15 Mayıs 2017 Pazartesi

Dağ Başı




Doğanın arsızca değiştirildiği çağımızda solcular var olanı korumak gibi bir misyon üstleniyor. Asıl payeyi “değişim”e vereceksek mütekabiliyet gereği bu durum solcuların kendisini de değiştirmesine bağlı bir dramı barındırdığı için böyle. Biraz kendi kabuğuna çekilmek, biraz sessizlik, biraz küskünlük; başka türlü olmuyor. Eskiden dağ başı bir metafordu, alıp başını gitmeyi çağrıştırıyordu; ta orada yaz kış karı erimeyen gösterilebilir bir yer, ama sadece sözünü etmek için. Teknoloji bizi dağ başına götürdü ama o makbul metaforunu da yok etti. Artık dağbaşı (evet bileşik sözcük haliyle) yok.
Ali ve eşi Aysim’i yıllar önce Antalya Kaleiçi’nde tanıdım. Ortak tanıdıklarımız vardı. Kamber Abi’yi severdi. Aynı insanı aynı sebeplerle seversen ilişkide üst bir bağ kurulur, öyle… Heyecanlı, davudi sesiyle hatırlıyorum onu, konu açma sıkıntısı çekmezdi. Sonra Dedeman Oteli’nin aşağılarında genişçe bir bahçesi olan bir pansiyon işletti. En son orada gördüm. Finike’de dağ başına yerleşmiş, Ali Babanın Çiftliğini kurmuş. Dağda taş ocakları işletip ağaçları katleden vahşi kapitalistlere (Ortadoğu'nun doğa düşmanı mutantları) karşı köylülerle birlikte mücadele veriyormuş.
Ölüm haberini aldığım sırada Türkçe dersinde Bin Elli Yaşındaki Ağaç başlıklı bir metni okuyorduk çocuklarla. Metne konu olan sedir ağaçları Ali ve eşi Aysin’in yaşadığı bölgedeydi. Devletin iki yüzü geldi oturdu karşıma… Devlet bir taraftan vatanın kutsiyetiyle dağbaşını o eski metaforun hatırına çocuklara yutturuyor, bir taraftan da bin elli yaşındaki ağaçları katletmek için taş ocaklarına ruhsat veriyor… Diğer taraftan da bizi psikopat bir katille dostlarımızın ölümü arasında tuhaf bir denkliğe inandırmaya çalışıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder