Başbakan defalarca ‘Artık karatahta dönemini
kapatıyoruz,’ benzeri ifadeler kullandı. Bu sözün esnemeye gelir bir tarafı yok, okullarda karatahta
tümüyle kalkacak, yerine Fatih Projesi’yle tüm okullara akıllı tahtalar
yerleştirilecek, benim anladığım bu. Bir değişiklik eskiyi tümüyle ortadan kaldırıyor yerine yeni olanı ikame ediyorsa gerçekten de bir dönem kapanıyor demektir. Başbakan yaptığı değişikliğin devrim gibi algılanmasını istiyor.
Ama nasıl bir devrimdir bu?
Akıllı tahta ancak yanında (altında) karatahta olursa akıllı olabilir. Akıllı öğretmen, akıllı yönetici, akıllı veli, akıllı çevre, akıllı öğrenci… bunlar en önemlileri tabi…
Akıllı tahta sadece iki duyu organına hitap eder: Kulak ve göz.
Karatahta özellikle dokunma duyusuna; kulak ve göz karatahtada olup bitene tabidir, onu takip eder. Çocuğun (tabi öğretmenin de) kendini gerçekleştirmesine, nesnelleştirmesine daha uygundur. Asıl önemlisi karatahtada bir konuyu işaretlerle çabucak sembolize edebilirsin, hatta sembolleri kendin uydurabilirsin.
Farklı bireyler yetiştirmek diyoruz ya, içimiz dışımız standart olmaya eğilimliyken güya farklılığa olumlu bir anlam yüklemişiz ya şu son zamanlarda… oysa farklılığı gösterecek şey öncelikle dokunulup yapılmış bir şey, elimizden çıkan bir şeydir; yazı ve şekillerdir, çocuk karatahtada kendinden olan bir şeyi meydana getirir.. hafife almayın, gitar çalmakla, önündeki orgta gitar sesi tuşuna basıp hazır bir parçayı çalmak kadar derin bir farktır bu.
Medeniyetini alalım harsını almayalım (Ziya Gökalp) paradigması memlekette teknoloji arsızlığı denebilecek tuhaf bir böbürlenme geliştirdi. Batı teknolojisine holdurlop atlayıp üzerine de kendi görgüsüzlüğümüzü giydirdik mi kombinasyon tamamlanıyor: İşte medeniyet, işte hars! Adam gavur icadı hoparlörü camiye taktırıyor, medeniyeti alıp görgüsünü almadığı için desibel sınırı diye bir şey tanımıyor, yüksek volümde ezan okuyor, yer gök Allah Allah diye inliyor, köpeğin ezan sesine ulumayla eşlik edişini de secdeye geldi mübarek diye yorumluyor (işte hars)…
Şehirleşmeyi apartman dikmek sanıp sonra eski olana gecekondu muamelesi yapan akıl…
Gelişkin ülkelerde akıllı tahta ile karatahta birbirini dışlamaz. İlkokuldan üniversitelere karatahta yaygın biçimde kullanılır. Sebebi pedagojinin zanaat kısmıdır. Japonya’da bir öğrencinin harfleri doğru bir şekilde yazmayı öğrenmesi yedi yıl sürer, (1) bu hiç de bir dezavantaj değildir, aksine çocuk iyi yapılmış bir işten zevk alır. Almanların mekanikte bu kadar ileri oluşlarının nedeni nedir acaba?..
(1)Kırılgan Nesneler, Pierre-Gilles de Gennes, Jacques Badoz, Tübitak Yay. s.179
Ama nasıl bir devrimdir bu?
Smart board Türkçeye akıllı tahta diye çevrilmiş.
Bu çeviri üründen ne beklendiğini de açıklıyor. Öncelikle bir pazarlama
çevirisi. Buram buram reklam kokuyor. ‘Smart’ sıfat olarak İngilizcede pek
matah bir aklı çağrıştırmıyor, daha çok beceriklilik, hamaratlık, kurnazlık
anlamı var, ‘board’ da bildiğimiz tahta değil; ilan, reklam panosu anlamında
kullanılıyor. Benim itirazım ‘smart board’a akıllı tahta diyerek karatahtaya
geri zekalı muamelesi yapılmış olmasına.
Neyse, buraya takılmayalım… Akıllı tahtayı biz
icat etmedik. Bir nesneyi alır o nesneyi icat eden aklı almazsan devrim mevrim
yapamazsın, sadece akıllı tahta almış olursun. Buraya da takılmayalım. Bu
ülkede zihniyet alabildiğine köhneyken Batı’dan ithal edilen yeni ürünlerle ileri
gittiğini sanan bir kafa var, sittin senedir var zaten.
Akıllı tahta ancak yanında (altında) karatahta olursa akıllı olabilir. Akıllı öğretmen, akıllı yönetici, akıllı veli, akıllı çevre, akıllı öğrenci… bunlar en önemlileri tabi…
Akıllı tahta sadece iki duyu organına hitap eder: Kulak ve göz.
Karatahta özellikle dokunma duyusuna; kulak ve göz karatahtada olup bitene tabidir, onu takip eder. Çocuğun (tabi öğretmenin de) kendini gerçekleştirmesine, nesnelleştirmesine daha uygundur. Asıl önemlisi karatahtada bir konuyu işaretlerle çabucak sembolize edebilirsin, hatta sembolleri kendin uydurabilirsin.
Farklı bireyler yetiştirmek diyoruz ya, içimiz dışımız standart olmaya eğilimliyken güya farklılığa olumlu bir anlam yüklemişiz ya şu son zamanlarda… oysa farklılığı gösterecek şey öncelikle dokunulup yapılmış bir şey, elimizden çıkan bir şeydir; yazı ve şekillerdir, çocuk karatahtada kendinden olan bir şeyi meydana getirir.. hafife almayın, gitar çalmakla, önündeki orgta gitar sesi tuşuna basıp hazır bir parçayı çalmak kadar derin bir farktır bu.
Medeniyetini alalım harsını almayalım (Ziya Gökalp) paradigması memlekette teknoloji arsızlığı denebilecek tuhaf bir böbürlenme geliştirdi. Batı teknolojisine holdurlop atlayıp üzerine de kendi görgüsüzlüğümüzü giydirdik mi kombinasyon tamamlanıyor: İşte medeniyet, işte hars! Adam gavur icadı hoparlörü camiye taktırıyor, medeniyeti alıp görgüsünü almadığı için desibel sınırı diye bir şey tanımıyor, yüksek volümde ezan okuyor, yer gök Allah Allah diye inliyor, köpeğin ezan sesine ulumayla eşlik edişini de secdeye geldi mübarek diye yorumluyor (işte hars)…
Şehirleşmeyi apartman dikmek sanıp sonra eski olana gecekondu muamelesi yapan akıl…
Gelişkin ülkelerde akıllı tahta ile karatahta birbirini dışlamaz. İlkokuldan üniversitelere karatahta yaygın biçimde kullanılır. Sebebi pedagojinin zanaat kısmıdır. Japonya’da bir öğrencinin harfleri doğru bir şekilde yazmayı öğrenmesi yedi yıl sürer, (1) bu hiç de bir dezavantaj değildir, aksine çocuk iyi yapılmış bir işten zevk alır. Almanların mekanikte bu kadar ileri oluşlarının nedeni nedir acaba?..
(1)Kırılgan Nesneler, Pierre-Gilles de Gennes, Jacques Badoz, Tübitak Yay. s.179
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder