13 Nisan 2012 Cuma

Kuran-ı Kerim ve Sevgili Peygamberimizin Hayatı Dersi Öğretmenleri




KURAN-I KERİM VE SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİN HAYATI DERSİ ÖĞRETMENLERİ
Öyle bir ders ki, öğrencilerin okuduklarından hiçbir şey anlamamaları gerekiyor. Dersin amacı bu. Anlamını bilmeyecekler ve hep bir gaydada okuyacaklar. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in dediği gibi Arapça okumayı öğrenecekler ama anlamayacaklar. Anlamamayı öğrenecekler. Tuhaf bir meslek, anlamamayı öğreten öğretmenler! Öğretmenler odasında bu anlamamayı öğreten öğretmenler bir de bilirkişiye dönüşecekler, hoca efendiye soralım o ne düşünüyor bu konuda diyen her devrin devranı bir kısım öğretmenler tarafından taltif edilecekler.
                                              
                                               SESSİZLİK
Sarıyer Spor Kulübünün bulunduğu arka yoldan (adı nedir bu yolun?) yürürken özlediğim sessizlik beni kuşatır, solda Kocataş’a doğru yükselen ağaçlı tepe, sağda bahçeli evler… ilerde halı sahada top oynayan yeni yetmelere bağıran bir antrenörün sesi bu sessizliğin kanıtı.. gürültü değil, uzaktan net duyulan bir ses. Sadece beni mi, buradaki sessizlik herkesi kuşatıyor.. İnsanın yalnızlığını yücelten bir sessizlik.  Evimde gecenin bir yarısı bulduğum sessizlikten farkı, biraz önce bir hengameden kurtulmuş olmamla ilgili, şehir ve gürültüsü birkaç yüz metre ötede; ama duyulabilir ses eşiğinin berisindeki sessizlik mekanla aramdaki gerçek sınır.

                                               BİR HASTA YAKINI
Baltalimanı Hastanesi’nde topuğumdaki ağrı için ortopodi doktorunun muayenehanesi önünde sıramı beklerken, yandaki doktorun odasından bir adam bağırmaya başladı. Sonra kapı açıldı bağıran adam göründü, kısanın da kısası, göbekli, saçları seyrelmiş orta yaşlı bir adam.. “Başbakanı tanımam diyor!” diye bağırırken yumruk yaptığı elini havada sertçe indirip kaldırıyor ve aynı sözü tekrarlayıp duruyor, “Vallahi de Başbakanı bile tanımam dedi!” Belli ki adam içerde doktorla tartışmış, doktora ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun!’ diye çıkışmış. Doktor da ona ‘Seni değil Başbakanı bile tanımam!’ demiş. Ayaküstü aklıma gelen en uygun senaryo bu. Çünkü küçük adamın öfkesini Büyük Öteki’nden medet umarak dillendirme yöntemi bu ülkenin vatandaş profiliyle mütenasip. Herşey nasip... Bu ülke hastanelerinin beden üzerinde ilginç etkileri var. Beden hem küçük düşüyor, hem de öfkelenip kendini mazur görebileceği ortama kavuşuyor...                                         
                                              

                                               BENCİL BELLEK
Hafızalarına gıpta ettiğim iki arkadaşım, bir konuda benim kendilerine anlattığım görüşlerimi (hangi konuydu unuttum), benden duyduklarını unutarak kendi düşünceleriymiş gibi bana aktarmışlardı. İlgili arkadaşlarımın benim sözlerimi unutmamaları ama bu sözleri benden duyduklarını unutmaları bir hafıza arızasına işaret ediyordu. Ama yine de bu cümlede benden kaynaklı bir çelişki var; çelişkiyi ancak şöyle giderebilirim: ben de konuyu, kendi görüşlerimin içeriğini unutmuştum, hatırladığım kendi şaşkınlığım…

                                               KARADENİZLİ
Karadenizli sanki bu sadece kendine tanınmış imtiyazmış gibi şiveyle konuşur, anlama sorununu diğerinin üzerine yıkar.

                                               SEVEN KADIN
Ona korunmasız bir tarafınızı gösterirsiniz, hayal gücünüzde o, bu korunmasız tarafınızın hamisi olur.

                                               TANINMAK
Tanınıyor olmak, yani hareketlerimizin diğeri tarafından kestirilebilir oluşu..aslında davranışlarımızı da muhafazakârlaştırır. İlişki bu ciddiye alınmayla ritüelleşir. Astlar üstlerine böylesi bir tanımayla biat ederler… Galiba öğrencilerle ilişkimde onlar açısından böylesi bir tanıma hâlâ olgunlaşmadı. Onlar açısından ne yapacağı belli olmayan birisi olduğum kesin.

                                               KENDİNİ AŞAĞILAMAK
Kendini aşağılamak sessiz bir ibadettir. Biri diğerini aşağılarken diğerinin buna katılmasını bekler ve genellikle de bu beklenti gerçekleşir.                  

                                               SÜRÜ GÜDÜSÜ
Dalgaların suyu öndeki iri kayalara çarpıp yumuşuyor, biraz beride daha küçük kayaların arasından dolanıyor, hafif bir eğimden aşağı akarak kıyıda oluşmuş küçücük bir havuzda toplanıyor. Havuzda minik balıklar. Su havuza iki taşın arasından gidip geliyor. Minik balıklar havuzun içinde aynı yöne yüzüyorlar. Yüzüyorlar derken birden hareketlenip öne hamle yapıyorlar ve birden duruyorlar. Öndeki balıklarla arkadaki balıkların sıralaması hiç değişmiyor ve hep beraber şaşmaz biçimde ön sıranın yönünü takip ediyorlar. Akıntının arttığı dar boğazda bir sendeleme yaşıyorlar ama onları bir arada tutan aynı yönde bulunmaları. Sürü olmanın fiziki şartı ya aynı şeye bakmak ya da aynı yöne bakmak.  

                                               TOPLAYICI
Çocukluğumda da yaz sonuna doğru yerel dilde ‘kargalık’ denilen dal parçaları toplardık deniz kıyısında. Yağmur sonrası taşan derelerin taşıdığı dal parçaları, ağaç kökleri, çalı çırpı ne varsa dalgaların eteğinde kıyıya vururdu. Hatta açıkta kalaslar, ağaçlar görürdük, yüzerek gider, sal gibi üstüne biner kıyıya getirirdik. Kadim bir iştir toplayıcılık. Rumelifeneri’ndeki çam ormanından kozalak ve kırılmış dal parçaları topladım, Kısırkaya’da deniz kıyısından odun topluyorum.  Toplayıcılık ruha iyi gelir; hem avare bir gezintiyi iş haline getirir, hem de görmeyi bulma haline…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder