KURAN-I KERİM VE SEVGİLİ
PEYGAMBERİMİZİN HAYATI DERSİ ÖĞRETMENLERİ
Öyle bir ders ki, öğrencilerin
okuduklarından hiçbir şey anlamamaları gerekiyor. Dersin amacı bu. Anlamını
bilmeyecekler ve hep bir gaydada okuyacaklar. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in
dediği gibi Arapça okumayı öğrenecekler ama anlamayacaklar. Anlamamayı öğrenecekler. Tuhaf bir
meslek, anlamamayı öğreten öğretmenler! Öğretmenler odasında bu anlamamayı
öğreten öğretmenler bir de bilirkişiye dönüşecekler, hoca efendiye soralım o ne düşünüyor bu konuda diyen her devrin devranı bir kısım
öğretmenler tarafından taltif edilecekler.
SESSİZLİK
Sarıyer Spor Kulübünün
bulunduğu arka yoldan (adı nedir bu yolun?) yürürken özlediğim sessizlik beni
kuşatır, solda Kocataş’a doğru yükselen ağaçlı tepe, sağda bahçeli evler…
ilerde halı sahada top oynayan yeni yetmelere bağıran bir antrenörün sesi bu
sessizliğin kanıtı.. gürültü değil, uzaktan net duyulan bir ses. Sadece beni
mi, buradaki sessizlik herkesi kuşatıyor.. İnsanın yalnızlığını yücelten bir
sessizlik. Evimde gecenin bir yarısı
bulduğum sessizlikten farkı, biraz önce bir hengameden kurtulmuş olmamla ilgili,
şehir ve gürültüsü birkaç yüz metre ötede; ama duyulabilir ses eşiğinin
berisindeki sessizlik mekanla aramdaki gerçek sınır.
BİR HASTA YAKINI
Baltalimanı Hastanesi’nde
topuğumdaki ağrı için ortopodi doktorunun muayenehanesi önünde sıramı beklerken,
yandaki doktorun odasından bir adam bağırmaya başladı. Sonra kapı açıldı
bağıran adam göründü, kısanın da kısası, göbekli, saçları seyrelmiş orta yaşlı
bir adam.. “Başbakanı tanımam diyor!” diye bağırırken yumruk yaptığı elini
havada sertçe indirip kaldırıyor ve aynı sözü tekrarlayıp duruyor, “Vallahi de
Başbakanı bile tanımam dedi!” Belli ki adam içerde doktorla tartışmış, doktora
‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun!’ diye çıkışmış. Doktor da ona ‘Seni
değil Başbakanı bile tanımam!’ demiş. Ayaküstü aklıma gelen en uygun senaryo
bu. Çünkü küçük adamın öfkesini Büyük Öteki’nden medet umarak dillendirme
yöntemi bu ülkenin vatandaş profiliyle mütenasip. Herşey nasip... Bu ülke hastanelerinin beden üzerinde ilginç etkileri var. Beden hem küçük düşüyor, hem de öfkelenip kendini mazur görebileceği ortama kavuşuyor...
BENCİL BELLEK
Hafızalarına gıpta ettiğim
iki arkadaşım, bir konuda benim kendilerine anlattığım görüşlerimi (hangi
konuydu unuttum), benden duyduklarını unutarak kendi düşünceleriymiş gibi bana
aktarmışlardı. İlgili arkadaşlarımın benim sözlerimi unutmamaları ama bu
sözleri benden duyduklarını unutmaları bir hafıza arızasına işaret ediyordu.
Ama yine de bu cümlede benden kaynaklı bir çelişki var; çelişkiyi ancak şöyle
giderebilirim: ben de konuyu, kendi görüşlerimin içeriğini unutmuştum, hatırladığım kendi şaşkınlığım…
KARADENİZLİ
Karadenizli sanki bu sadece
kendine tanınmış imtiyazmış gibi şiveyle konuşur, anlama sorununu diğerinin
üzerine yıkar.
SEVEN KADIN
Ona korunmasız bir tarafınızı
gösterirsiniz, hayal gücünüzde o, bu korunmasız tarafınızın hamisi olur.
TANINMAK
Tanınıyor olmak, yani
hareketlerimizin diğeri tarafından kestirilebilir oluşu..aslında
davranışlarımızı da muhafazakârlaştırır. İlişki bu ciddiye alınmayla
ritüelleşir. Astlar üstlerine böylesi bir tanımayla biat ederler… Galiba
öğrencilerle ilişkimde onlar açısından böylesi bir tanıma hâlâ olgunlaşmadı. Onlar
açısından ne yapacağı belli olmayan birisi olduğum kesin.
KENDİNİ AŞAĞILAMAK
Kendini aşağılamak sessiz bir
ibadettir. Biri diğerini aşağılarken diğerinin buna katılmasını bekler ve
genellikle de bu beklenti gerçekleşir.
SÜRÜ GÜDÜSÜ
Dalgaların suyu öndeki iri kayalara
çarpıp yumuşuyor, biraz beride daha küçük kayaların arasından dolanıyor, hafif
bir eğimden aşağı akarak kıyıda oluşmuş küçücük bir havuzda toplanıyor. Havuzda
minik balıklar. Su havuza iki taşın arasından gidip geliyor. Minik balıklar
havuzun içinde aynı yöne yüzüyorlar. Yüzüyorlar derken birden hareketlenip öne
hamle yapıyorlar ve birden duruyorlar. Öndeki balıklarla arkadaki balıkların
sıralaması hiç değişmiyor ve hep beraber şaşmaz biçimde ön sıranın yönünü takip
ediyorlar. Akıntının arttığı dar boğazda bir sendeleme yaşıyorlar ama onları
bir arada tutan aynı yönde bulunmaları. Sürü olmanın fiziki şartı ya aynı şeye
bakmak ya da aynı yöne bakmak.
TOPLAYICI
Çocukluğumda da yaz sonuna
doğru yerel dilde ‘kargalık’ denilen dal parçaları toplardık deniz kıyısında.
Yağmur sonrası taşan derelerin taşıdığı dal parçaları, ağaç kökleri, çalı çırpı
ne varsa dalgaların eteğinde kıyıya vururdu. Hatta açıkta kalaslar, ağaçlar
görürdük, yüzerek gider, sal gibi üstüne biner kıyıya getirirdik. Kadim bir
iştir toplayıcılık. Rumelifeneri’ndeki çam ormanından kozalak ve kırılmış dal
parçaları topladım, Kısırkaya’da deniz kıyısından odun topluyorum. Toplayıcılık ruha iyi gelir; hem avare bir
gezintiyi iş haline getirir, hem de görmeyi bulma haline…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder