26 Ocak 2014 Pazar

Dikizleme, Servet Ve Ayakkabı Kutusu



DİKİZLEME, SERVET VE AYAKKABI KUTUSU

Dikizleme… Bedenin dikizlenmesi ile servetin dikizlenmesi arasında mümasil bir ilişki kurmak istiyorum, tabi dikizlemenin kurucu anlamını bedenden elde ettiğini hatırda tutarak. Ama bedenin dikizlenmesinde öncelik hangisine aittir? Dikizlemeye mi, bedenin sakınılmasına mı? Yani beden dikizlendiği için mi sakınılıyor, yoksa sakınıldığı için mi dikizleniyordur?

Bu soruyu şimdilik askıda bırakalım…

Tabi bu sorunun duygusal bir dinamizmi de var: Utanç!..
.
İnsan başkasının önünde çıplaklığından utanır, ama utanmayacağı kişiler de vardır. Çıplaklar kampında utanmaz mesela, doktordan da, eşinden/sevgilisinden de… Ama bir de utançtan muaf garip bir sınıfsal ayrıcalık vardır. Özellikle soylularla hizmetçilerin, kölelerin olduğu dönemlerde… N. Elias söz eder bize bu dönemlerden; soylu bir kadın, bir kontes, bir düşes kölesi bir adamın yanında çıplak kalabilir mesela. Adeta çıplaklığın mekânıyla utancın mekânı yer değiştirmiştir. Utanç tarafı denilebilecek bir eşik vardır… Kimin utanç tarafında olduğunu sınıfsal konum belirliyor. Diyelim düşes banyosunu yapmış, üzerinden sular damlarken kölesine çağırır (ip düzeneğine bağlı bir zil görür bu işi), kölesi elinde havluyla içeri girer ve hanımını kurular… Gayet sinematografik bir görüntü: Köle işini yaparken mahcup bir şekilde hafifçe kafasını hanımının bedeninden uzaklaştırır ve bu sırada kambur duruşunu hiç bozmaz. Bir köle sırdaş değildir, çünkü tanık değildir. Gördüğü halde tanık değildir… Nasıl olur bu?.. İki beden eşit olmayınca olur. Düşesin çıplak bedeni köleyi aşağılar. İki türlü aşağılar: çıplak olduğu halde onun tanıklığını hem kale almayarak, hem de utanç tarafında bulunduğunu ona hissettirerek. Köle gördüklerini bir başka soyluya anlatamaz, anlatamayışı soylu sınıfın onu dedikodu çevresine muhatap kabul etmeyişinden kaynaklanmaz sadece, öncelikle gördüklerini sansasyona çevirecek dili yoktur; bu dili sınıfsal konumundan ötürü kazanamaz. Dil dikizlemeyle oluşur, çaktırmadan bakmayla elde edilir. Dikizleme diğerinin bedeninde hak talep eder. Ama gizlice; ve dilediğini bu gizlilikten alır. Şimdi biraz fantezi dünyası olan bir köleyi hayal edelim: Bu köle kapının anahtar deliğinden banyo yapan düşesi izlesin. Kölenin biraz sonra çırılçıplak görebileceği hanımefendinin bedenini dikizlemesinin anlamı ne?.. Bu dikizleme kölenin statüsünde tuhaf bir değişiklik yapar, kendini kapının dışına, yasak bölgeye yerleştirdiği için elde eder bu statüyü. Bakışın bedenden alacağı görüntüyü hazza dönüştürmek için bu yasağa ihtiyacı vardır, ama bu yasak bir kurgudur da. Onu çırılçıplak görmek isteyen düşesin eş dost çevresindeki insanların hazzını varsayar ve kapının deliğinden gizlice bu imkânın ayrıcalığıyla bakar. Oysa köle böyle bir dikizlemeyle sadece kendi utancını üretir, düşes ise farkına varsa kölesi tarafından dikizlenmekten ötürü zerrece utanç duymaz, aksine utandıran ve suçlayan konumunu daha da kuvvetlendirir. Dolayısıyla böyle bir dikizleme olmaz!

Dikizleme sakınılan bedeni demokratize eder.

Bunun nedeni paylaşılmış utançtır. Hemen soralım utanç bir dürtü müdür? Yani göze alınan ve yaşandığında bağışıklığı harekete geçiren bir dürtü… 

Dikizleyenin ve dikizlenenin utancı iki farklı utançtır. Bu farklı bir sınıfsal çağa da işaret eder. Hemen söyleyelim bu çağda dikizlenenin utancı dikizleyenden daha fazladır, ama aradaki farkı dikizlenenin suçlayıcılığı kapatarak ilginç bir denklik kurar.


Sabredemedim... Lafımı biraz daha uzatacağım ve nihayetinde dikizleme serüveni ayakkabı kutusuna kadar gelecek. Yani öyle umuyorum...

Röntgencilik ve teşhircilik… Bedenin iki farklı yorumu… İlk akla gelen bedenin kontrolünün kimde olduğuna göre değişen pozisyonların adı… Röntgencilikle başlayalım. Ama önce röntgenciliğe belki de görme organından daha fazla işleve sahip işitmeyi de katarak. Çünkü apartman ve çok odalı malikâne yaşamı, göz kulak ilişkisini kulak lehine değiştirmiştir. Önceki devirlerde kulak gözün emrindeyken artık işler tersine dönmüştür; kulak özerktir dikizlemede ve bu bir çağ değişimine denk gelir. Yan komşu, öbür oda vb. Ayrıca lambanın icadını da bu değişime eklemek gerekir: dikizlemede karanlığın rolü gözün kulağı takip etmesini sağlamıştır… karanlık artık akşam olduğu için değil, lambalar söndürüldüğü için karanlıktır.

Peki nedir dikizlemede insana haz veren?

Öncelikle dokunma yasağı… Tensel yakınlaşmayı kendine ve diğerine men eden beden, dokunma arzusunu göz ve kulağa transfer eder, insan bu arzuyla kendini doldurup dokunmaya tevessül etmez, ama aksine bakış dokunmatik bir karakter kazanır. Hani gözleriyle yedi içti derler. Dikizlemenin karşıt örneği diyebileceğimiz; kadınları kapatan dinsel abazanlık, aç erkeklerin bakışındaki bu nobranlıktan kaynaklanır: Gözlerde görme eyleminden direkt dokunmaya atlayan ve adeta simgesel hale gelen förtlek bakış… Gözün kendisi çirkin bir bakışla mütecaviz bir organ haline gelir, fundamentalist bedende göz zina organıdır. Dikizlemede ise bir nezaket vardır, dokunmaya yeltenmediği gibi kendi varlığını diğerinin rahat davranması için beri çeker, dokunma dikizlemenin sadece fantezisidir. Burada, fantezi bakışa o kadar teşnedir ki, sadece dikizleyen değil, kendisinin dikizlendiğini varsayan bedenin sahibi de bizzat dikizleyen durumunda yakalayabilir kendisini. Bunu aynada yapar mesela. Ama durumun tuhaflığını göz ardı etmeyelim, hatta öne çıkaralım. Dokunma katmerli biçimde yasaktır; bedenin bir çeşitlemesini sunar bu yasak: birincisi ten sahibinin diğerine koyduğu yasak, ikincisi sosyal yasak ve üçüncüsü bakış sahibinin kendine koyduğu yasak biçiminde. Ama dikizleme gördüklerinden etkilenmek için ‘bakış/dinleme’yi kendine de bir ön yasak haline getirir. Dikizleme yasağı delmez, yasağın kendisini bir algılama formuna çevirir. Bu yüzden dikizleme kendiliğinden teşhiri meşrulaştırır, ama yasağı daha katı bir yasak yapar. Kendi konumunu emniyete almak için yasağı imal eder bile diyebiliriz.

İzlenenin rahat hareket edebilmesi için bu yasak gereklidir; kendini yok hükmüne getiren röntgenci ile bakışını alenileştirmekten sakınan, çaktırmadan izleyen dikizciyi ayıralım bu arada. İzlenen dikizciyi varsayar ve bedeni dikizcinin bakışına göre ayarlanmıştır, beden hazır bir formun içinde dalgınlıkla uyanıklık arasında uyumlu geçişler yapar. Röntgenci ise izlenenin fantezisidir. Tabi röntgencinin fantezisiyle izlenenin fantezisi çakışmaz. Röntgenci izlenenin hazzından haz alır! Röntgenci için izlemeye değer en ideal beden sevişen veya mastürbasyon yapan bir dişininkidir. Peki röntgenci hiç katkısı olmadığı halde kadının aldığı hazdan kendini nasıl pay sahibi yapar?.. Bunun için önce diğerinin bağımsız hazzı kıskançlık yaratacakken nasıl oluyor da röntgencide hazza yol açar, buna cevap vermek gerekir. Bilgi toplamak, faka bastırmak isteyen âşığın röntgene yatmasıyla, röntgencininkini karıştırmayalım. Röntgenci gördüğünü, işittiğini kendine mal eder, diğerini kendi dalgınlığı içinde ele geçirir; diğerinin aldığı haz onu dış dünyadan uzaklaştıran hatta kendi bedeninden de uzaklaştıran bir ruhtur; dişinin bedeninin bu hazla esrimesi (gözlerini kapaması, kesik kesik soluması) aslında röntgencinin dikizleme olanağının kendisidir de. Dişi o kadar kendi hazzıyla meşguldür ki, bu sırada seviştiği kişinin varlığı bir başkasıyla yer değiştirse haz kaldığı yerden devam eder gibidir. Röntgenci kadından yayılan bu anonim ruhu özelleştirerek kendisiyle haşır neşir kılar…

Bedenin teşhirciliği tersi gibi görünür ama değil: teşhirci diğerinin bakışında kendi kendini dikizler.

Para tıpkı beden gibi bir dikizleme ve teşhir nesnesidir. Para ikame bedendir. Bu hem imgesel hem de düz anlamıyla doğrudur: Para elde edilebilen bütün güzel şeyleri temsil eder ve para diğerinin bedenini satın alabilir.

Para günümüzde daha da imgeseldir; rakamlardan oluşur, dijitaldir, varlığı görünmez. Hatta para kendi nesnelliğinden azade olmuştur, yoktur; oradan oraya transfer edilen ama hiç sahaya çıkmayan hayali bir futbolcu gibidir. Ama insan parayı hissetmek ister, dokunmak… Özellikle yeni zenginlerde, sonradan sınıf atlamış orta kesimde kendi parasını dikizleme gibi bir huy gelişmiştir… Kara para bu müstehcen huy için ilginç bir olanak sağlar. Tomar tomar paranın hepsini bir arada görmek… Breaking Bad’de uyuşturucudan sağladığı paraları karısına gösteren Walter White bir teşhirci değil de nedir?

On onbir yaşlarındayken babam beni kasabanın tek gazete bayiine verdi çalışmam için. Sokak sokak dolaşarak gazete satıyordum, işin en zor kısmı “Gasteee!..” diye bağırmaktı, en çok gazeteyi kasabanın dışındaki cezaevinde satardım, ondan sonra avare adımlarla eve gelir aklım topladığım paralarda annemin hazırladığı yemeği yerdim. Yemekten sonra günün en güzel kısmını yaşardım, cebimdeki bütün parayı önüme boşaltır ve tek tek sayardım, emin olmak için değil sadece sırf zevk için bir daha sayardım… Parayı dikizlerdim: Bu paranın çok az bir kısmı benimdi ama bütün bu parayı ben toplamıştım!.. Dikizlediğim parayı Annemin de görmesini isteyerek teşhir ederdim.

Paralarını ayakkabı kutusuna koyan Halk bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan, kendi evinde parasını saklamıyordu elbette, teşhir ediyordu ve de dikizliyordu.

İnsanoğlu naif bir varlıktır, benim küçük bir gazete satıcısıyken parayla kurduğum ilişkiyle Süleyman Aslan’ın kurduğu ilişki arasında bir fark yok aslında: İkimiz de dikizciydik…

Fark nerede?

Fark ahlaki…

Süleyman sadece genel müdürlük mevkiinde olan birinin yapabileceği bir şeyi, dolayısıyla yapmaması gereken bir şeyi yapıyordu; ama onun da dikizleyeni vardı.

Ortadoğu’da dikizleyenlerin dikizlenmesi hayatı demokratize ediyor. Bir yerde ip kopabiliyor, kirli çamaşırlar karşılıklı ortaya dökülüyor.  Önemli olan kirli çamaşırların ortaya dökülmek için neden bu kadar bekletildiği değildir, önemli olan bu kirliliğin toplumda bir utanç yaratmasıdır. Birbirine benzeyen insanlar birbirinden utanmaz! Temiz, saf, biz onu böyle bilmezdik diyen insanlar karşısında utanç değil, biz onu böyle ayağa düşecek kadar güçsüz bilmezdik diyen insanlar karşısında utanç! Bazı halklar sadece böyle utanır!..

  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder