20 Ekim 2011 Perşembe

Vatan Kavramı




Bazı isimler kullanıla kullanıla bir varlığı ifade etmekten kurtulur imge olur; kategorize edemezsiniz. Vatan sözcüğü somut isim midir, soyut isim mi? Hem ikisidir de diyebilirsiniz hem de hiçbiri.

Evet, vatanın belirli bir nesnelliği vardır, nihayetinde coğrafi bir toprak parçasıdır; ama uğruna ölünecek bir şeyden de söz ediyorsak nesnel olmayan yüceltilmiş metafizik bir bindirme sözcüğün anlamında hak sahibi demektir.

Hele ki Türkçede "özleşme" Osmanlılıktan kurtulma, ulus projesinin temel bir öğesini oluşturma biçiminde algılandığı için sözcüklerin yeni ve eski versiyonları ideogram olarak kullanılagelmiştir. Meselâ vatan sözcüğünün eşanlamlısı 'yurt' sol kesimin antiemperyalist jargonunda benzer bir kutsiyettedir. 

'Vatansever'e karşı 'Yurtsever.'  İronik bir durum (bir dönem bu iki sözcük köpekle kedi gibiydiler, şimdi malûm çevrelerde flört ediyorlar). Her ironiye gülünmez. 

Yoksa şu vatan/yurt denilen şey ilinek (töz karşıtı) olmasın... Yani vatan, ancak ‘Vatan!’ sözcüğü söylendiği zaman varolmuş olmasın (haykırma payı saklı tutulmalı)? İnsanın vatanla ilişkisi tuhaf. Nihayetinde bir kavramla ilişkisinden söz ediyoruz. 

Hemen şimdi aklıma gelen bir örnek: Rusça'da da tıpkı bizdeki gibi vatan anlamına gelen iki sözcük var (Bu bilgiyi Kagarlitski'ye borçluyum, ama ilgili yazısını şimdi bulamayacağım için hafızadan aktarıyorum): Lenin döneminde feminen artikeliyle 'vatan' sözcüğü kullanılıyormuş. Stalin bir el becerisiyle muhalif solu tasfiye döneminde ve 2. Dünya Savaşı sırasında maskülen artikelli 'vatan' sözcüğünü feminen olanla yer değiştirmiş. Üstelik bu değişiklik muhalif kesimde hiç de yankı uyandırmamış (Bu hiç şüphesiz komple bir arızanın semptomu, başka bir yazı konusu ve yeri burası değil).

Türkçede de vatan kavramı erkektir, bakmayın anavatan dendiğine…

‘Vatan Yahut Silistre’ oyunundaki 'yahut' sözcüğüyle Namık Kemal bizi 'ya, ya da' gibi bir ikilemde bırakmadığı -tersine somut yerle soyut kavram arasında bir özdeşlik kurduğu halde, bugünden baktığımızda vatanın sınırları dışında kalmış Silistre'nin artık 'yahut'u kapsamadığı ortadadır.

Namık Kemal döneminde veya genel olarak Tanzimat sonrası muhalif aydın hareketini birleştiren bir kavramdır 'vatan'. Ama bugünkü gibi 'anavatan' anlamına gelmez. Sanki vatana vatan dışında bir yerde sahip olabilirsiniz:

"Tuna aradan kalkarsa vatan yaşayamaz… bizim vatanımız Tuna demektir, Tuna elden gidince vatan kalmıyor..." (Namık Kemal, a.g.e.)

Vatan kavramı daha çok kaybedilmekte olan topraklar anlamıyla iktidara karşı kullanılan elinden geleni yapanlarla yapmayanların ölçüldüğü militarist bir kavramdır. Biri doğduğu yaşadığı anavatanını terk eder, kendisine ait saydığı ama kendisinin ait olmadığı yeri vatan sayarak çarpışır. Buradaki vatan akıtılan kanlarla biriken tasarruftur ve hiç şüphesiz bu kavram tasarrufu ideolojiyle korunur. 

Vatanın sınırlarının daralması vatan kavramının muhalif şiddetini genişletir. 

Vatan kinayeli bir sözcüktür. İnsanlar 'vatan' diye kendilerini idealize ederlerken diğerine tahkir edildiğini hissettirir. Vatan tam da bu anlamıyla dışarıya değil içeriye karşı sınırdır! 

Özellikle Balkan Savaşlarından sonra yaşanan göç hareketleriyle vatandaşlık kavramı dışarıdan 'anavatan'a gelenlerin meselesi olur (Kimliğin yerelleşmeyle ilgisi olarak...)

Gerçekte sözcüğün hegemonik anlamından azade bir vatan yoktur. Ama bir terkip içinde vücut bulan ve doxaya dönüşen ve nesnelliğini bir tavır içinde gösteren sloganik şiddet vardır. Vatansever denir, vatan haini denir… monarşi döneminde istibdada karşı başka, bugünkü kutuplaşmalarda başka anlamlarda... İnsanın kendini Büyük Öteki (Lacan'a ait bu kavramın bende farklı olan çağrışımını başka bir yazıya saklıyorum) gölgesinde ifade etmesi tuhaftır. Ne yapalım bugünkü insanın elinden başkası gelmiyor.

Vatan Millet Sakarya diye bilinen, hamaseti tiye alan sözümüzden hareketle yedi yıl önce bir mülâkat sırasında yaşadığım bir anımı da araya sokuşturayım. Aslında anı dediğim ilgili mülâkatta anlatamadıklarım. Çektiğim zarftaki sorulardan biri miydi, yoksa komisyondan biri yekten mi sordu hatırlamıyorum.. Sakarya Savaşı'nı anlatmam gerekiyor. Neyse şeytan dürttü kendi belâgatımın şevkine kapıldım, ayrıntılara girdim: Kafkaslarda bekleyen Enver Paşa'ya, Eskişehir'de yenilen İnönü ile Atatürk arasındaki liderlik ilişkisinin yeniden kuruluşuna, Meclisteki muhalefete ve meşhur, "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla sulanmadıkça, terk olunmaz." düsturunun içeriğini açıklamaya girişmiştim ki, Komisyon müdahale etti. Evet, neydi Mustafa Kemal'in 'vatan'ı?.. Yaşadığımız yer, diğerleri ele geçirmek istediği için daha çok bizim olan yer... ve bu tehdit karşısında daha çok "biz" olduğumuz yer. Yani nesne değil ÖZNE olan vatan!

Oysa bugün korkunç bir özelleştirme furyasıyla ‘vatan’ı bizzat “özel” vatandaşların işgal ettiği bir dönemde yaşıyoruz. Ormanları, suyu, toprağı yok edilen bir vatan, olmayan yer anlamına da gelebilir pekala. Uzaklarda kalmış bir yer, koordinatları aynı ama görünümün bütün farklılığını zamanın üzerine yıkan bir yer. Ya da hayali bir yer, Atlantis gibi… Ya da turizm tanıtımlarında kullanılan kartpostal tadında bir yer: Kartpostalı Platon’un ideası gibi hakikatın referansı yaparsanız bu numarayı yersiniz… Vatan=Olmayan yer… ‘Olmayan yer’i ters yazılışıyla, Marc Auge’nin ‘Yer Olmayan’ıyla (Non-lieux) ilişkilendirebilirsem ortaya hoş bir paradoks bile çıkabilir.  Marc Auge’nin Yer Olmayan’dan kastı insanların ve malların hızlı akışı için düzenlenmiş mekânlardır: ekspres yollar, bankamatikler, hava alanları, alışveriş merkezleri vb. Buralar anı biriktirmeyen, içlerinden hızlıca geçilen, insanın mekânla bütünleşmesine izin vermeyen yerlerdir. ‘Olmayan yer’ ise gerçekte kamuya aitken, birileri tarafından işgal edilmiş yerlerdir. Mesela belediyeye ‘işgaliye parası’ ödeyen esnafın masa sandalye atarak işgal ettiği yaya kaldırımı. Burada iki türlü işgalci vardır aslında: Böyle bir ilişkinin doğurduğu fırsatla yaya kaldırımının sahibi kesilen belediye ve belediyeden bu yeri kiralayan esnaf. Marc Auge’nin ‘Yer Olmayan’ı mekânı bir geçiş noktasına dönüştürürken (kaypak bir alan; burada yürüyen merdiven bir metafor olarak kullanılabilir), ‘Olmayan Yer’ mekânı özel mülkiyetin çıkıntısına dönüştürür (burada cumba metafor olarak kullanılabilir). Marc Auge’nin ‘Yer Olmayan’ında özgürüzdür ama yerli olamayız, ‘Olmayan Yer’de yerliyizdir ama özgür olamayız.

Şimdi başka vatan kavramları var.. Kürtlerin vatanı, Türklerin vatanı; vatan kavramları çarpışıyor. İnsanoğlunun metafiziği kuvvetlidir, bir kavramdan nesiller boyu sürecek bir intikam kaderi çizebilir.

Malûm söze nazire, bağlayalım: Herkesin vatanı kendine… Lacan’ın dediği gibi göstereni gösterilene fazla gelen, hatta gösterileni olmayan bir vatandan payınıza ne kadarı düşüyorsa…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder