28 Ekim 2011 Cuma

Bulancak İskelesi






“Açık havada sigara içmeyi çok seviyorum…”


Galiba lise birinci sınıfa gidiyordum ve yaz başlangıcıydı, o akşamın keskin ılık rüzgârını (yaz sonu rüzgârı daha yumuşak olur) hâlâ yüzümde hissediyorum. Yukarıdaki sözü kim söyledi? Aramızda benden büyükler vardı, evet büyüklerden biri söyledi. Hatırlıyorum, kalabalık halinde iskele turuna çıkmıştık. Kendimizi ciddiye alıyorduk, devrim falan yapıyorduk, lâf yorgunuyduk. Köyünden gelip kasabada ev kiralamış lisede okuyan  arkadaşlardan biriydi. Kısa boylu, hep temiz giyimli. Bak şimdi gözümün önünde, ama yüzü yok... O zamanlar böyle bir lâf etmek kolay değildi; nasıl söylesem, görmüş geçirmiş, büyümüş de adam olmuş, zevk sahibi birinin lâfıydı. Sigarası ağzında, kibriti çaktı, alevi avucunun içine alarak sigarasından bir fırt çekti, okkalı bir fırt; sanıyorum tam o an söyledi: ‘Açık havada sigara içmeyi çok seviyorum…’

Sonraları ne zaman iskele turuna çıksam aklıma bu lâf ve arkadaşımın sigarayla kurduğu o iştahlı görüntü gelir bir sigara yakardım... yoksa sigarayı yakardım da sonra mı bu lâf aklıma gelirdi? Ama lâfın sahibinin kısa boylu, tıknaz görüntüsü kafamda o anla birlikte donmuş, ne adı ne cismi daha ileriye gidiyor,  iskelenin yarı belinde  o yaz akşamına ait görüntü hâlâ orada duruyor, yaşlanmıyor. Yine de bir söze bu kadar rağbet etmek bunca zaman kafada taşımak çok güçlü bir varoluşa delalet değil mi? Şimdi o arkadaşımı aramaya kalksam söylediği bu lâf onu bulmama yardım edecek bir ipucu olur muydu? Hiç sanmıyorum.

Bulancak’ta kaldığım son senenin kışında bazı geceler aklıma eser iskeleye yürüyüşe çıkardım. Beni dışarı çıkaran dürtü bir arkadaşla karşılaşmak, bir iki insan görmek falan değildi; arkadaşımın o lâfıydı. Halbuki sigaradan alacağım günlük haz limitimi çoktan doldurmuş olurdum; yine de bu sözün özel bir kotası vardı, kışkırtırdı beni: ‘Kalk açık havada bir sigara iç…’ İskelede sigara içerken iyi bir taklitçiydim ben.

Bulancak iskelesinin sigaraya başlamamla ilişkisi daha öncesine dayanır. Çocuk denecek yaşta sigara içmek için sadece  zula bir yere değil suç ortağına da ihtiyaç vardır. Suç ortağım vardı.  İskelenin badalları bize kucak açardı; aşağı inmek biraz cambazlık, biraz da kurumuş insan bokundan tiksinmeyecek kaşarlanmış burun gerektirirdi. Her ikisine de sahiptik; özellikle tiksinti eşiğini aşmış burna. Çünkü indiğimiz badaldaki antika bokun bize ait olma ihtimali yüksekti. Gariptir (belki de değildir) sigara bizde defi hacet dürtüsünü de harekete geçiriyordu. Babalarımızın tuvalette sigara içmelerinin nedeni kokuyu bastırmak içindi. Bizimse sigara içince tuvalete gidesimiz geliyordu. Herhalde bu yüzden çok sonra sigarayı bıraktığım gün kabız olmuştum. İşte sana bir keşif!  Konudan mı uzaklaşıyorum? Hayır. İskele bedenimin anatomik uzantısı gibiydi.

İskeleyi yürüyüşüme uygun üç bölüme ayırmıştım; denizin başladığı kayaların bitimine kadar olan giriş kısmı birinci bölümdü, iskele yoluna sapmış olurdum ama deniz hizasına gelmediğim için karayla irtibatım devam ederdi. Kara diyorum ama denizle karşıtlığını düşünerek değil, yalnızlığımla karşıtlığını düşünerek; yani kara bir metafordu ve şu anlama geliyordu: iskelenin yanlarındaki parkta oturanların ve otobüs yazıhanesinin önünde bekleşenlerin bakışlarından henüz kurtulamamış olurdum. Sokak aralarından ta buraya kadar sırtımda ve omzumda taşıdığım gerginlik denizin kayalara çarpmasıyla dağılır, ikinci bölüm başlardı.

İkinci bölümde adımlarım yavaşlardı. Karşıdan gelen adamların tipine veya yönüne göre, korkulukların sağ veya sol yanını seçerdim, bir sigara yakar, kendime bir dalgınlık uydurur, ufka doğru bakardım. Hüzünlü olurdum. Hüzün sigara ve ufkun bileşimiyle kendiliğinden gelirdi. Severdim bu halimi. Bu da bir huy işte...

Korkuluklar bitince üçüncü bölüme geçerdim, iskelenin ucuna... çiseli ve ayaz havalarda kimse olmazdı, sanki bir kapıyı açar gibi içeri girerdim, boş bir salona, zaptederdim orayı, adım atar atmaz orası benim olurdu. Ve Sigaram bitmiş olurdu, adımlarım sallapati, yüzümde geç kalmış bir sempati (bu sözcük kafiye olsun diye), bir sigara daha yakardım: ‘Açık havada sigara içmeyi çok seviyorum…’

Ve başka bir şey: İskele kasabayı terk etme olanağı da sağlıyordu. Gözünüzün önüne getirin: Tüm kasabaya sırtınızı dönüyorsunuz, bir tür küskünlük gibi… Hem gidiyorsunuz hem de denize uzanan çıkıntıda tüm bakışların alışkanlıkla yöneldiği biri haline geliyorsunuz. Bu gidiş size temelli bir gidiş vaat etmiyor; çünkü iskele bu, sınırı var, birazdan döneceksiniz. Ama sırtınızı dönmek gidişin bir ikamesi haline geliyor ve bu rolü sonuna kadar oynuyorsunuz. Ta iskelenin ucunda gizemli bir silüete dönüşene kadar…

İskele Bulancak'ın dışarısı idi. o zamanın çocuklarının gurbetin provasını yaptıkları yer. Bulancak'ı büyütmek için iskeleyi küçülttüler, iskele evcilleşti. Bu anlamda pedagojik yeteneğini de kaybetti.

Sigarayı bırakalı çok oldu. Sigarayı değil ama Bulancak İskelesinde sigara içmeyi özledim...





3 yorum:

  1. bu yazı, yapılan yerinde tespitlerin haricinde, Bulancak İskelesi' nin insana ne hissettirdiğini çok güzel anlattığı için ayrıca güzel olmuş, iskeleyi çok özledim okurken.

    YanıtlaSil
  2. teşekkür the fool.. özcan alper'in sonbahar filminde iskeleli bir sahne vardır.. yağmurlu fırtınalı bir havada azgın dalgalar iskeleyi döverken filmin kahramanı iskelenin ucunda ıslanmasına aldırmadan öylece durur. ilkönce filmin jeneriğinde görmüştüm bu sahneyi, allah allah dedim içimden bu film bulancak'ta çekilmiş. Meğer Hopa'daymış. İskele yapılış amacının dışına çıkan melankolik bir mekân... bu yaz fındıklı'ya giderken iskeleye baktım, küçülmüş, cazibesi kalmamış...

    YanıtlaSil
  3. Sayın blog sahibi packard bell servis olarak sitenizi çok begendik ve ilgiyle sitenizi takip ediyoruz.

    YanıtlaSil