6 Ocak 2013 Pazar

Format


Aşağıda anlatacağım olaylar birbirinden farklı mekânlarda, birbiriyle ilişkisiz farklı kişilerce yaşandı. Ama bana tek bir olayın versiyonları gibi geliyor. Zamanın ruhuna (zeitgeist) inanıyorum, birbiriyle ilgisiz görünen birçok şey pat diye gözümün önünde üniter biçimde el ele tutuşuyor. Ne yaparsın üniter devletin nimetleri bunlar.

İlk olay atv’de yayınlanan Güven Bana yarışma programında Cihan adlı şahsın “Kur’an çarpsın ki sözümden dönmeyeceğim” demesine rağmen sözünde durmayarak partnerini yarı yolda bırakması idi. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan izleyiciler muhtemelen homurdandı, bir insan para için kutsal kitabı nasıl kullanırdı falan… ‘Yazıklar olsun!..’ Olsun. Ama seyirci kendi serzenişinin de yarışmanın formatı olduğunun farkında mı? Seyirci yarışmanın finalinde canlı canlı oturduğu yerden racon kessin ki yarışma kendiliğinden ahlaki bir foruma dönüşsün…  Parayı kazanmanın programcıya karşı yarışmayı kazanmaktan saptığı an yarışmacılardan birinin kazandığı an değil mi?  Ortaklığın bozulduğu an... Oysa tam da o an seyircinin algısı bocalıyor. Başlangıçta birbirleriyle dayanışma içinde programcıya karşı yarışan partnerler havuzda biriken para arttıkça birbirlerini her an satabilecek pozisyona geliyorlar. Bu yüzden yarışmanın sonuna kadar yarışacaklarına dair birbirlerine verdikleri taahhüdü tekrar edip duruyorlar; söz veriyorlar, yemin ediyorlar. Amaç partneri kendisine inandırmak, güven vermek. Zaten yarışmanın adı her iki yarışmacıyı da manipüle eden slogan gibi: Güven Bana... Aslında yarışma belli belirsiz iki bölüme ayrılabilir. Birinci bölümde partnerler işbirliği halinde programa karşı yarışıyorlar. İkinci bölümde ortadaki meblağ arttıkça partnerlerin arasına nifak giriyor; karşısındakini kendisine inandırmaya çalışırken  karşısındakinden sürekli kuşku duyan bir uyanıklık, psikolojik bir gerilim başlıyor. Sonra yarışmacılardan biri kendisinden hiç beklenmeyecek bir anda butona basarak partnerine ihanet ediyor. İhanet sözcüğü hem doğru hem değil. Doğru, çünkü söz vermişlerdi. Doğru değil çünkü yarışmanın formatında bu vardı: Partnerler programcıya karşı yarışırlarken, birden birbirlerine rakip olabileceklerini biliyorlardı.  Yarışmayı muğlak biçimde ikiye ayıran bu sürecin sonu seyircide ahlaki bir etki bırakıyor, kendince başka bir ihanet yaşıyor. Çünkü seyirci oturduğu yerden kendisinin de katıldığı yarışmanın bilgiye dayalı kısmından koparılmış oluyor. Bu mahrumiyet duygusu parayı kazananın değil, kaybedenin yanında yer almalarının nedeni mi?.. Ama yine de sormamız gerekir, seyirciye ve tabi yarışmacılardan diğerine yarışmanın formatını unutturan ne?..

Sözünü edeceğim ikinci olay ÖDP eski başkanı ve eski milletvekili Ufuk Uras’ın CHP milletvekili Akif Hamzaçebi’ye ‘pornocu’ demesi. Güya Seyit Rıza’nın itibarını savunuyor. Seyit Rıza’nın itibarını savunması erdemli bir tavır tabi ki. Ama bunu totaliter dilin aracılığıyla diğerini itibarsızlaştırarak yapması ilginç.. Hani öğretmen muzır bir öğrenciyi haşlarken başka bir öğrenci parmak kaldırıp(muzır öğrenciyi kastederek) duruma katkıda bulunur: ‘Öğretmenim geçenlerde arka bahçedeki ağaca da işedi.’ Ufuk Uras ertesi gün pornocu nitelemesinden mahcup olmuş ve verdiği röportajda özür diliyor. Ama vaktiyle namaz kıldığı için alay konusu olduğunu da araya sıkıştırıyor. İcabında biz de Müslümanız, benim de anamın başı bağlı ayakları. Bu bir oyun ve formatı da bu…  Dedesi imam, babası da askermiş.. bundan ala sentez mi olur?.. İtibar göreceği sentezi seçmiş! Ufuk Uras kendini nerede kimlerin nezdinde itibarlaştıracağını biliyor. Memleketin formatı bu…

Üçüncü olay Ertuğrul Günay’ın… Hazretleri “Yunus Emre’yi, Steinbeck’i yasaklayan kafaların olması vahimdir.” diyor. Yasaklayan kafa hükümetin bürokratı, kendisi bakanı.  Ama ertesi gün içimize uzaklardan gelmiş kötüyü keşfediyor; sinemada izlediği Brad Pitt’in Killing Them Softly filmini ahlaka aykırı buluyor ve yasaklanması gerektiğini belirtiyor.  Çelişki var mı? Bence yok her şey ilgili formata uygun…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder