20 Nisan 2025 Pazar

Maksure, Mahfil, Emevi Camii vb

 



                              Ayasofya Hünkâr Mahfili


İbn Cübeyr Seyahanamesi’nde ilk maksurenin Emevi Camii’nde kurulduğunu okuyunca biraz duraksadım. Maksure Arapça sınırlanmış, kuşatılmış tahsis edilen yer anlamına geliyor. Mahfil sözcüğüyle eş anlamlı. Ama birazdan sözünü edeceğim somut mimari yapı olarak eş anlamlı. Yoksa mahfil toplanma yeri demek. Bu durum bir soruyu hak ediyor: Nasıl oluyor da etimolojisi bu kadar farklı iki sözcük eş anlamlı hale gelebilmiş?  

Nesnenin zamanla aldığı çift anlamlılığın rolü olabilir mi? Nesnenin iki farklı sözcüğü iki farklı işlevle kendi bünyesine katarak homojenize etme süreci?..  Dur bakalım.   Evet konumuz mimari form olarak maksure.

Kısa anlatacağım. 

Emevi Camii’nin kadim tarihini geçiyorum. İsteyen İnternet’ten bakabilir.  

Ben İbn Cübeyr’in hiç sormadığı bir sorudan başlayacağım: Neden Emeviler cami içinde maksure diye bir yapıya ihtiyaç duydular? Nedenini güvenlik sorununa bağlamak mümkün; çünkü camiler suikast yapılan yerler ve pek de korunaklı değiller. Dört Halifeden Ömer ve Ali’nin de camide öldürüldüğü hatırlarsak. Emeviler’in yağmacılıkla zenginleşmelerinin kendileri için bir güvenlik sorununu da beraberinde getirdiği açık. Bu güvenlik sorununu gösterişle birleştirmeleri akla yatkın. 

Araplar Şam şehrini 634 yılında ele geçirince önce katedral olan (Vaftizci Yahya adıyla) Emevi Camii’nin bir kısmını Müslümanlar için ibadete açtılar. Yetmiş yıl sonra da Bizans’tan getirilen usta ve mimarlarla binayı yeniden inşa ederek tümden camiye çevirdiler. Tabi bu camiye çevirme işini basit bir el değiştirme veya yık yenisini yap olarak görmemek gerekir. Mesela Ayasofya’nın camiye çevrilmesi gibi. Emevi Camii’nin inşasında kilise mimarisine bir meydan okuma vardı: Kilisenin olduğu yerde ama ondan daha büyük ve daha ihtişamlı bir yapı.  Maksure ilk başta bir güvenlik kafesi işlevini yerine getirse de aynı zamanda bu ihtişam arzusuyla çift anlam kazandı. Maksure (kafes) hem koruyor hem de ilgili ünlü kişiye (halife, padişah, sultan) dokunulmazlıkla bir mahremiyet veriyor. Dolayısıyla hem sınırlanmış anlamıyla maksure, hem de elitlerin camideki varlığının (özellikle cumaları) herkesin orada olmasını teşvik edici anlamıyla mahfil. Yüklem, yani ünlü kişinin camide yaptığı iş (namaz kılması)   oradaki ümmet üzerinde bir eşitlik yanılsaması da yaratıyor, öte yandan ona ayrılan özel bölmeyle bu eşitliği bir tenezzüle dönüştürüyor. Emevi Camii’nden önce Bizanslılar tarafından yapılan Vaftizci Yahya Kilisesi’nde krallar ve soylular için özel bölme var mıydı bilmiyoruz. Çünkü yıkım taklit ithamını da ortadan kaldırmayı amaçlamış belli ki. Ama olduğunu varsaymamız gerekiyor.

Din ve devlet yakınlaşmasının Hristiyanlıkta ve İslamiyet’te birbirine ters süreçlerde geliştiğini hatırlamanın yararı var bu noktada. Hristiyanlık ilk zamanlarında avamın diniydi, Romalıların Hristiyanlaşması ve sonra dinin saraya ulaşmasıyla kiliseler şapelden katedrale terfi etti, katedrali yapan başta kral olmak üzere zengin sınıfın mimarları kralın ve soyluların ibadeti için özel bir bölüm ayırdılar. Üst galeride yukarıdan ayinleri izleme konumunda. Bir loca gibi (mimaride kilise mahfilleriyle tiyatro locaları arasındaki ilişkiye dikkat). Bu locanın aynı zamanda güvenlik işlevi olsa da asıl işlevi statüydü. Yani ben kral olarak papazdan, piskopostan, papadan vb üstünüm pozisyonu... Aynı Tanrı’ya inandım diye sizinle eşit olduğumu sanmayın, herkes bunu böyle bilsin.

İslamiyet’te ise din devletin kurucu ögesi olarak bu mekân bilgisini güvenlik işlevini öne çıkararak devraldı. Onun olası taklit ithamını baskılayıp kendi özgünlüğünü ortaya çıkarması tam da nesnenin çift anlam sırasını değiştirmesiyle ilgili. Farkındayım karışık bir ifade oldu. Yeniden deneyeceğim, en iyisi bir örnekle:

Bilirsiniz Ayasofya en eski katedrallerden biri, İstanbul’un fethinden önce orada kralların ibadeti için üst galeride özel bir bölme vardı. Hâlâ izleri yerinde duruyor. Kral oraya sarmal taş rampayla çıkardı. Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’da ilk Cuma namazını aksine ana ibadet alanı olan zeminde kıldı. Bunun kiliseyi camiye çevirmekten fethi perçinleyen daha güçlü bir sembolik anlamına dikkat çekmezsek konuyu ıskalamış oluruz. Şu: Seni taklit etmiyorum, altüst ediyorum. Ama İstanbul’da Fatih, Süleymaniye gibi camiler yapılınca padişahlar kendi özel bölmelerini kiliselerden taklit ettiler: Hünkâr mahfiliyle. Bunun ilginç tezahürü yine Ayasofya’da gerçekleşti. III. Selim Ayasofya’ya Hünkâr mahfilini yaptırdı. Yine güvenlik sorunun öne çıkararak ama mahfilin diğer işlevi protokolü de gözeterek.


                                       Paris Notre Dame Kilisesi Mahfili

Önemli camilerde hünkâr mahfili hocanın hutbe okuduğu minberden yüksektedir. Aynı taklit burada da geçerli. İbadette eşitiz ama o kadar da değil.



                                           Selimiye Hünkâr Mahfili

Belki de nesne çift anlamını koruduğu için yüzyıllar boyunca varlığını sürdürebildi.

Cumhuriyet’in sessiz değişikliklerinden biri devlet ileri gelenlerinin namazlarını hünkâr mahfili yerine ana ibadet yerinde kılmalarıdır. Ama Tayyip Erdoğan’ın Cuma namazlarında cemaatle arasına güvenlik güçlerini koyarak kadim davranışa döndüğünü görüyoruz. Üstelik cemaat kalabalığını da bu derin ayrımın üzerine ekleyerek. Güvenlik güçleri güvenlik sorununu ortadan kaldırdığı için ibadet yine şatafata evriliyor. Nietzsche’nin ebedi geri dönüş kavramının tecessümü.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder