16 Eylül 2015 Çarşamba

Bayrak




Müfettiş çocuklara sorar:
-Bayrağımızdaki kırmızı renk neyi temsil eder?
Çocuklar hep bir ağızdan:
-Şehitlerimizin kanınııı!..

Peki bu beylik müfettiş sorusu neyi temsil ediyor acaba?

Şehitlerimizin kanının bayrakta temsilinin çocuk zihninde nasıl uyandığını anlamak için biraz  Piaget  çalışalım.

“Çocuk, anlamadığını anlıyormuş gibi göstermekte çok ustadır.”(1)

Bu soru Kisssinger’in vaktiyle gazetecilere dediği gibi ‘Vereceğim cevaplara sorusu olan var mı?’ türünden bir sorudur. Cevap sorudan önce gelir ve soruyu temsil etmez. Soru ve cevap bir bütün olarak kendi düz anlamını da temsil etmez. Çocukların “doğru” cevabı bilmesiyle elde edilen anlam sadece onaylanmadır. Oysa büyüklerin onaylanması, çocukların “doğru” cevabı bilmesiyle yaşadıkları tatminin ardında gizlenir. Soru-cevap bu çifte onaylanmanın dışındaymış gibi görünür. Çocuğun ‘anlamadığını anlıyormuş gibi göstermesindeki ustalığı’, müfettişin “doğru”nun ancak tekrara dayalı sıkıcı yapısını mesleği gereği anlamamasıyla çakışır.

Çocuk bayrağın kırmızı renginin şehitlerin kanını temsil etmesinden şunu anlar: Bir bez parçası ölen şehitlerin kanına bandırılır ve bayrak olur.

İşin ilginci yetişkinler de benzer bir şey anlarlar: Şehitlerimizin kanıyla sulanan bir meydana bir akşam ay ve yıldızın yansıması düşer ve bayrağımızın şekli oluşur. Bu hikâyede kafkaesk şekilde zaman ve mekân yoktur.

Her iki algılamanın da duyumun hizmetinde görünmesi tuhaf. Ama bu bir görünüm sadece. Aksine duyum algının hizmetinde. Çocuk “doğru” cevabı bilirken yetişkinin dünyasına katılıyor ama, yetişkin de çocuğun algısıyla eşitlendiği için indirgemeci bir bedel karşılığında oluyor bu.

“(…) bu nedenle de duyumlar, oluşturucu değil, oluşturulmuş öğelerdir.” (2)

J. Piaget soru-cevap ilişkisinde klinik incelemede gözlemlenebilecek beş tepki türü saptar.  Bu tepkilerden biri konumuzla ilgili olanı: “spontan inanç”; çocuk soruya cavap vermek için akıl yürütme ihtiyacı hissetmez, formüle edilebilir basmakalıp bir cevap verir. (3)

Türkiye’de işlenen bu spontan inanç kritik zamanlarda bayrakların evrensel temsil yeteneklerinden farklı olarak yerel temsilde aşırı bir “sevgi” nesnesine bürünür.  Sanki bayrağa gösterilen aşırı sevgi, diğerlerinin sevgisini ölçen bir vatandaşlık sınavı haline gelir. Aşırı "sevgi" ve diğerinden nefret iç içedir.  Taşınan bayrak gibi, elde tutulan hem bayraktır hem de sopa.  Tam da bu davranış bayrağı ulusal birliğin sembolü olmaktan uzaklaştırır ve bir kabilenin  totemi yapar. Totem bir şeyi temsil etmez, aptalca kendisidir.


(1)  Jean Piaget, Çocukta Dil ve Düşünme, Çev. Sabri Esat Siyavuşlugil, s.83, Palme Yay., Ankara, 2007
(2)  Jean Piaget, Epistemoloji ve Psikoloji, Çev. Seçkin Cılızoğlu, s. 68 Havass Yay. İstanbul, Aralık 1980
(3)  Jean Piaget, Çocuğun Gözüyle Dünya, Çev. İsmail Yerguz, s. 15, Dost Yay. Ankara 2005




2 yorum:

  1. yazdıklarınızın çoğunu okudum, kesinlikle psikoloji bilen ya da o alanda çalışan biri olmalısınız, ya da hayatın ayrıntılarını en sizin kadar ii anlatan bir edip cansever okuru.

    YanıtlaSil
  2. Edip Cansever'i okurum ve severim, bu doğru. Ben Ruhi Bey Nasılım şiirini defalarca (abartmayayım, iki bilemedin üç kez diyeyim) okudum. Gözlem için değer verdiğim başka yazarlar da var tabi, ama bilgece olanı sanıyorum insanın kendini gözlemlemesi, kendini utandırmayı göze alarak... Selam ve sevgiyle...

    YanıtlaSil