalı bir kahvehaneye otururlar, çay söylerler ve kitabın o bölümünü açarlar. Kadın, kitaptan yavaş yavaş okumaya başlar:

"Evet demin parktaydım. Kestane ağacının kökü tam benim kanepenin altında toprağa dalıyordu. Bunun bir kök olduğunu anımsamıyordum artık. Sözler ve onların yanı sıra nesnelerin anlamları, kullanılış biçimleri, onların yüzeylerine insanların çizdikleri hafif nirengiler de silinip gitmişti. Biraz kamburum çıkık, başım önüme eğik, bu tümüyle kaba-saba, kara ve boğumlu yığının karşısına tek başıma oturmuştum. Sonra o şey doğdu içime.

"Soluğumu kesti bu. Bu son günlerden önce 'varoluşun' ne anlama geldiğini hiçbir zaman sezmemiştim. Ben de ötekiler gibiydim, baharlık urbalarını giyip deniz kıyısında gezinenler gibi. Ben de onlar gibi: 'Deniz yeşil'dir; Havadaki şu ak nokta bir martı'dır diyordum ama, bunların varolduklarını martının 'varolan martı' olduğunu hissetmiyordum. Varoluş ötedenberi gizlenir. Karşımızda, çevremizde, içimizdedir, o biziz'dir, insan ondan sözetmeksizin iki lâf edemez ve sonunda da ona erişilemez..."

"Dur şimdi," diye Adam Kızı susturdu. "Bana bak," dedi. "Kafanda yorumlamadan, sadece varlığımı hissederek bak.. ben de sana öyle bakacağım.. Lütfen.. şu 'lütfen'i de iptal edelim..."


Kadınlara Kitap Veren Adam… Bu hikâye bir şekilde devam edecek…

1 yorum:

  1. varlık müphemdir, kişiliği süzdükten sonraki saf eriyik, yeniden süzülecektir. yalnız bir farkla bu defa yeni madde yeniden üretilecek yeniden gelişecek vs. peki ya varlık? nasıl da ruhu belirtiyor bu müphem kavram! bulantı'nın varlıktan "ayrılan" atmosferini hatırlattınız bana.. kitabı merakla bekliyorum hocam. varlığınıza sağlık :)

    YanıtlaSil