28 Ekim 2017 Cumartesi

Görünüş, Özdür



Haberin başlığıyla anlattığı olay arasındaki mesafe, tereddüt; hatta çekinmeden kafa karışıklığı diyeyim. Haberin içeriği tam da bu zaten. Daha açıkçasını haberi okuma sürecini öğelerine ayırarak söyleyeyim: Başlık beni kendine çekiyor. Neden çekiyor? Hayret duyguma sesleniyor çünkü. Ama birbirinden farklı iki hayret duygusunu art arda uyandırınca başarıyor bunu. Tuzağa düşüyorum. Başlıktan sonra okuduğum haber metninin başlıkla çelişmese de birinci hayret duyguma yakışmayacak biçimde sıradan olduğunu anlıyorum.

Bu ikinci hayret duygusunun bir tür hayal kırıklığıyla; öte yandan anlatılanlarda başlığı yalancı çıkaracak hiçbir şey yokmuş hissiyle baştaki güçlü hayret duygumu söndürmesi  ilginç. Haberin içeriği denilen şey algımızı sürükleyen bu labirent işte.

Şimdi haberin başlığını okuyorum: Çin Füzesi ABD Tankını Yok Etti.

Bu başlıkta bir tatmin yok mu? Haset üzerinden gelen bir intikam. 

Kahrolsun ABD diyen bir yanımız hazır zaten. Vurdu ya da isabet etti değil ‘Yok etti’…. Sürecin ikinci ayağı başlıktan sonra bir beklenti içine girmemizle başlıyor. Şahsen benim kafamda bir sahne hemen uyanıyor: ABD tankının mevzilenebileceği en yakın coğrafik konum Çin’in Vietnam sınırı. Geri plandaki bilgim bu mizansenle uyumlu. Vietnam epey zamandır Çin’le toprak sorunlarından ötürü ABD’nin kendisine uyguladığı silah ambargosunu kaldırması için uğraşmıştı. 2015 yılında Vietnam, ABD ile Ortak Vizyon Anlaşmasını imzalamıştı. ABD ile Çin’in doğrudan karşı karşıya geleceği yer orasıydı. Çin, Vietnam sınırından tampon bölgeye giren ABD tankını füzeyle vurmuştu. Süper iki devlet arasında dünya barışını tehdit eden ciddi bir sorun. Hemen devamını okuyalım... Peh! Haber metni bu hayalimi boşa çıkarıyor. Meğer Peşmergelerin elinde olan Çin füzesi Irak’ın elinde olan ABD tankını vurmuştu. İnsanlar arasındaki savaş sanki nesnelerin menşei arasındaki savaştı. Sanki ABD ve Çin Irak’ta düzenlenen silah fuarına katılmışlar ve gösteri yapıyorlardı. Cümleyi ‘sanki’yle şartlasak bile bunun gerçeğe hiçbir zararı yoktu. Absürt olan buydu. Olası bir Kürdistan devletine karşı İran ve Türkiye’yle müttefik olan Irak’ın ABD tankına, ABD’nin el altından desteklediği Kürtler Çin füzesiyle karşılık veriyordu. Vekalet savaşı ama sanki silahların müvekkil ilişkisi sürekli değişiyordu. Bütün bu karmaşayı başlık sadeleştiriyor ve aşağılık yanımıza sesleniyordu: Kahrolsun imrendiklerimiz!




Çin füzesi, ABD tankını yok etti


ABD yapımı M1A1 Abrams tankı, Çin yapımı HJ-8 füzesiyle vuruldu.
(Sol gazetesinin 27 Ekim 2017 haber başlığı)


                                                                 *  *  *

Augustinus İtiraflar’ının henüz ilk sayfalarında 16 yaşındayken arkadaşlarıyla karıştığı bir olayı anlatır. 

Bağımızın yakınlarında bir armut ağacı vardı, armutlar öyle iştah açıcı da değillerdi. Ben ve bir sürü genç gece yarılarına kadar alanlarda oynadık. Gecenin karanlığından yararlanarak armut ağacının yanına gittik ve ağacı silkeledik ve düşen armutları topladık.” (1)

Augustinus bu ergenlik kabahatini abartarak kendini hırsız diye suçlar. Kendine karşı bu cüretkâr kıyımda ilginç bir kurnazlık vardır aslında. Bir kere bu “hırsızlık” itirafına tam 7 sayfa ayırır. Kendini o kadar suçlar ki Tanrı’ya bir şey bırakmaz. Böyle diyeceğiz ama biraz dikkat edince itiraf etmenin bundan çok daha öte bir amacı olduğunu anlarız. Nihayetinde Tanrı’nın bildiği bir günahı itiraf etmiş de sayılmazsınız değil mi? Augustinus da insanlara itiraf ediyordu?

Hangi insanlara?

Bunu tesadüfen Michael Parenti’nin Gizem Olarak Tarih’ini okurken buldum. İsa’nın çileci, yoksul ve bağnaz takipçilerine kendilerini beğendirmek isteyen varlıklı kilise liderleri kendi zengin köklerini küçümser göründüler. Augustinus da başlarda, Hippo piskoposu olarak görev yaptığı sıralarda şu duyuruyu yaptı: “Pahalı bir giysi… bir piskoposun giyeceği bir elbise olarak kimi zaman bana hediye edilebilir, ama bu, fakir bir ana babanın kendisi de fakir olan oğulları Augustinus’a yakışmaz.”(2)

İtiraflar’ını okurken anlıyoruz ki Augustinus hiç de fakir değilmiş, ailesinin bağı bahçesi varmış. Bunu güzelce itiraf ediyor, “bağımızın yakınlarında” diyor. Sahiciliğin tam da daha önce söylediği bu yalanı itiraf etmeye dayanması gerekirken, armut çalma itirafındaki abartı diğerini gölgede bırakıyor. İtirafın işlevi doğrular arasından seçim yapmaktır.


İnsanlar matbaanın icadından önce kime yazıyordu?..

(1)Augustinus, İtiraflar, Çev. Dominik Pamir, s.35, İst. 1997
(2) Michael Paranti, Gizem Olarak Tarih, Çev. Ali Çakıroğlu, İst. 2004



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder