3 Temmuz 2018 Salı

Sınav İzlenimleri



Üç saat ne yapacağım ben? Kitap okumak yasak, evraklar dışında yazı yazmak yasak, bulmaca çözmek, soru kitapçığı karıştırmak, volta atmak, uzun süre pencereden bakmak yasak.


Gözetmene sınıftaki tek sandalyeyi işaret ederek sırayla otururuz diyorum. Gözetmen, gelmeyen öğrencilerden birinin sırasını şuraya çekerim ben şimdi, dün de öyle yaptım diyor. Yayla kadınları gibi yanakları kırmızı. Mahcup kadın... Çekingenliğimin tek panzehiri: mahcup bir kadın. Sınıfın dip tarafında duvara asılı resme bakarak dört mevsim değil mi şu diyor. Dört mevsim sözünden önce bir yerde Vivaldi’nin malum parçası çalıyor da ben mi duyamıyorum diye bir yanılsamaya kapılıyorum. Görmekle kulak vermek arasında bir anlık tereddüt. Evet diyorum, şaşkınlığımı hemen eleyerek. Sanki ondan önce de biliyormuşum gibi. Dün bu resme bakmış, soyut resim herhalde demiştim. Şimdi dikkatli bakınca (bu dikkatte benim payım yok tabi) altta bir ev ve önünde bahçe olan resmin aynısının kare şeklindeki çerçevenin her kenarında mevsim özelliklerine göre farklı farklı renklendirilmiş olduğunu görüyorum. Mevsim değiştikçe çerçeveyi saat yönünde değiştiriyorsun.


Sınav poşetinden çıkan ve sonradan kullanmamız gereken lastikleri masanın üstünde duran iri ahşap küpün çevresine geçiriyor. Küpün işlevi bu muymuş diye soruyorum. Hayır ama bu işe yarıyor diyor. Hay allah dün neden akıl edemedim? Tertipli bir kadın, zeki, her şeyi anında bir örüntü içine alabilen. Belirsizliğe yer yok. Benim dünyayı algılayışım ise belirsizlik üzerine kurulu.


Arnavutköy’de bir lisede edebiyat öğretmeniymiş. Mimar Sinan Üniversitesi’nden mezunmuş ama Beşiktaş’tan. Neden bu ayrıntı? Biliyorum o eski binayı, gözümde canlanıyor. Mekân ayrıcalığı… Kitaplardan konuştuk. Proust’u okumuş. Ama sadece üçünü, kalan dördünü okumayı ertelemiş. Ben tamamını okudum dedim. Joyce’la Proust’un karşılaşmasını biliyor musunuz diye sordum… anlattım. Joyce’un Ulysses’ini okuyacakmış bir yıl sonra. Ben okudum dedim. Demesem olmaz. Nerede okuduğumu da söyledim, ilk öğretmenliğe başladığım yıllarda Kangal’ın bir köyünde. Bunu okumanın anısı olarak değil de kanıtı olarak söyledim.


Şu site içindeki binaların çatı katı, acaba bir alt katla dubleks mi oluyorlar diye soruyorum. Site dediğim pencereden bakınca karşımda görünen tepeye doğru tek tip dörder katlı binalar. Site aslında bölgesel ve yönetimsel bir alanda küme halinde bulunan binalar anlamına gelirken, algı bu tanımı özellikle binaların tek tip oluşundan elde ediyor. Aşağıdaki yolda mini etekli, şortlu kadınlar; çocuklarıyla beraber görünüp kayboluyorlar. Evet diyor, çatı katı dedikleri küçücük bir oda, yirmi metrekare civarı bir şey, tuvaleti banyosu da var. Herhalde binanın en değerli yeridir bu üst katlar. Tabi diyor. Uzlaştık. İkimize de iyi geliyor bu. Benim bir kadına nezaket gösterme biçimim: Bir bilen olmayı ona tanıyarak onaylanmak.


Pencereleri birbirinden ayıran sütuna 1-C Sınıfı çocuklarının fotoğrafları asılı. Belden üstü, tek tek fotoğraflar. Okul kıyafetleri tek tip. İki üç kişi farklı giyinmiş ‘Öğretmenim annem kıyafetlerimi yıkadı’. Mavi arka fon ve masa aynı. Hepsi ellerini çenelerine dayamış. Bir ayrıntı dikkatimi çekiyor, çeneye dayadıkları sol elleri; yalnızca iki çocuk sağ elini kullanmış. Bu iki çocuğun fotoğrafı yan yana. Acaba sınıfın solakları onlar mı? Pozları kıyafetlerinin tek tipliğini destekliyor. Güya yeni pedagojik anlayış farklılığı özendirse ve farklı olana saygıyı telkin etse de tek tip  bilinçdışı bir eğilim. Tek tip disiplinde maliyeti azaltıyor. Sadece maddi külfeti değil zamanı da amorti ediyor. Belki bilinçli bir tercihtir diyor gözetmen. Evet diyorum, çocukların sol ellerini çenelerine dayamalarını titizlikle ayarlamışlar, solakların da sağ ellerini; bu iki çocuk sınıf mevcudunu göz önüne alırsak genel solak oranına da uyuyor. Ama tek tipleştirme eğilimi bilinçdışı. Belki sorunca bu fikirlerini söylerlerdi diyor. Evet ama fikir biz sorduktan sonra oluşurdu, öncesi karanlık. Taraf olmanın gizemi burada.


İki öğrenci giriyor içeri. Dünkü öğrencilerle aynı. Sınıf değişmediği gibi öğrenciler de değişmemiş demek. Sınav Giriş Belgesi ve kimlikler… tamam, buyrun.


Öğrencilere dağıttığımız kalem kutularının içine şeker koymuşlar, üç tane akide şekeri. Uzun boylu oğlan şekerin birini hemen götürdü.


Kısık sesle, ben volta atarım kimseye zararım olmaz diyorum. B. gülüyor (gözetmenin adı B. imzasına baktım). Bir şey yasak olup onu delince (yasayı delmekle yasayı çiğnemek farklı, yeri gelince anlatırım), birbirini dışlamayan iki yan etki oluşuyor. Birincisi kendinizi güçlü hissediyorsunuz, yorumlamanın size tanıdığı ayrıcalık gibi; ikincisi yaranmaya hazır bir ruh haline bürünüyorsunuz, bu durumda diğerinin bağışlamasını kendi gücüne tahvil edeceğini biliyorsunuz.


Sınava giren öğrenci sayısı 11, gelmeyen 4. Dün gelen 2 kişi bugün yok. Geç mi kaldılar? Vazgeçmiş de olabilirler.


B. gelmeyen öğrencilerden birinin sırasını alarak yazı tahtasının önüne koyuyor, oturuyor. İki üç dakika volta atıyorum, parkelerin çizgilerine basmadan. Karşı binada dün pencereye çıkan adam, perdeleri açmış, ama kendisi ortada görünmüyor. Maslak’ın aşağılarında uç vermiş gökdelenlere bakıyorum. A. yürümeye başladı; yürüme dediğim kapının pervazına dayanıyor biraz, tahtanın önüne geliyor biraz. Bir ara ayakkabısının altına baktı. Sınıf dolaplarında bir şey arandı. Sonunda bir ıslak mendil buldu, ayakkabısının altını sildi. Ayakkabısı S marka. Şeker yapıştı dedi, fısıltıyla. Yerde sağa sola dağılmış kırmızı kırmızı şeker parçaları gördüm. Dikkat etmeme rağmen benimkine de yapıştı. Yürüdükçe ritmik sesler çıkarıyor, öpücük sesi gibi. Islak mendille ben de sildim ayakkabımın altını, benim ayakkabım da S marka. Ama bir baştan bir başa gidip dönerken tekrar aynı sesler. Kapıya yakın bir yerde şeker erimiş galiba. Dünden kalma olabilir, ya da deminki uzun boylu oğlanın suikastı. Mendille parkeleri güzelce siliyorum, voltaya devam…


Walter Mischel’in Marschmallow Testi’ni okuyanlardan biri değilseniz izin verin size bu kitaptan söz edeyim biraz.


1960’lı yıllarda Stanford Üniversitesi’nin anaokulu öğrencileriyle yapılan deneyde çocuklara hemen alabilecekleri bir şekerleme veya önlerinde duran bu şekerlemeyi 20 dakika boyunca yemeden durabilirlerse ödülün iki şeker olacağı bir seçenek önerirler. Bazı çocuklar dayanamaz bir şekeri yer. bazı çocuklarsa 20 dakika bekleyerek bir yerine iki şeker almayı hak ederler. Bu ikilemin ilginç sonuçları olur. Deneyin o anlık ham hali değil ama uzun zamana yayılan sonuçlarından olumsal diyebileceğimiz bir teori ortaya çıkar. Walter Mischel buna ‘Okul öncesi dönemde uzun vadedeki daha değerli ödül için anlık hazzı gönüllü olarak erteleme paradigması’ diyor. Gerçekten de görülmüş ki, anlık hazzı erteleyip daha çok şeker için sabredenlerin bütün öğrenim hayatları çok daha başarılı geçiyor.


11 öğrenciye bakıyorum, şimdi bu Marschmallow testi gözümün önünde cereyan ediyor.


Şekeri yiyenlerden iki kişi uyumaya başlıyor. Gerçekten sınavı falan bırakıyor, kafayı vurup uyuyorlar. Bir tanesinin kalem elinde hatta. Onlarla konuşmamız yasak. Uzun boylu olanı kavgacı birine benziyor, tipi terso, sokarım sınavınıza diyebilir. Sol kaşı façalı, bir haftalık sakalı yüzünü iyice gölgelemiş. Ben uyuyup kalacak diye düşünürken, kalktı. Okurken soruların altını çiziyor. Solak. Yoksa okumuyor da sadece çiziyor mu? Bütün şekerleri yedi. Kalemtıraşla kalemini açtı, talaşını yere döktü. Adı F. Fotoğraflı, sıra numaralı liste önümde.


İkide bir parmaklarını kıtlatıyor. Kalemle oynuyor (kalemi parmakları arasında maharetle dolaştırıyor). İki üç soruyu soru kitapçığında çözüyor, sonra cevap kâğıdına işliyor. Şekerini yiyor. Öndekinin kâğıdını dikizlerken göz göze geliyoruz. Adı C. Boynunu kıtlatıyor. Ayaklarını sırayla yere vuruyor, ritmik sesler (dikizlediği M.’nin cevap kâğıdını ben sağına çekince oluyor bu).


L. uyuyor uyanıyor. Şekerlerini bitirdi. Atatürk’e bakıyor. Atatürk ona bakmıyor, gökyüzüne bakıyor.


Saçları açık kumral boyalı, uçlara doğru daha koyu. Bir eli şakağında. Kapşonlu uzun bir kot mont giymiş. Bu sıcakta? Kansız mı? Yüzü solgun, endişeli. Kafasını hiç masadan kaldırmıyor. Şekeri duruyor. Otuz yaşlarında güzel bir kadın. Adı G.


Uyumlu bir yüz. Bir saat sonra soru kitapçığını okumayı bıraktı. Şekerlerini yedi. Şekerin ambalajını parmaklarıyla eziyor. Göz göze geliyoruz. Silgiyle masayı siliyor. Bir ara masasından çok sert bir ses geldi. Eliyle göz kapaklarını açıp kapatıyor, sonra parmağına saç teli yapışmış gibi üflüyor. Adı K. Tırnağıyla oynuyor. Arada dikkatli biçimde soruları okuyor gibi. Sürekli masaya üflüyor.


Dikkatli, eli telaşlı, eli hızlandıkça dudağı seğiriyor. Adı H.


Saçı erken beyazlamış. Şişman. Şişman utancı… Şişmanların utançlarına karşı dikkat dağıtmak için ilk elden kurdukları yakınlık... Şekerleri art arda götürüyor. Adı B.


Marschmallow testinin yukarıdaki gözlemle uyumlu işlediğini düşünürseniz yanılırsınız, anlık hazzı uzun vadeli haz için geri çevirememenin getirdiği başarısızlık yerine, hayatın insanların üzerine yıktığı başarısızlığa karşı kalem kutusunda sunulmuş üç teselli şekeri ...

Spor ayakkabılar, beyaz hakim. Ayaklar huzursuz…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder