SESSİZLİK
Sarıyer Spor Kulübünün bulunduğu arka yoldan (adı nedir
bu yolun?) yürürken kulağıma yeniden kavuşmuş gibi oldum, solda
Kocataş’a doğru yükselen ağaçlı tepe, sağda bahçeli evlerin yaydığı sessizlik beni şefkatle kuşattı…
İlerde halı sahada top oynayan yeni yetmelere bağıran bir antrenörün sesi bu
sessizliğin kanıtı.. gürültü değil, uzaktan net duyulan bir ses. Sadece beni
mi, buradaki sessizlik herkesi içine almış; ortada hiç kimse yok ama sessizlik
sanki gizemli suskun bir ahali imgesini empoze ediyor. O derece yani, herkes
kendi köşesine çekilmiş, kendi terbiyesini yüceltiyor. Evimde gecenin bir yarısı bulduğum
sessizlikten farkı, biraz önce bir hengâmeden kurtulmuş olmam; şehir ve
gürültüsü birkaç yüz metre ötede, ama duyulabilir ses eşiğinin berisindeki
sessizlik her türlü mekânla aramdaki gerçek sınır.
Ve konuşurken fısıltılı sessizlik ikimizin bir ürünü...
BİR
HASTA YAKINI
Baltalimanı Hastanesi’nde topuğumdaki ağrı için ortopodi
doktorunun muayenehanesi önünde sıramı beklerken, hemen yanda doktorun odasından
bir adam bağırmaya başladı. Sonra kapı açıldı bağıran adam göründü, kısanın da
kısası, göbekli, saçları seyrelmiş orta yaşlı bir adam.. “Başbakanı tanımam
diyor!” diye bağırırken yumruk yaptığı elini havada sertçe indirip kaldırıyor
ve aynı sözü tekrarlayıp duruyor, “Vallahi de Başbakanı bile tanımam dedi!”
Belli ki adam içeride doktorla tartışmış, doktora ‘Sen benim kim olduğumu
biliyor musun!’ diye çıkışmış. Doktor da ona ‘Seni değil Başbakanı bile
tanımam!’ demiş. Ayaküstü aklıma gelen en uygun senaryo bu. Çünkü küçük adamın
ne olursa olsun öfkesini Büyük Adam'la ilişkilendirip dillendirme yöntemi bu
ülkenin vatandaş profiline uygun: Halkı tanımam dedi, Muhammed'i tanımam dedi, Allah'ı tanımam dedi, devleti tanımam dedi... böyle uzar gider... küçük adamım benim...
BENCİL
BELLEK
Hafızalarına gıpta ettiğim iki arkadaşım, bir konuda
benim kendilerine anlattığım görüşlerimi (hangi konuydu unuttum), benden
duyduklarını unutarak kendi düşünceleriymiş gibi bana aktarmışlardı. İlgili
arkadaşlarımın benim sözlerimi unutmamaları ama bu sözleri benden duyduklarını
unutmaları bir hafıza arızasına işaret ediyordu. Ama yine de bu cümlede benden
kaynaklı bir çelişki var; çelişkiyi ancak şöyle giderebilirim: ben de onlara
sözünü ettiğim konuyu, kendi görüşlerimin içeriğini unutmuştum. Hatırladığım
kendi şaşkınlığım mıydı?..
KARADENİZLİ
Mesele bir Karadenizlinin şivesiyle konuşması değil; Karadenizlinin sadece kendine tanınmış imtiyazmış gibi
şivesiyle konuşması ve anlaşılmayı diğerinin üzerine yıkması.
SEVEN
KADIN
Ona korunmasız bir tarafınızı gösterirsiniz, hayal
gücünüzde o, bu korunmasız tarafınızın hamisi olur.
TANINMAK
Tanınıyor olmak, yani hareketlerimizin diğeri tarafından
kestirilebilir oluşu..aslında davranışlarımızı da muhafazakârlaştırır. İlişki
bu ciddiye alınmayla ritüelleşir. Astlar üstlerine böylesi bir tanımayla biat
ederler… Galiba öğrencilerle ilişkimde onlar açısından böylesi bir tanıma hâlâ
olgunlaşmadı. Onlar açısından ne yapacağı belli olmayan birisi olduğum kesin.
KENDİNİ
AŞAĞILAMAK
Kendini aşağılamak sessiz bir ibadettir. Biri diğerini
aşağılarken diğerinin buna katılmasını bekler ve genellikle de bu beklenti
gerçekleşir.
SÜRÜ
GÜDÜSÜ
Dalgaların suyu öndeki iri kayalara çarpıp yatışıyor ve biraz beride daha küçük kayaların arasından dolanıyor, hafif bir eğimden aşağı
akarak kıyıda oluşmuş küçücük bir havuzda toplanıyor. Havuzda minik balıklar.
Su havuza iki taşın arasından gidip geliyor. Minik balıklar havuzun içinde aynı
yöne yüzüyorlar. Yüzüyorlar derken birden hareketlenip öne hamle yapıyorlar ve
birden duruyorlar. Öndeki balıklarla arkadaki balıkların sıralaması hiç
değişmiyor ve hep beraber şaşmaz biçimde ön sıranın yönünü takip ediyorlar.
Akıntının hızlandığı dar boğazda bir sendeleme yaşıyorlar ama onları bir arada
tutan aynı yönde bulunmaları. Sürü olmanın fiziki şartı ya aynı şeye bakmak ya
da aynı yöne bakmak.
TOPLAYICI
Çocukluğumda da yaz sonuna doğru yerel dilde ‘kargalık’
denilen dal parçaları toplardık deniz kıyısında. Yağmur sonrası taşan derelerin
getirdiği dal parçaları, ağaç kökleri, çalı çırpı ne varsa dalgaların eteğinde
kıyıya vururdu. Hatta açıkta kalaslar, ağaçlar görürdük, yüzerek gider, sal
gibi üstüne biner kıyıya getirirdik. Kadim bir iştir toplayıcılık.
Rumelifeneri’ndeki çam ormanından kozalak ve kırılmış dal parçaları topladım,
Kısırkaya’da deniz kıyısından odun topluyorum.
Toplayıcılık ruha iyi gelir; hem avare bir gezintiyi iş haline getirir,
hem de görmeyi bulma haline…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder