27 Ekim 2011 Perşembe

Akıl Depremi...





Deprem çoktan eğlenceli bile olabilirdi. Nasıl paratönerli, yalıtık bir ortamın verdiği güven duygusuyla uzakta çakan şimşekleri izlemek eğlenceliyse. Dipten gelen dalgayla ayağının altındaki bütün dünya sallanıyor, kendine has korkunç sesiyle dünya kendi tarihiyle ilgili bir şeyler anlatıyor, silkeleniyor, nefes alıyor, kabuk değiştiriyor, bize canlı olduğunu gösteriyor. Gerçeküstü bir an. Eski kuşaklardan miras kalan korkuyla kendine güven arasında yaşanacak ikircikli bir an. Neden olmasın? Raflardan birkaç eşya dökülür, tabak çanak kırılır ve konuşmakta konu sıkıntısı çeken herkesin depremle ilgili anlatacağı bir öyküsü olur.  

 

William James 1906 yılında tanık olduğu California depremiyle ilgili gözlemlerini anlattığı bir mektup yazar kardeşine (yazar Henry James’e). Depremin nasıl heyecan verici olduğunu anlatır. Depremin olduğu sabah saat 05 sıralarında yatağında ve gözü açıktır. Gut hastalığı uykusunu kaçırdığı için 7,8 büyüklüğünde o 48 saniyeye baştan sona tanıklık eder. Stanford Üniversitesinin güvenli duvarları arasında depreme ilk tepkisinin neşe, hayranlık ve zevk olduğunu söylüyor, ve hiç korku hissetmediğini. Hatta ‘Devam et!’ diye neredeyse yüksek sesle haykırmış

 

Dün tv kanallarından birinde AKUT yöneticisi birisi söylüyordu: “Önce bizim afet kavramını yanlış tanımından kurtarmamız gerekiyor; afet bizim hazırlıksız ve donanımsız oluşumuzdur, dışarıdan bize gelen bir olay değildir... deprem afet değildir bir doğa olayıdır.”

 

 

Yani afetin nesnesi deprem değil bizzat insandır. İnsan afete duçar olan değil sebep olandır! Sor bakalım kurda kuşa deprem bir afet mi? Toprağın en derininde olan köstebeğe sor bakalım, toprağı üstten kazan pulluk mu afet, dipten gelen deprem mi? Hayvanlar için afet olmayan insan için nasıl afet oluyor? Sağlam kafa için ille de sağlam vücut gerekmez belki ama, sağlam bina sağlam kafada bulunur. Belki ilerde deprem tahmin istasyonları kurulur, depremin günü saati bir hafta önceden bilinir, fay hatları turistik bölge haline gelir, yeni evli çiftler balaylarını buralarda geçirirler, gerdeğe tam deprem anında girerler (Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanından hatırlıyorum, romanın kahramanı kadın orgazm anını depreme benzetmişti).

Ama depremi afet ilan eden tanımlama depremin trajedisini de meşrulaştırıyor. Her tanımlama bir iktidar olanağını içinde barındırıyor. Dil hokkabazdır; devlet sanki afetin müsebbibi değil kurtarıcısıymış gibi…

 

Şimşek çakarken korkudan ‘Ulu manitu!’ diyen ilkel insanla, deprem olurken ‘Allahuekber!’ diyen çağdaş insan arasında cahillik açısından hiçbir fark yoktur. Ama Doğu Anadolu fay hattını ortaya çıkaran İhsan Ketin’den bihaber olup da Cübbeli Ahmet’e Ömer Çelakıl’a itibar eden “çağdaş” insanla depremi tanrıların afeti olarak gören eski insan arasında çok ciddi ahlaki bir fark vardır! Ve en büyük ahlaksızlık depremde ölen, sakat kalan, beyni yıkanan çocuklara karşı yapılıyor...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder