6 Şubat 2014 Perşembe

Rüşvet, Bağış, Hayır İşleri

Hayrettin Karaman


Mümtazer Türköne
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/rusvete-fetva-verilmez/48879

Hayrettin Karaman’ın ilgili yazısından  dün akşam Habertürk’te yayınlanan Türkiye’nin Nabzı programında Mümtazer Türköne söz edince haberdar oldum. Bu iki yazar arasında polemik konusuymuş rüşvet.

 H. Karaman rüşvetin tanımını yapmış:

'Alan kamu görevlisi olacak, aldığını kendisi veya yakınları için alacak ki buna rüşvet densin,' demiş.
Ama bir vakıf, ya da bir hayır kurumu adına alıyorsa buna rüşvet denmezmiş; aha:

Hayri vakıflar şahıslara hizmet etmez, kamuya hizmet eder, vakfa gelen yardım da kurucu ve yöneticilerin olmaz, vakfın kamu menfaatine yönelik hizmetlerine harcanır.’

Türk Dil Kurumu’nun rüşvet tanımı ise şöyle: “Yaptırılmak istenen bir işte, kanun dişı kolaylık sağlanması için, bir kimseye mal veya para olarak sağlanan menfaat.”

AnaBritanica’nın rüşvet tanımı ise şöyle: “resmi işlerde kayırma karşılığında bir bedel alma ya da verme.” 

Ve Karaman ilave etmiş: “Türk Ceza Kanunu (TCK) rüşveti devlet idaresi aleyhine işlenen bir suç olarak görmüş, rüşvet alma ve verme suçlarını ayrı ayrı düzenlemiştir. Rüşvet alma suçunun oluşması için failin memur olması zorunludur.”


Hayrettin mağdur muktedirlere bir hayrı dokunsun istiyor; fetvadan daha öte bir şey yapıyor ve sorunu kökten hallediyor: Tanımlıyor. Tanımlıyor ki, kimsenin içine kurt düşmesin, hatta artık kimsenin fetvaya falan ihtiyacı kalmasın; işler, ihaleler gönül rahatlığıyla yürütülsün.

Avukatlar buna göre bir savunma stratejisi geliştirebilirler. Mesela parayı İçişleri Bakanı değil de oğlu alırsa (kamu görevlisi olmadığı için) rüşvet suçu işlenmiş sayılmaz. Hayrî vakıflar da kamuya hizmet ettiği için Bilal Erdoğan’ın kurduğu İnsan Ve İrfan Vakfı adına aldığı paralar hâşâ rüşvet değil bağıştır. Zaten Halk bankası Müdürü ayakkabı kutusundaki paraların imam-hatip için olduğunu söylemişti. Kısaca hepsi kamu yararı kapsamında.

Hayrettin olan biten suçüstü durumlarının nasıl aklanacağını göstermekle kalmıyor, bu işlerin nasıl yapılması gerektiğinin yolunu yordamını da gösteriyor. Hayır işleri koçumuz Hayrettin’e kulak vermek gerekir. Çünkü bu muhakeme tarzı, nüfusun ağırlıklı bir kısmını  ulema düzeyinde temsil eden insanların kafasının nasıl çalıştığı göstermesi açısından önemli.

Ebussuud’dan beri şeyhülislamlar minareye kılıf uydurmasını bilirler. Adamların işleri bu. İslam’da faiz yasaktır. Peki Osmanlı’da faiz yok muydu? Alası vardı. Mesela adı Osmanlı olan bankadan 100 lira çekiyorsun ve yine aynı bankadan 10 liraya bir çeyrek altın alıyorsun, sonra bu altını bankaya “hibe” ediyorsun. Görünüşte faiz yok, ama bu “hibe”nin işlevi bal gibi faiz. Burada yapılan şey, sadece minareye kılıf uydurmak değil, asıl yapılan kavramın anlamını değiştirmektir. Kavramın etik içeriğini teknik bir tanıma çevirmek. Faizin haram olması verilen paranın kirası olarak bir davranış kodu üzerinden tanımlandığında içerik bir yöntem haline geliyor, muğlaklaşıyor: ‘Sana şu kadar para veriyorum bana paramı iade ederken artı şu kadar para daha vereceksin.’ Para meta ilişkisine dayalı bütün bir sistemden bağımsız bir faiz tanımı aslında bütün sistemin etik sapkınlığını gizliyor. Sadece faiz günahkâr bir kavram haline getirildi mi, bütün sistem aklanıyor. Tıpkı fahişenin günahkâr ilan edilip bütün abazan erkeklerin aklandığı gibi. Marx’ın değişik yönleriyle çözümlediği gibi faiz ticari kârı belirlemez, ticaret faizi belirler. İstendiği kadar rızkın onda dokuzu ticarettedir diye ticaret yüceltilmeye çalışılsın, ticaret faizin metalı ifadesidir sadece...


Peki biz de kavramın anlamı üzerinde yeniden düşünelim, yolumuz Hayrettin’le aynı yere çıkıyor mu bakalım. TCK’da rüşvet suçunun oluşması için failin memur olması gerekir diyor. Hayrettin’in rüşvet tanımında dayanağı bu. Evrensel bir kavramı ceza kapsamında tanımlanan bir anlama indirgiyor. Mesela benim tanıdığım üst düzey bir bürokrat var, birisi bu ahbaplık ayrıcalığımdan yararlanmak için bana başvuruyor, ben de ilgili bürokrata yap bir kolaylık diyorum, ilgili bürokrat da o birisine beni işaret ederek onun bir vakfı var, ona bir bağış yap gel bakalım diyor. Hayrettin’e göre bu işler organize işler değil hayır işleri. Çünkü memur rüşvet almıyor!.. Hadi inandık. Memur gerçekten de rüşvet almasa bile devlet yaptırımıyla elde edilen bir kazanç sosyal bir grubun menfaatine aktarılmış olmuyor mu?.. Dolayısıyla bıraktık suçun oluşmasını, bu durum delilin karartılmasını da sağlamış ve rüşvet bireysel olmaktan çıkıp sosyal bir karakter kazanmış olmuyor mu?.. Yani bireysel rüşvetin sosyal bir rüşvet haline gelmesi... Hayrettin etik düşünmüyor, adeta kanunun açığını arıyor. Yav Hayrettin, adamlar, madamlar bulmuş zaten açığı; biliyorum, biliyorum Hayrettin âlemin budalası olarak anılmaktansa şark kurnazı diye anılmayı tercih edersin. Zaten fotoğrafında âlemin sırrına ermiş kâmil gibi bakıyorsun. (Memlekette Etik Değerler Derneği'nin yaptığı ankete katılan 202 firmanın düzey yönetcisinin yüzde 95'i toplumda etik çok önemli değil diye düşünüyormuş 
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/jale_ozgenturk/yoneticilere_toplumda_etik_cok_onemli_degil-1174344)

Polemiğin sonunda Mümtazer Türköne bir uzlaşmayla rüşvet kavramı yerine irtikap kavramını öneriyor. Bravo!

Şimdi sormak lazım bu ihalecilere, hey ihaleciler “bağış” havalelerinizde acaba Nazım Hikmet Vakfına, Aziz Nesin Vakfına da yer var mı?  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder