23 Temmuz 2011 Cumartesi

Sarılmak...



Bu  yazı biraz garipsenebilir.

Bu bir seyirci senaryosu;film izlendikten sonra ortaya çıkan tersine senaryo…



Hastalıklı olduğu her halinden belli olan 16 yaşlarında bir genç yağmurdan kaçmak için boyasız döküntü bir binanın sokağa açılan loş avlusundan içeri girer ve hemen girişteki banka oturur. İki büklümdür ve çok geçmeden istifra eder. Binada kalan bir kadın avluya girer  ve gencin yardımına koşar, mendiliyle onun ağzını yüzünü siler, yere kovayla su döker. Sonra avlunun arka bahçeye açılan köşesindeki muslukta ellerini yıkarken delikanlının ağladığını görür. Yanına gider ve ona, "Çocuk," der. Evet 'Çocuk.' O anda bir yetişkin hitabı olan bu sözcük sonradan genç adama kadın tarafından takılan lâkap olacaktır.

Lâkap mı kod adı mı? Önce lâkap sonra kod adı. Aşk sevdiğine ad koyar.

'Çocuk' ağlamaya devam eder, kadın ona sarılır.

Nedir sarılma? Yani sadece bu görüntüde değil, genel olarak nedir sarılma?

Bedenlerin değiş tokuş edilmesi... iki bedenin birbirine akması... hayır, bu tür ibareleri şairler çoktan tüketti... Sarılırken her birinin gözü diğerini terk eder, her göz kendi bedenini de terk eder (o an kendi bedeniyle yüzleşmeyi), sarılanın kendi bedeni kör bir noktaya dönüşür, sarılırken oluşan paralax dokunma lehine görmeyi iptal eder. Sarılma bir testtir: sarılırken beden titremiyorsa aşk yoktur.

İlk sarılmadan bahsediyoruz...


Kameranın tatlı hilesinde, avlunun loşluğuyla kadının ve çocuğun yüzü kontrasttır. Sarılmayı bırakırlar ve kadın çocuğun yüzünü okşar. Her şey bir yardım formatı içinde yürürken işte bu dokunuşta parmaklar ne yapacağında bir an kararsız kalır. Parmaklara söz yön verir: "Nerede yaşıyorsun?" diye sorar kadın çocuğa…

Çocuk üç ay sonra elinde çiçekle kadına teşekkür ziyaretine gelir. Üst kattta bina gibi bakımsız bir dairedir burası. Kapı açıktır ve kadın ütü yaparken karşılar onu. Sevinç ya da şaşırma yoktur. "Elindeki çiçekleri şuraya bırak" diye çocuğa yer gösterir. Soğuk bir karşılamadır ama göz önündeki dağınık yatağı ve ütülediği sütyeniyle hiçbir toparlanma hareketinde bulunmayan kadının aldırışsızlığı mahremiyeti kırar. Kendi evi kadını teşhir eder. Erotik bir teşhirdir bu. Lavabonun üstündeki lekeli aynaya kadar...

Çocuk kızıl hastalığına yakalanmıştır ve bu süre içinde yatağından kalkamamıştır. "Kitap bile okuyamadım" der kadına. Kamera kadının elindeki ütüden yavaşça yüzüne doğru yükselir. Kadının yüzünde çocuğun bu sözü üzerine tuhaf dalgın bir ciddiyet oluşur... Film bütün hikâyesini bu tuhaf dalgın ciddiyet üzerindeki sırrın açığa vurulmasına odaklar.

Çocuk gitmeye yeltenirken, "Bekle," der kadın, "İşe gideceğim, seninle yürürüm.. ben giyinirken koridorda bekle." Çocuk koridorda bekler, aralık kapıdan kadını izler. Kadın çorabını giyer.. ayağı yatağının üzerinde, uzun çorabını yavaşça baldırlarına doğru çeker, eteği aynı yavaşlıkta açılır; dişi bir yetenektir bu: Kadın giyinirken de soyunur.. kapı aralığı sanki bu soyunmanın başka bir boyutudur. Hiçbir temas olmaz. Onlar kadın ve çocuktur. Biri diğerinin gözünde değil, kendi gözlerinde de. Hatta çocuk kendi gözünde daha da çocuktur. Halbuki bütün sosyoloji öğretilerinin iflâsı için iki kişinin bir süre daha baş başa kalması yeterdi. Ama çocuk, kadını  izlerken  yakalanınca bozguna uğrar ve evden kaçar.


Sonraki bir gün çocuk cesaretini toplayarak kadının evine yeniden gider. O sırada evine kömür taşıyan kadına depoya inerek yardımcı olur. Üstü başı kirlenir. Kadın ona 'Banyo yap' der. Çocuk banyodayken kapı aralıktır; arzunun trafiği aralık kapıdan işler. Çocuk çırılçıplak küvetten çıktığında arkası kameraya dönüktür ve kadın havluyla onu kurular. Sonra kamera biraz geriye çekilince kadının da çırılçıplak olduğunu görürüz. Bu ilk sarılmalarında olduğu gibi GÖZün aynı tarz iptal edildiği bir yakınlaşmadır. BAŞKA TÜRLÜSÜ İMKÂNSIZDIR.

Film böyle başlıyor…

Filmin Adı: The Reader
Yönetmen: Stephen Daldry
Oyuncular: Kate Winslet, Ralph Fiennes

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder