5 Kasım 2017 Pazar

Cam Filmi Yasağı...





Devletin güvenliğiyle milletin güvenliği karşı karşıya. Bu tuhaflığı daha da derinleştiren ve beni klavyenin başına oturtan haber Konya’dan geldi.

Konya'da bir yıl önce 400 bin liralık yatırım yaparak, otomobil cam filmi için iş yeri açan ve 10 kişiye istihdam sağlayan Durmuş Koç cam filminin yasaklanması nedeniyle iflasın eşiğinde.” (02.11.2017 tarihli gazetelerin haberi)

Konya bu haber için neden ilginç? Şimdilik Konya’nın mutaassıp bir yer olduğunu aklımızda tutalım.

Arabalarda cam filmi neden yasaklandı? Devlete millete zararı ne?

Bilinen resmi gerekçe cam filminin terör saldırılarına kolaylık sağlaması ve sürücünün görüşünü kısıtlaması. Yani güvenlik sorunu.

Arabalarına cam filmi taktırmış sürücüler ve cam filmi üreticileri ise cam filminin ultraviyole ışınlarından ve dışarıdan gelebilecek saldırılardan koruduğunu söylüyorlar. İlave edeyim, cam filmi camın darbeye karşı tuzla buz olmasını önlüyormuş, ben de yeni öğrendim. Yani onlarınki de güvenlik sorunu. Madem güvenlik sorunuyla yasaklanıyor, arkası kapalı panelvanları, kamyonetleri, kamyonları ne yapacaksınız? Haklılık terazisinde sivil vatandaşların kefesi daha ağır basıyor.

Ama peşin söyleyeyim bu yazı ‘Cam Filmi’ başlığı taşısa da konunun taraflarca tartışmasına hakemlik vaadinde bulunmuyor. Bu yazı cam filminin bir yıl arayla hem serbest bırakılması hem de yasaklanması dolayısıyla biraz antropoloji, biraz dilbilim, biraz da felsefi deneme kokteyli. Buyurun bakalım.

Yasaklama nedeniyle, insanların bu cam filmini kullanma nedeni arasında bir çakışma olması gerek. Güvenlik kavramı bu çakışmayı sağlamıyor, birinin güvenliği diğerine tehdit olduğu için değil, kavram totolojiye dönüştüğü için sağlamıyor… O zaman bir art dil var. Yasaklama nedeninin bu art dilini deşifre etmek istiyorum.

Cam filmi özel yaşamı mahremiyete dönüştürüyor. Bu iddiamı bir ara başlık kabul edin.

Özel yaşam: privacy(ing.), privatsphare (alm.)
Mahremiyet: intimacy (ing.), intimitat (alm.)

Biraz açıklayayım. Bu iki sözcük genellikle yakın anlamlı, hatta eş anlamlı kullanılır. Bu iki sözcük bırakın akrabalığı konumuz açısından düşman bile sayılabilirler. En azından benim niyetim fesatlık edip aralarına nifak sokmak.

Özel yaşam; bedenin dış mekânda sahip olduğu alanın bir dokunulmazlık kazanması… Mimariyle başlar, günümüz teknolojisi ekipmanlarıyla devam eder: kendine ait oda, dolap, çanta, cep telefonu, ajanda, günlük, ev, ofis, facebook… Sosyal sözleşmelerle emniyete alınır. Özel hayatın çok eski bir tarihi yok, Rönesans’tan sonra üst sınıflarda başlayan bir akım diyelim. Evet önce bir akım, sonra ihtiyaç. Pantolon gibi.

Mahremiyet;  bedenin bizzat kendisidir. Bedenin örtünmeyle dış imalarının sınırlanması. Burada örtünmeyi mecaz anlamıyla da kullandığımı belirteyim. Örtünmeyle ayıp yerler görünmemekle kalmaz (elbette örtü çoğaldıkça ayıp yerler de çoğalır), diğerine yasaklanır da. Yasak, örtünmede bu çift vurguyla güçlenir; göstermek de yasak bakmak da...

Mahremiyet sözcüğünün İslamiyet’te daha özgün bir anlamı var gibi. Mahremiyetine dokunmak denir,  alabildiğine geniş anlamda. Bir kadının transparan hali kendi mahremiyetini aşmasıyla değil, diğer örtük kadınların bedenini ifşa ettiği için mahrem sayılır. Kızlı erkekli bir arada kalıyorlar diye öğrenci evlerine baskın yapanları düşünelim, aynı mantıktan geçinirler. Yetkililer; apartman veya mahalle, ilgili evin dışında kalan ailelerin mahremiyetine dokunduğu için bu baskınlara hakları olduklarını söylerler.  Mahremiyetin korunması adına özel hayatın saldırıya uğradığı bu durum ancak Ortadoğu ülkelerinde görülür. Bunu yazarken aklıma başka bir örnek geldi. İran’dan Pakistan sınırını geçen Özcan Yurdalan gümrük binalarının olduğu alanda işemek için tuvalet arar bulamaz, sonra yakınlarda derme çatma metruk bir binanın bu iş için kullanıldığını öğrenir, tuvalet demeye bin şahit lâzım pis bir köşeye işerken arkasından bir Pakistanlı yanaşır ve sert sesle “Müslüman değil misin sen?” diye sorar, “Müslümanlar ayakta değil çömelerek işer. Günah değil mi bu yaptığın?” (1) Bölmeli tuvalet inşa edip her bireye özel alan (privacy) tahsis etmek yerine, ayakta işemenin Müslüman ahalinin mahremiyetini taciz ettiğini söylemek. Sosyal alınganlığın böylesi. Bu yüzden Müslüman ülkelerde pisuvar tartışması hiç bitmez. Önünde duran için pisuvarın geçici bir süre özel mekân olduğunu anlamazlar. Bu kafaya göre erkek çömelerek işerken güya seksüel kimliğini kaybeder. Aslında görünmezlik… çömelip işerken beden kendi kabuğuna çekilir, mahremiyeti bir utanç şablonu haline getirir (bakanı da utanç eşiğinde bırakan bir feminen duruşla). Ayakta işemede ise güya bir meydan okuma vardır, utancı kendisine bakanla paylaşır. Ama her iki davranış bu kontrast içinde gerilimli bir anlam kazanır... Neyse buraya fazla takılmayalım.

Otomobil yarı özel-yaşam mekânı. Gerektiği yerde güvenlik görevlilerine açık. Camlardan içerisi göründüğü için herkesin bakışına da açık. Otomobil, erotizmi zaten bu yarı açıklığın verdiği teşhir gücünden almaz mı? Otomobilin cam filmiyle büründüğü tesettürle kazandığı erotizm ise başka. Dilin söylemekten imtina ettiği nesnellik iki kesimi uzlaştırıyor burada. Bir videoda izledim, bir sürücü otomobiline cam filmi taktırma nedenleri arasına kızının, eşinin otomobil içinde dışarıdan görünmelerini istememesini de katıyordu. Erkekler başlarının belaya girmemesi için cam filmiyle kadınlarını katmerli bir tesettüre sokuyorlardı yani. Mutaassıp çevre için son derece uygun. Ama öte yandan kaçamak yapan çiftler sevişmelerini, oynaşmalarını cam filminin aynı tesettürüyle emniyete alıyorlardı. Buna tesettürün ikilemi diyelim. Cam filmi müşteri portföyünü kendiliğinden zenginleştiriyordu. Kaçamak gerçekleşmese de gerçekleşme ihtimali için bir ön yatırım sayılabilirdi. En kötüsü için de yatırımdı: kaçamak hiç yaşanmasa bile olmayan bir sevgiliyi gizleyebilirdi (sadece varlığını değil yokluğunu da gizleyen... işleve bakın, daha ne olsun). İşte suskunluk bu oksimoron uzlaşının bedeli.  Diğerinin görmesine değil hayal gücüne seslenen bir erotizm iş başında burada. Çiftlerin cam filminin koruyuculuğunda arabanın içinde yaptığı icraat devletin iffetine dokundu. Cam filmiyle trafikte dolaşan, yol kenarında park eden, bulunduğu yeri “müsait” yere dönüştüren kara yağız otomobillerin cinsel teröründen söz ediyorum.

Cam filmini bizi Madam Bovary'ye götürecek bir zaman makinası olarak kullanılabiliriz. Madame Bovary’nin yayımlanışından hemen sonra yasaklanma gerekçesi Emma’nın sevgilileriyle etrafı kapalı faytonda zina yapmasıydı. Emma’nın zina yaptığı mekân, bütün faytonları zan altında bırakmıştı. Fayton dedik ama aslında doğru ad pencereleri ve üstü kapalı bir fayton çeşidi olan Landau. Faytonların zan altında kalması Flaubert’in suçu değildi elbette, Flaubert bu tür faytonu zina simgesi olarak da görüyordu. (2) İroni mi dersiniz bilmem Hamburg’da Madam Bovary’nin yayımlandığı yıl, cinsel ilişki amacıyla araba kiralanabiliyor ve bu arabalar Bovary adıyla biliniyordu.(3) Recaizade Mahmut Ekrem’in Bihruz Bey’i (Araba Sevdası) de bu landau arabalarının kurbanıdır aslında. Landau yarı müstehcen bir sözcüktü. Şöyle de diyebiliriz: gerçek yalın haliyle o kadar da müstehcen değildir, dil müstehcendir. Landau'ları yasaklamaktansa Madam Bovary'i yasaklamak daha ekonomikti.

Cam filminin yaydığı başka yan anlamlar da var tabi. Araba sahibinin lehine statü bulanıklığı sağlıyor. Gizemleştiriyor. Mafya imajı tam da bu bulanıklaşmayla faydalı hale geliyor. Gizemin tehlike boyutu cinsellik boyutuyla müttefik. Güvenlik görevlileri cam filmli arabaları kontrol edince neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlar; zengin, nüfuzlu birileri mi, iş pişiren birileri mi (bu durumda otomatikman utanç tarafına düşüyorlar)? Bir de içeriyi görme çabasının küçük düşürücülüğü vs.

Şimdi… hal böyleyken iki taraf da cam filminin bu asli cinsel rolüne ilişkin tek laf etmiyor. Bu suskunluk ya da varsaymamak neden acaba?

Rumelifeneri’ne giderken Koç Üniversitesi’ni geçtikten yaklaşık iki yüz metre sonra yol hem sola doğru keskin bir virajla kırılır hem de sağa doğru eğimli bir alana açılır. İzbe bir yerdir burası. O zamanlar cam filmi falan yok, on beş yıl öncesi. İnsanlar arabalarını bankete ya da eğimli alana çekip Boğaz’a doğru manzara kesiyorlardı. Sonbaharda göçmen kuşları gözlüyorlardı. İnsanların orada bulunmalarının meşru nedeni. Ama burası aynı zamanda kaçamak için biçilmiş kaftandı. Çiftler burada aşna fişne ederlerdi. Bir gün devlet geldi buraya bütün giriş yerlerini iptal eden bariyerler yaptı. Nedenini de şöyle açıkladılar: Yolun altına arabalar uçuyor. Özellikle aşna fişne konusuna değinmediler. İşin tuhafı bariyerlere karşı çıkan insanlar da değinmediler. Bu ketum ağız birliği bir uzlaşmaydı aslında. Nesnenin çoğul anlamı (sote bir yer, manzara yeri, kuş gözleme yeri, kaza yeri vb), yasaklamada tek anlama iniyor, bu anlam da başka bir anlamla gizleniyor. 

Bir cam filmi imalatçısı ürünün reklamını yaptırsaydı cam filminin bu cinsel kamuflaj işlevinden söz etmediğini görürdük. Alıcı ve satıcının bu ağız sıkılığı ürünün onurunu korumak için gerekli bir şey. Bu iki suskunluk birbirine benziyor. Güvenlik konusu burada ikame bir dil olarak sorunun üzerine çullanmış durumda ama birbiriyle çakışmıyor. Aradığımız çakışma suskunlukta. Bu, cinsel baskıya tepki olarak gelişen freuden ikame kavramından farklı. Çünkü bu ağız sıkılığının bir dili yok ama yine de bir dil. Çünkü buradaki ikame dil değişim değerinden cam filminin kullanım değerine kaymış; ürünün kendisi düz anlamıyla bir dil olmuş. Dil cinselleştiği anda ürünün kullanım değerine zarar veriyor. Dil halihazırda meşru kullanım değeriyle barışık: güneşin ultraviyole ışınlarından koruyor, hırsızlık olaylarına karşı camın parçalanmasını önlüyor vb. Bu bilginin sakladığı şey cam filminin opaklığıyla örtüşüyor. Yani ürünün meşru düz anlamı ürünün satışının teminatı yan anlama kefil oluyor. Belki şu kusurlu reklam demek istediğimi daha iyi anlatır: Bir zaman önce fındık için yapılan cinsel çağrışımlı aganigi naganigi reklamı fındığın satışını düşürmüştü. Öyle ya cinsel gücümü artırsın diye fındık alacaksam, bu benim cinsel güçsüzlüğümü de ele veren bir şey olmuyor muydu? Hem yarısı kadın olan tüketici kesimini yok saymak pek akıllıca değildi. Fındığın böyle cinsel sağaltıcı etkisi vardıysa bile bu daha meşru faydalarının arasında gizlenmeliydi.

Nesnenin sağladığı ortak değeri dil bozuyor.


Cam filmi cinselliğin  tesettürü

Cam filmiyle gizli olan gösterilen olur. Ama bu gizlilik, gizli olanı arayanın bakışına dönüşür. Yani gizliliğe (cam filmine) bakan kendini görür. Ama yine de gösterilen, bakanın camda yansıyan sureti değildir. Tahmindir. Devletin nezdinde bu durum panoptik bakışı devletin aleyhine çevirir. Görene görünmezlik sağlayan sorgulama odasının ayna-camını düşünelim. Aksine cam filmiyle devlet zanlı pozisyonuna düşüyor. Alın bunu röntgenciyle karşılaştırın. Röntgenciye utanç tarafında olmasını veren şey görmesi ama görünmemesi değildir; görünmemek için çaba sarfetmesidir, saklanmasıdır (saklanırken bedeninin aldığı çarpılma ne gülünçtür). Babam ben çocukken geceleyin penceremizi dikizleyen (tabi bu dikizlemede daha çok kulak faaliyettedir) bir röntgenciyi yakalamıştı. Bunu gülerek anlatmıştı. Muhtemelen röntgencinin çarpılan bedenine tanık olmuştu. Ama burada şöyle bir not düşelim: Röntgencinin izlenen tarafından görüldüğü an, karşılıklı belki bu görme anı kadar kısa süren eşit bir utanç yaşanır. Röntgencinin olay yerinden kaçmasını sağlayan da bu izleneni duraksatan utanç anıdır.

Devlet gözetlerken utanç tarafında olamaz.

Görülmeden görmek bir dikizleme tekniği olduğu halde arabanın cam filmi tam da bu tekniğe icabet ederek dikizleme konumunu karmaşaya düşürüyor. Bununla kalmıyor dikizlenme riski olanın eline dikizleme silahını veriyor. Şöyle düşünün, cam filminin güvencesiyle arabanın içinde iş pişiren çifti görmeye çalışanlar bu halleriyle içerdekilerin dikizledikleri olurlar.

Nesnenin işlevi çoğaldıkça nedensellik de çoğalır. Bir nesneyi satın almanızın birden çok nedeni olabildiği gibi her nedene uygun farklı farklı müşteri de olabilir. Bu anlam çoğalmasına karşı yasak görünüşte genel bir “zarar” ilkesinden hareket eder. Mesela kenevirin yasaklanması keyfin değil zararın yasaklanmasına tekabül eder. Gelgelelim ( bu sözcüğü de ilk kez kullanıyorum, ‘gelgelelim’… gelelim abi) keyif de bu yasak payından en az “zarar” kadar nasiplenir. Keyif hiyerarşiyi bozar çünkü. Yani keyfin toplum disiplinine verdiği zarar da hiç küçümsenemez. Totoloji tam kıvamına geldi işte şimdi: Arabanın tesettürü toplumun mahremiyet güvenliğine zarar veriyor.

19. Ve 20. Yüzyılın sonlarına kadar çalışma hayatını aksatan cinsellik genel bir sosyal disipline bağlanmıştı. Viktoryen tutuculuk sanayi devrimiyle uyuşuyordu. Günümüz dünyasında çalışma hayatı daha gevşek (en azından disiplin inandırıcı değil, daha çok işten atılma tehlikesiyle mobbing gibi uygulamalara karşı psikolojik geri çekilme var), üstelik cinsellik her şeye katışabilen bir meta artık ve her yerden pörtlüyor. Aslında yazının tarihi arka planı da olsun diye tam bundan söz edecektim, yoruldum.

Konya haberinin kendi içeriğini de aşan haber değerini sizin yorumunuza bırakıyorum...

Dinlenme zamanı...


Şu parça güzel…





(1)Özcan Yurdalan, Pakistan Yolculuğu, Om Yay. İst. 2002

(2) Haz. Philippe Aries, Georges Duby, Özel Hayatın Tarihi,  Çev. Ali Berktay, Yapı Kredi Yay. 4. cilt, s. 327, İst. 2008

(3) Julian Barnes, Flaubert'in Papağanı, Çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yay. s. 187, İst. 2001


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder