9 Haziran 2014 Pazartesi

Karaköy Vapur İskelesi



Karaköy vapur iskelesinin önü, bir mart akşamı... rüzgarlı serin hava hafiften titretiyor. Bir omuz hareketiyle tenimde dolaşan soğuğu savuşturdum, böyle yapınca üzerimdeki montu yeniden giymiş gibi oldum. 

Farkında mısınız bilmiyorum, Galata Köprüsü’nün yüksekliği bir kuytuluk verir buraya, akşamın bu saati vapurun da son seferlerine denk gelir. İşini gücünü bitirmiş, bir yerlerde demlenmiş, sevgilisiyle buluşmuş ve telaşsızca evine dönen insanlar… İnsanların iyi hali yani; göz göze gelirsiniz gerginlik yaratmaz, gözünüzü kaçırmazsanız akşamın kârı selam bile alırsınız onlardan…

Bir çift geçti önümden, vapur yolcusu değillerdi, buraya kadar gelmişlerdi ve yol bitmişti sanki. Kadının eli adamın montunun cebindeydi, adamın eli de oradaydı.

Kaçamak bir şey yaşıyorlardı.

Nasıl anladım bunu? Ya da nasıl anlatılır?

Konuşuyorlardı… Hayır konuşmuyorlardı, ağızları açık bakışıyorlardı. Sanki biraz sonra ayrılacaklardı, ya da haftalık/aylık buluşmalarından biriydi; özlem vardı, bir tedirginlik, ertelenmiş, sahiplenilmemiş şeyler…

Adam kafelerden birine yönelecek oldu, kadın ona kıyıdaki boş bankı işaret etti. Adam kadının yüzüne baktı, uzun süre birlikte olanlar öyle bakmazlar; adam kadının yüzünü taradı, her milimetre karesine ayrı ayrı baktı, sonra yeniden toplu bir bakış; gülümseyerek olumladı bu yüzü, içine çekti. Elindekinin kıymetini bilen bir bakıştır bu, sadece geçmişin özlemiyle dolu değildir, özlemini harcarken gelecek için de tasarrufta bulunan bakış; gördüğünü depolar, istemese de böyledir. Kadın sanki adamın dikkatini dağıtmak için (hayır tek taraflı değil, kendi dikkatini de dağıtmak için) gülerek başını iki yana salladı ve banka yöneldi.

Hemen önlerinde, ayaklarının altında demir bir halkaya bağlı boş bir kayık dalgada salınıp duruyordu ve tepelerinde mehtap vardı. Belki daha önce gördükleri mehtabın aynısı ama banka oturunca onu birbirlerine göstererek manzarayı tamamlayan bir şey olarak yeniden fark ettiler.

Bankta oturan iki sevgili… Dur burada. Bank… Bir mekân... Kamusal alanın sebil eşyalarından biri ama iki sevgili oturunca alabildiğine özelleşiyor, daha da ötesi mahrem. Kaçamak yaşayan iki sevgili için birden yuva haline geliyor bank, etrafta dolaşan ne alırdınız diyen garsonlar yok. 

Ama daha da özel bir şeyler var bu bankta. Rıhtımın tam kıyısındalar, önlerinden geçen kimse de yok ve sırtlarını insanlara dönmüşler, ufka bakıyorlar, ta uzakta adaların ışıkları.



Kadın başını adamın omzuna yasladı, ayın ışığında, suyun yansıyan alacasında kadının yüzü bir başka güzeldi. Tanrım çok güzeldi. Birkaç adım attım, arkadan iyice yanaştım onlara.

Kadın, “Böylece sonsuza kadar durabilirim” dedi…Duyup duyabildiğim bu kadarcıktı ama yetti, kahrolası hayat basitti işte…














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder