12 Temmuz 2011 Salı

Metroanaliz


Dördüncü Levent'te metroya doğru ilerlerken kalabalığın keşmekeşi... kimse doğru bir yön tutturamıyor; kesişmeler, sürtünmeler, viraj almalar, tökezlemeler. Elim ayağıma dolaşıyor. Bir geçiş durağı burası. Buna bir süre otobüsle yolculuk yapıp, birden yürümeye başlamanın sendeleyici etkisini de ekleyin.

Yere sağlam basamıyorum, otobüs durağıyla metro girişi arasındaki on, on beş metrelik mesafede ille birileriyle çarpışmasam olmaz, ağzımın kıyısında 'pardon' hazır tutuyorum. Acelesi olanların vücut çalımları baş döndürücü. Sanki herkes bu keşmekeşi bir an önce terk etmek için metroya yönelmekte. Sanki keşmekeş, keşmekeşi bizzat üzerinde taşıyan bu kalabalığın gadri değil.

Kalabalık merdivenlerden alt kattaki sahanlığa inince birden sadece mekanik seslerin duyulduğu bir sessizlik. Herkesin sözleşmiş gibi riayet ettiği bir sessizlik. İnsan sesi kesiliyor, sohbetler yerini etrafı kolaçan eden ürkek yabancı bakışlara bırakıyor… Yalnız ve yabancı bakışlar. Ne dost ne düşman, nötr bakışlar. Bakıyor ve kaçıyor. Karşıdan gelen, yolculukları biraz önce sonlanan yolcular bu bakma deneyinde daha ehil. Metro treninin içinde biraz önce yaşadıkları bu bakış kaçırma deneyi onların gözlerinde daha taze. Adımları daha terbiyeli, aceleleri yok. Üstelik daha tecrübelilermiş gibi gidenleri küçümser bir havaları var. Bu yavaşlıkla hızlılık, insanların tam da turnikelerin önünde karşılaşmalarıyla gerçekleşen duyumsal bir genelleme.

 Metropolde yalnızlık insana anlık genellemeler yaptırır. İnsan kendisini değişken anonim bir varlığın parçası olarak görür. Aidiyet isteğiyle anonimi hisseder ve  anonimi görür: giden yolcu anonimi, gelen yolcu anonimi, yaya anonimi, bekleyenler anonimi…
.

Turnikeler tuhaf aletlerdir. Geçersin, bir engeli aşarak; burada bir zafer duygusu olmaz, engel deyişimiz bir benzetmeden ötürü, tık tık.. öbür taraftasındır.

Öbür tarafta olabilmek.. bu engelimsi durum, insanları tornadan geçirir gibi bir safhaya eriştirir. Bedenin turnikeye itaati, turnike kolunun yol vermesiyle birbirini ödünler. Artık yürüyüşün yönü bedenin hacmiyle özdeşleşir. Sapma, taşma yoktur... Daha bir dakika bile olmadı, yukarıdaki kalabalık değil mi bu?

Biraz önce, sanki elbiseleri daha eskiydi, daha taşralıydılar, sanki kadınların sayısı daha azdı, üstelik bu kadar güzel değillerdi.

Harbiden değillerdi.

Bedenin mimari forma ayak uydurması.. bu kadar olur.

Her metro trene binişimde yüzümde yapıntı bir nezaket.. Bedenim güçsüzleşir; savunmasızlığım sanki nezaketimle aynı ruh halinin devamıdır. Bilirim ki insanlara bakma süresi, metroda her türlü ulaşım aracına göre daha kısadır. Göz göze gelme süresi çok daha kısa.

Ayakkabılara bakarım. Çeşit çeşit ayakkabılar.. ve hep yeniler.

Ayakkabının referansı ayak değildir! Göz ayakkabıya bakınca beden tamamen ikiye ayrılıyor, hem bakma süresinin ayrıcalığı açısından hem de göstergenin uzvu boşaması yüzünden. Ayakkabı ayağı işaret etmiyor. İşte modernizm!

Harbiden modernizm.

Taksim’de kendime indirimden bir çift bot aldım. Hem de Diesel marka.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder