28 Eylül 2012 Cuma

Tren








TREN
Trenin sabit hızı, insanı uzaklara bakmaya teşvik ediyor; görüntü gözünüzün önünden yavaşça akıyor, ne kadar uzağa bakıyorsanız o kadar yavaş gidiyormuş gibi oluyorsunuz. Gözünüzün önünden geçip gidenlerle, trenin sesi ve raylar üzerinde ritmik titremeleriniz bakışınızı takip ediyor. Mesala yakına bakarsanız bu titremeler ve ses sanki artıyor. Bazen karayoluna yakın gidiyorduk, geçip giden arabalar başka bir âlemdeydi.
                                                                                        
Tren yolculuğunu ister istemez otobüs yolculuğuyla kıyaslıyorum. Otobüsteki gibi gittiğiniz yolu doğaya adapte olmuş onun kıvrımlarına ve virajlarına ayak uydurmuş olarak görmüyorsunuz. Bir çizgi halinde gitmek bakışınıza sükûnet kazandırıyor; uzakta bir noktaya bakarken birazdan her şeyin geride kalacağını bilseniz bile manzara bir yokuşla, bir virajla umulmadık biçimde birbirinden kopmuyor. Trende manzara sizin kontrolünüzde, tıpkı güneşin batışı gibi: güneş batarak manzara olmaktan çıkmıyor, zaten seyrettiğiniz manzara güneşin batışı değil mi?..
Karayolu bir yarmadır, doğayı ikiye ayırır. Doğanın merkezine kendisini koyar, doğayı kendinize göre betimleyeceğiniz yapıntı bir simetrinin ortasındasınızdır. Bu yüzden narsistiktir.
Trende ise size ait olmayan bir doğanın misafiri gibisiniz. Doğaya ait değilsiniz, bunun bir nedeni de gittiğiniz yolu görmemenizdir.

KÖTÜ DİNLEYİCİ
İçindeki fesat ‘etki alında kalma’ diye sürekli uyarıyor, bile bile ilgisini dağıtıyor, gözlerindeki odaklanma dudağının kenarındaki kasılmayla kaypaklaşıyor, sonra alaycılık bütün bedenine yayılıyor. 

EL ÖRGÜSÜ KAZAK
El örgüsü bir kazak giymenin ilk mesajı nedir? Bu insanın bir yakını var ve o yakını tarafından kollanıyor.

İZLEMEK
Piyano çalan bir kadının suskunluğunu izlemek…

 ARTAKALAN
Birilerinin şehri terk ettiğini öğrenmek; içiniz sızlar.. aslında biraz da panik. Bu, eldeki tanıdıklara daha bağımlı hale gelme endişesi değil midir?

DİYALOG
Büyük Çocuk: Sana bir soru soracağım.
Küçük Çocuk: Sence ben bu soruyu bilecek miyim?
B.Ç.: Bilemeyeceksin.
K.Ç.: Sen benim bu soruyu bilmemi istiyor musun?
B.Ç.: Hayır istemiyorum.
K.Ç.: O zaman sorma.

SATICININ SESİ
Vapurun içinde satıcının yüksek sesi duyulunca insanlar sustu. Satıcı mızıka satıyor: “Müziğin ağababasıdır bu!.. Müzik mızıkadan gelir…”  Sonra koltukların arasında dolaşarak insanlara mızıka uzatıyor. İnsanlar bakmak için bile olsa mızıkayı ellerine almaktan kaçınıyorlar. Sanki utanıyorlar.

MEŞRULAŞTIRMA
Bence bir savunma biçimi olan meşrulaştırma yansıtmayla birbirine karıştırılıyor. Kendi kaygısını meşrulaştırmak için başkasını kaygılandırmak… Düşün.

 RUTİN
Yıllar sonra yanına uğradığım arkadaşım beni her akşam gittiği kahveye götürdü. Kahve caddeden aşağıdaydı, ahşap bir merdivenle iniliyordu, arkadaşım daha kapıyı açmadan camdan içerdeki birini gösterdi:
“Şu adamı görüyor musun.. kendi kendine satranç oynayan adamı.. şimdi gidip onunla satranç oynayacağım, ilk iki oyunda yeneceğim ve üçüncü oyunda yenileceğim.. ve akşam bana yemek ısmarlayacak. Bu akşam değil tabi. Bu akşam bendensin.”

UZAKTAN GELEN
Büyük şehirden tatil için kasabaya dönen biri şikâyet ediyor: ‘Yerli arkadaşlar artık beni coşkulu hoşgeldinlerle karşılamıyorlar.’ Sakın bu tavırları kendi şehir özlemlerinden bıkkınlık olmasın.