5 Temmuz 2013 Cuma

Mağduriyetin İki Yüzü

Mağduriyet Ortadoğu politikasında bir iktidar dili. ‘Mağdur muktedirler’ gibi bir oksimoron hiç tuhaf kaçmaz…

Mağduriyetin iki yüzü: Biri haksızlığa uğramışlık, diğeri yoksunluk.

Muktedir kendisi için mağduriyetin yoksunluk yanından hiç söz etmiyor, bunu ahali için kullanıyor, haksızlığa uğramışlığı ise kendisi için dilinden düşürmüyor. 

'Haksızlığa uğramışlık... ' neredeyse herkesin ortak dili. 

Çünkü 'haksızlığa uğramışlık' itibar kazanma yöntemi.

Muktedir açısından bunun getirisi şöyle: Yoksunluk ahalinin zaten içinde bulunduğu durum. Muktedir malûmu ilam ederek ahaliyle(1) empati kuruyor; kendi haksızlığa uğramışlığını ise ahalinin yoksunluğunun nedeni olarak gösteriyor. Ve muktedirin bu tek yanlı mağduriyeti daha çok güç talep ettiği için hiç bitmiyor.
Ahali açısından mağdur edebiyatı şöyle işliyor: Muktedir bu sözde mağduriyeti bir şikâyet konusu haline getirerek ahaliye kendisini bu mağduriyetten kurtaracak hakem rolü veriyor. Ahali kendi gerçek mağduriyetini unutup bir an diğerinin mağduriyetinde söz sahibi oluyor. İlahi ahali!.. Asıl kendisi mağdurken muktedirin kendisine verdiği payeyle muktedir olduğunu hissediyor. Abidik gubidik bir durum.

Dilenci diyalektiği: Hayırsever dilenciye “yardım” ederken empati kurmaz, dilencinin gösterdiği minnetle kendi merhameti arasında bir güç ilişkisi kurar.  Hayırsever gücünü hisseder, dilenci parayı; minnetle merhamet takas edilir ve herkes kendi yoluna gider, ilişki pat diye kesilir. İşte asıl püf noktası buradadır, ortada iki ulvi duygu söz konusu olduğu  halde etkisi iki kişi arasında bir ilişki olarak devam etmez… Tercüme edersek:
1. Muktedir kendini mağdur gösterir.
2. Ahali muktedirin mağduriyetiyle kendisi arasında bir özdeşlik kurar.
3. Ahali muktediri mağduriyetten kurtaracak güç olarak bir an kendini muktedir hisseder.
4. Ahali mağdurşinaslığından yapmaz bunu kendini muktedir görme fırsatını yakaladığı için yapar.
Demokrasi-darbe, Mursi-Sisi sözde tezatıyla anlaşılmaz bunlar usta.
Necip Mahfuz’a bakmak lâzım:
Midak Sokağı’nda Zaita adında bir tip vardır. Zaita, deyiş yerindeyse bir dilenci operatörüdür. Kendisine başvuran dilencilere mesleki formasyon kazandırır. Tabi bedenleri deforme ederek. Özellikle çocuk yaşta gelenlere yapar bunu, çünkü ağaç yaşken eğilir misali yapay sakatlık operasyonu henüz kemiklerin sertleşmediği bu dönemde daha kolaydır. Tuhaf bir meslektir. Zaten Ortadoğu da tuhaftır…  Bir gün hayatında hiç dilencilik yapmamış yaşlı bir adam başvurur kendisine.
“Sen yaşlı bir adamsın, fazla ömrün kalmamış. Senin için ne yapmamı istiyorsun?” der Zaita. Ama adam çaresizdir, kapısına gelmiş, yardım istemiştir. Zaita derin düşüncelere dalar:
“Derin düşüncelere daldığı zaman ağzı kocaman açılır, dili bir yılanın başı gibi titreyerek ileri geri hareket ederdi. Bir süre sonra, ‘İtibar, olabilecek en değerli sakatlık türüdür,’ diye bağırdı.”
Zaita Arşimet gibi bağırır, suyun kaldırma gücüne nazire dilenciliğin kalkındırma gücünü bulmuştur: İtibar!
“ ‘Ne demek istiyorsunuz, hoca efendi?’ diye sordu yaşlı adam, şaşkınlıkla.’
“ Zaita’nın yüzü öfkeden karardı ve ‘Hoca efendiymiş! Beni hiç cenazelerde dua okurken gördün mü?’ diye sordu.
“(…) Zaita raftaki bir fincandan yarım sigara aldı. Sonra fincanı yerine koyarak sigarayı lambanın aralığından yaktı. Sigaradan uzun bir nefes aldı, gözlerini kısarak, sakin bir sesle, ‘Senin ihtiyacın olan şey sakatlık değil. Hayır, senin ihtiyacın olan şey, daha fazla yakışıklılık ve zekâ. Entarini iyice yıka ve kendine ikinci el bir fes al. Daima zarif ve kibar bir şekilde hareket et. Kahvelerde oturan insanlara kayıtsız bir tavırla yaklaş, mütevazı bir şekilde bir yanda dur. Tek kelime söylemeden avucunu uzat. Sadece gözlerin konuşsun. Gözlerin dilini bilir misin? İnsanlar sana şaşkınlık içinde bakacak. Senin asil bir aileden olduğunu, zor günler geçirdiğini düşünecekler. Senin profesyonel bir dilenci olduğuna asla inanmazlar. Ne demek istediğimi anlıyor musun? Muhterem görünüşün sana, diğerlerinin sakatlıklarıyla kazandığının iki katını kazandıracak…’ ” (2)
(1) Ortadoğu'da 'halk' yanıltıcı bir sözcük, herkes kendine göre bir halk icat edebiliyor. 'Ahali' daha ortalama, daha yerel, seyreden...
(2)Midak Sokağı, Necip Mahfuz, Kırmızı Kedi Yayınevi, İst. 2011, s. 132, 133

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder