29 Haziran 2018 Cuma

Seçim İzlenimleri




1109 no’lu sandık. Köyün düğün salonu olarak kullanılan tek katlı binasında toplam beş sandık. Bizimki tam ortada. Sandık başkanı benim. Bir şeyin başkanı ol da ne olursan ol… yok yahu, görev almamak için İlçe Seçim Kuruluna dilekçe vermiştim ama dilekçe falan sökmüyor, iş zorla üzerime kaldı.

Memur üye, özel bir lisede rehberlik öğretmeni. Gözlüklü, güleç yüzlü, entelektüel bir havası var, konuşulacak biri.

AKP üyesi otuz yaşlarında, atletik uzun boylu, kumral kısa saçları önlerden iyice seyrelmiş, mavi gözleri güzel bakıyor.

MHP üyesi, sanki kredi borçlarının günü gelmiş; düşünceli, bıkkın, çekingen. Bilgilerine baktım, Gaziantepli. Bana başkan demeyi o başlattı.

HDP üyesi kızımın sınıf arkadaşının babası. Aynı sandıkta çalışacağımızı önceden biliyordum ama ilk kez karşılaşıyoruz. Bedeni yassı ve enlemesine gelişmiş. Kestirme izlenimim: uzun yıllar inşaatta çalıştığı ve şimdi usta taşeron olduğu.

CHP’li üye eski bir öğrencimin dedesi, ayağından sakat, bir eli devamlı bastonunda. Belli ki sağlam görünmek lehine değil. Vaktiyle hanımı torunu yüzünden benimle kavga etmişti… ta o zamandan bir husumet kırıntısı? Yok galiba…

Ben evrakları doldurmak için kenara çekildim. Onların hepsi yan yana üç masanın arkasına dizildiler. Rehber öğretmen başkan gibi durumu idare ediyor. AKP üyesi tecrübeli.

İş bizi yakınlaştırıyor. İşimizi doğru yapmanın matematiksel tarafı hepimizin üzerinde bir denetmen. Şu kadar zarf, şu kadar oy pusulası. Mevzuat gereği ikinci kez sayıyoruz. Sonuç aynı. Bravo! Birbirimizi tebrik ediyoruz. Biz: MHP’li, AKP’li, HDP’li, CHP’li, rehber öğretmen ve ben hepimiz bir takımız. Af edersiniz Mc Gregor’un Z kuramından etkilenmiş bir Japon gibi konuştum. Ne yalan söyleyeyim hayat bu yakınlığı dayatıyor. Durun, takıma iki kişiyi daha eklemeliyim. Oy ve Ötesi’nden iki genç. Biri zengince, konuştuk Zekeriyaköy’de oturuyor, diğeri Boğaziçi fizik bölümü 3. sınıfta öğrenci. Akademik kariyer yapmak istiyor. Muharrem İnce gibi öğretmen olmaya niyeti yok yani. Asıl hedefi yurtdışı. Cern deneyini konuştuk, Feyman’ı, paralel evreni… kuantuma ilgisi yokmuş, teorik fizik çekiyormuş onu. Fizik bölümü birinci tercihin miydi diye sordum. Evet dedi. İşte bu! Reklamcı pürdikkat dinledi bizi, sorularıyla sohbete yön veren daha çok o oldu.

Bir ara onlara evlendirme programı izliyor musunuz diye sordum. Kafam giriş kapısının yanındaki sandığın başkanına takılmıştı. Adam ilgili programın, taliplisi eksik olmayan jönlerinden biriydi. Belki on yıl oldu. Zamanın yaşlandırıcı etkisini üzerine giydirince tıpkı o. Makine mühendisiydi galiba; mavi gözlü, çene sakallı, beyaz saçlı. Biraz göbek salmış. Normal. Hayır evlendirme programı izlemiyorlarmış. Oy vermeye gelen eşime sordum. Benzetemedi. Tahminim tutarsa sevineceğim. Bunun önceki güne ait bir nedenini söyleyeyim şimdi. Bu adam sandıkları ve oy kabinlerini hazırlamaya geç geldi. Geldikten sonra da hiç yardım etmedi. Teklif dahi etmedi, siz yapıyorsunuz zaten dedi, çekti gitti. Onun sandığı oylamaya geç başladı. Oh olsun, sorunlu bir sandık; titiz adam… sürekli bir çekişme, itiraz, ağız dalaşı.

Sayıma geçtik. Zarflar tamam, oy pusulaları tamam. Bravo! Zarfları söküp oy pusulalarını ayırırken solumuzdaki sandığın başkanı emekli öğretmen kadın (tanıyorum kendisini) oy pusulalarını okumaya başladı. Hıza bak. Bu beni telaşlandırdı. Rehber öğretmen, hep söylüyoruz çocuklarınızı yarıştırmayın diye, sonra böyle oluyor, dedi. Güldüm. Oy pusulalarını mevzuat gereği ben okudum. Sesime yabancılaştım. Bağırınca hep böyle olur. Ses tonumu her cumhurbaşkanı adayı ve partiler için adil biçimde ayarlıyordum ama sesimin bana ait tınısından da uzaklaşmıştım. Su getirin bana dedim… Nihayet bitti. Ne gerekiyorsa el birliğiyle hallettik. İçten içe herkes bir şeylere üzüldü sevindi. Ben bir şeylere küfrettim ama küfrettiğim insanlar arasında sandık üyeleri yoktu. Dedim ya biz bir takımdık.

Kapının yanındaki sandığın işleri bizden bir saat sonra bitti. Çuvalları teslim etmek üzere ben, emekli kadın ve sağımızdaki sandığın başkanı Oflu aynı arabaya bindik. Oflu kapının yanındaki sandığın başkanına takmış benim gibi. Evlendirme programı izledin mi hiç dedim ona. İzledum dedi. O adamı tanıyor musun hani diye devam ettim. Ula tanirum dedi. Bi İranlu kızu almuştu, sonra geru geturdu. İşin o kısmını bilmiyordum ama evet dedim. Oflu bütün Oflular gibi alem adam. Yolda otostop çeken üç gence sidirin la dedi, ayağını yerden kesmiş birinin muzipliğiyle yaptı bunu. Ters yola girmiş bir şoföre bağırdı. Devamlı ekşın halinde bir Oflu… neyse sandıkları teslim ettik aynı ekip geri dönerken bizim titiz başkana rastladık. Ofluya, sorsana ona dedim. Tamam sorayrum dedi, ne soracağum? Mesleğini sor dedim. Tamam dedi. Sor ki eğer makine mühendisiyse bu akşam rahat bir uyku uyuyalım dedim. Sormadı, utanayrum dedi. Galiba soru değil de yönlendirmem utandırdı onu. Arabamıza bir CHP’li kadın bindi. Islak imzalı tutanakları Sarıyer’de partisine teslim etti, geldi. Seçim sonuçlarını cep telefonlarından takip ettikçe tepkilerden anlaşıldı ki şoför de dahil herkes CHP’li. Yalnız Oflu ihtiyatlı. Emekli öğretmenin kızı aradı, kızına doğru değildir kızım dedi, daha sandıkları yeni teslim ettik, geçen seçimde de böyle olmuştu. Kızı ağlıyordu. AKP’liler arabalarla kutlamaya çıkmışlardı, kadınları gördüm, başı açık, kapalı kadınları. İster istemez sahil yolundaki AKP ilçe binasının önünde  kalabalıkta durduk. Yine kadınlar ve halay çekiyorlar. Tuhaf bir modernizm. Öyle ya da böyle modernizm kadın bedeni üzerinden geliyor. Bunun AKP aracılığıyla gelmesi çok daha tuhaf. İki aşamalı bir modernizm. Önünde daha modern olanın örneği durduğu ve ona karşı çıkabildiği için kendini gizleyebilen modernizm… alt modernizm…

Arabaya sonradan binen CHP'li kadın siz renginizi hiç belli etmediniz AKP'li misiniz yoksa diye sordu bana. Güldüm. Sizin gibi hayal kırıklığı yaşamıyorum dedim. Güçlü görünmek istediğimden değil diye de ilave ettim. Sonra şoför söze girdi, matbaanın icadından başladı...