Deprem
çoktan eğlenceli bile olabilirdi. Nasıl paratönerli, yalıtık bir ortamın
verdiği güven duygusuyla uzakta çakan şimşekleri izlemek eğlenceliyse. Dipten
gelen dalgayla ayağının altındaki bütün dünya sallanıyor, kendine has korkunç
sesiyle dünya kendi tarihiyle ilgili bir şeyler anlatıyor, silkeleniyor, nefes
alıyor, kabuk değiştiriyor, bize canlı olduğunu gösteriyor. Gerçeküstü bir an.
Eski kuşaklardan miras kalan korkuyla kendine güven arasında yaşanacak
ikircikli bir an. Neden olmasın? Raflardan birkaç eşya dökülür, tabak çanak
kırılır ve konuşmakta konu sıkıntısı çeken herkesin depremle ilgili anlatacağı
bir öyküsü olur.
William James 1906 yılında tanık olduğu
California depremiyle ilgili gözlemlerini anlattığı bir mektup yazar kardeşine (yazar
Henry James’e). Depremin nasıl heyecan verici olduğunu anlatır. Depremin olduğu
sabah saat 05 sıralarında yatağında ve gözü açıktır. Gut hastalığı uykusunu
kaçırdığı için 7,8 büyüklüğünde o 48 saniyeye baştan sona tanıklık eder.
Stanford Üniversitesinin güvenli duvarları arasında depreme ilk tepkisinin
neşe, hayranlık ve zevk olduğunu söylüyor, ve hiç korku hissetmediğini. Hatta ‘Devam
et!’ diye neredeyse yüksek sesle haykırmış
Dün
tv kanallarından birinde AKUT yöneticisi birisi söylüyordu: “Önce bizim afet
kavramını yanlış tanımından kurtarmamız gerekiyor; afet bizim hazırlıksız ve
donanımsız oluşumuzdur, dışarıdan bize gelen bir olay değildir... deprem afet
değildir bir doğa olayıdır.”
Yani afetin nesnesi deprem değil bizzat
insandır. İnsan afete duçar olan değil sebep olandır! Sor bakalım kurda kuşa
deprem bir afet mi? Toprağın en derininde olan köstebeğe sor bakalım, toprağı
üstten kazan pulluk mu afet, dipten gelen deprem mi? Hayvanlar için afet
olmayan insan için nasıl afet oluyor? Sağlam kafa için ille de sağlam vücut
gerekmez belki ama, sağlam bina sağlam kafada bulunur. Belki ilerde deprem
tahmin istasyonları kurulur, depremin günü saati bir hafta önceden bilinir, fay
hatları turistik bölge haline gelir, yeni evli çiftler balaylarını buralarda
geçirirler, gerdeğe tam deprem anında girerler (Hemingway’in Çanlar Kimin İçin
Çalıyor romanından hatırlıyorum, romanın kahramanı kadın orgazm anını depreme
benzetmişti).
Ama
depremi afet ilan eden tanımlama depremin trajedisini de meşrulaştırıyor. Her
tanımlama bir iktidar olanağını içinde barındırıyor. Dil hokkabazdır; devlet
sanki afetin müsebbibi değil kurtarıcısıymış gibi…
Şimşek
çakarken korkudan ‘Ulu manitu!’ diyen ilkel insanla, deprem olurken
‘Allahuekber!’ diyen çağdaş insan arasında cahillik açısından hiçbir fark
yoktur. Ama Doğu Anadolu fay hattını ortaya çıkaran İhsan Ketin’den bihaber
olup da Cübbeli Ahmet’e Ömer Çelakıl’a itibar eden “çağdaş” insanla depremi
tanrıların afeti olarak gören eski insan arasında çok ciddi ahlaki bir fark
vardır! Ve en büyük ahlaksızlık depremde ölen, sakat kalan, beyni yıkanan
çocuklara karşı yapılıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder