13 Ekim 2015 Salı

Diktatör Paradoksu



Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö'yü ağırlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, görüşme sonrasında ortak basın toplantısı gerçekleştirdi. Yabancı bir gazetecinin sorduğu "Halk sizden korkuyor. 'Diktatör' olduğunuzu söyleyenler var. Ne diyorsunuz?" sorusuna "Diktatörün olduğu bir ülkede herhalde böyle bir soru soramazsınız.” dedi. 

Bu bir diyalog mu, yoksa retorik bir soru üzerinde saltanat sürmek mi? Konuşma bir soru-cevap şeklinde, diyalog haliyle değil de monolog olarak yeniden kurulsa yeridir, o zaman şöyle bir cümle çıkar: ‘Benim diktatör olduğumu söyleyenler var, diktatörün olduğu bir ülkede bunu kim söyleyebilir ki?’

Buna hazırcevap bir retorik olarak bakmayalım sadece. Bir klişe bu elbette ve klişelerde cevvallik arayanlar bunu abartılı bir iltifat için yaparlar. Cumhurbaşkanı benzer bir soruya daha önce de aynı şekilde cevap vermişti. Hatırlıyorum. Başka ülkelerin devlet başkanlarına da benzer sorular sorulmuş, benzer cevaplar verilmiştir. Burada patinaj yapmayalım. Ama bu klişenin konuşanları aşan ilginç bir mantığı var, bir söz oyunu bu ve oyun böyle kurgulanınca cevap veren konuşmanın akışını kesmiş oluyor. Bakın konuşmaya tek taraflı son veriyor demiyorum, konuyu bitiriyor. Müsamerede son sözü söyleyip galip gelmek gibi. Nakavt.

Elimde Michael Clark’ın ‘Paradokslar Kitabı’ var, daha önce okuduğum bölümleri şöyle bir karıştırdım yukarıdaki paradoksa birebir uyan bir paradoks yok. Ama öncelikle yukarıdaki konuşmanın bir paradoks olduğunu açıklamam gerekiyor. Şunu hemen baştan belirteyim, paradokslar bizi çözümsüzlüğe itmez, paradoksa ilişkin soracağımız soru böyle birbiriyle çatışkılı iki önermenin nasıl bir arada bulunabildiği değil, nasıl kafamızı karıştırdığıdır. Algımız nasıl birinden diğerini seçmeye eğilimliyken hep aynı çıkmaza düşer? Bu önermeler içinde belli bir kavramı aklımızda bir kerteriz olarak, bir sabite olarak tutarız ve bunun farkına varmayız, sorun tam da buradadır oysa.

Mesela ‘Hovarda Paradoksu’: Yaptığınız kötü bir şeyden utanmak, utanmazca davranmaktan iyidir. Ama utanç duymaktan ötürü kendinizi iyi hissederseniz, bu, utanç duygunuza gölge düşürür… Utanmazca bir iş yapmakla bir duygu olarak utanç eşleşince sanki ortaya bir erdem çıkacakmış gibi bir formüle dayandırırsanız önermeyi  paradokstan kurtulamazsınız. Burada paradoksu güçlendiren, sırf erdem adına kendi utancı için teyakkuzda olan özbilincin bu “iyi” sayılabilecek aynı utancın ayağını kaydırmasıdır. Ama utanç zaten özbilinçle deneyimlenebilen bir duygu değil. Utancınızı bizzat kendiniz analiz etmeye kalktığınızda utanç olmaktan çıkıyor, yani utancınızı ele almaya utanmadığınızda ve üstelik bu utancı duyduğunuz için “iyi” tarafta olduğunuzu size telkin eden uyanık bir tarafınız varsa. Yani utanç bu durumda duyduğunuz şey değil, yendiğiniz şey oluyor. Bir süreçten geçtiğimiz halde kavramın da aynı kaldığını düşünüyoruz.

Yukarıdaki diyalogun paradoksu şurada: Ortada bir diktatör varsa ona diktatör diyemezsiniz. Eğer ona diktatör diyebiliyorsanız ortada diktatör yoktur… Ama bu mantık tam da yakındığı şeyi talep etmez mi? Şimdi birinci tekil şahısla devam ettirelim mantığı: 'Benim diktatör olduğumu söyleyin ki, diktatör olmadığım anlaşılsın…' Saçma. Bu mantık kendini diktatörlükten feragat üzerine mi kuruyor, yoksa lafı ben diktatör sözcüğünün içini dolduracak her şeyi yaparken siz de varın bana “diktatör” diyerek kendinizi özgür hissedin demeye mi getiriyor?.. Bence feragatin narsisistik bir yatırıma dönüştüğü kurgusal bir eşik burası. Burada “diktatör” sözcüğünün kötü izlenimi üzerinde uzlaşılmış gibi görünüyor. Ya diktatör olmaktan ve bu sözcüğün kendisi hakkında kullanılmasından gizlice haz alan biri varsa karşımızda?.. Yani paradoksun bütün yükünü 'diktatör' sözcüğünü dile getirene yıkarak. Öyle ya, eğer ortada bir diktatör olsaydı 'diktatör' sözcüğü korku yüzünden bu sözcüğü kullananın ağzından çıkamazdı. Bu durumda paradoks şöyle olur: Eğer 'diktatör' diyorsanız, ortada sizi korkutacak kadar bir diktatör yoktur, eğer demiyorsanız bu zaten diktatörün hem olduğunu gösterebilir hem de olmadığını... Her halükârda paradoks 'diktatör' diyenin değil, diktatörlükten hoşlanan ve olamayan (korkuyu hep yeniden üretmek zorunda olan) diktatörün paradoksudur. Bir devlet başkanına 'diktatör' diyebilme gücü devlet başkanının saldığı korkunun yetersizliğiyle açıklanabilir tabi, ama rasyonel olan söyleyenin cesaretiyle açıklamaktır.

İletişim kanallarına konulan sansür yüzünden, diktatörlük, 'diktatör' diyenlerin cesaretlerinden kamuoyunun haberdar olamadığı durumla ilgilidir ki, devlet başkanının bu monologu zaman zaman  dış bir soruyla diyalog kılığında görünür... Yani gerçek-diğeri’nin cesaretini dolayımlaştıracak güçtür diktatör, cesareti gösteren yoktur burada, vekaleten dile getiren vardır. Yani,  tam da bu çatlak seslerin olmadığı ortamın kendisi olarak diktatörlük.

Ama yine de gizli bir paradoks her şeye yön veriyor: Hiçbir diktatör günümüzde ‘diktatör’ sözcüğünün tasarrufuna sahip değil. Ben diktatörüm diyemiyor. ‘Diktatör’ sözcüğünün kötü izlenimi üzerinde uzlaşmak zorunda: Bir diktatör, ben diktatörüm dediği zaman diktatör olamaz, diktatör olduğu zaman ben diktatörüm diyemez… Cumhurbaşkanı kendisi dışında dilin evrimiyle gelişen paradoksa tabi, asalakça...Yoruldum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder