30 Nisan 2017 Pazar

Bacak Bacak Üstüne Atmak







Bacak bacak üstüne atmanın tarihçesi yazılabilir mi? Neden olmasın? Bugünlerde her şeyin tarihçesi yazılıyor. Ama böyle bir tarih kısmen yazılabilir diye de bir ihtiyat payı düşeyim. Elimde adabı muaşeret kurallarından ve resimlerden başka bir şey yok. Okuduğum romanlardan ve öykülerden de bir şey çıkacağını sanmam. O zaman biraz muhayyile, biraz da bağlantı.

Bir kere bacak bacak üstüne atmanın stereotip bir mesajı yok. Amerika’da sıradan bir davranış, rahatlığı simgeliyor. Latin Amerikalılar efemine buluyorlar. Japonlarda ise bacak bacak üstüne atmak külliyen ayıp. Bizde ise hem dik kafalı bir davranış hem de aksine bacak bacak üstüne atmışken bacağı indirmek bir saygı emaresi; selamlaşırken indir, ezan okunurken hoop indir (böyle yapınca namaz kılmasan da kılmış kadar oluyorsun). Yani uygun davranışı bedeninizde sabitlemeyle değil eylem halinde elde ederseniz saygıyı iletiyor. Şu örnekte düşünelim: Ceketiniz zaten ilikliyken saygı göstermek için başka bir hamle yapmanız gerekir, oysa ceketinizin önü açıkken iliklemek (veya ilikler gibi yapmak, bir telaşla iliklemeye çabalamak vb) saygıyı ifade etmeye yetiyor.

Sorgulanmayan davranışlarımızı ceddimizden devralırız. Birbiri içinde çatallaşan ikili bir anlamla: Davranışlarımız yanında onları sorgulamamayı da devralırız. Beden dilimiz bu davranışlarla birtakım duygu şablonlarına uyduğunu gösterir. Bu da sosyal iletişime cevaz verir. Bilinen şeyler… başka bir şey söyleyeceğim. Daha doğrusu soracağım. Beden dilimiz nasıl oluyor da ortak figürlerin tekrarı üzerinden işliyor?

Ruh halimiz bedenimizde kendiliğinden birtakım belirtilere yol açabilir. Utandığımızda yüzümüzün kızarması gibi. Bu tür anatomik tepkileri kastetmiyorum. Daha çok öğrenilebilen, taklit edilen davranışlara dair bir soru bu. Bedenimiz nasıl dil haline geliyor? Yani figür uzlaşmasını sağlayan şey ne? Sanki biri bir figür icat ediyor, diğer herkes buna uyuyormuş gibi. Burada bir ayrım yaptığım belli oluyor herhalde. Bedenin ruh halimizi gözlemlenebilir hale getiren semptomlarıyla, ruh halimizin bedensel figürlerle temsili. İkincisini yapıp yapmamak irademize bağlanabilir. Ama yaptığımızda ya da yapmadığımızda oluşan anlamı değiştirmek hiç de irademize bağlı değil. Sorgulamamak bu anlamı koruyan bir tabu gibi görev başında. ‘Saygıdeğer kişilerin yanında bacak bacak üstüne atılmaz.’ Kendini dış etkilere karşı kapatmış bir düstur. Miladı yok. Dolayısıyla üzerine yazılacak bir tarihi de baştan men ediyor. Kant’ın maksimlerine benziyor; delilini kendi olumsuzluğunda bulan önerme. Döngüsel nedensellik. ‘Neden bacak bacak üstüne atılmaz?’ ‘Çünkü büyüklere karşı saygısızlıktır.’ ‘Neden saygısızlıktır?’ ‘Çünkü bizim geleneklerimiz böyle.’ Her neden bizi başa döndürüyor. Sahte cevap. Ama soru da en az cevap kadar sahte. Çünkü sorular genellikle ikna olma eğilimiyle soruluyor. Oysa soru, soruyu (sorunu) diğerine bulaştırmak için sorulmalı.

Mesela şöyle bir soru ve cevap:


"Babamın yanında veya başka bir büyük varken bacak bacak üstüne atıyorum ama annem hemen uyarıyo anlamıyorum neden ayıp ki bu?"

"Bacak bacak üstüne atmak beden dilinde bir üstünlük göstergesidir bu yüzden küçüklerin büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atması saygısızlık olarak azledilir." 


      "Bu  cevap beni çok tatmin etti teşekkürler."

      "Rica ederim." (1)


Ya da şöyle bir örnek (yazım yanlışlarına dokunmadım):

Soru: “Bacak bacak üstüne atmak Allah’a saygısızlık mıdır?”

Cevap: “Niyeti Allaha saygısızlık olmayan kimsenin bacak bacak üstüne atması saygısızlık olmaz. Ama Allahın kendini heran gördüğüne inanan bir kimse onun huzurunda elden geldiği kadar mütevazi bir tavır almalıdır.” (2)



Düz anlamdan bakalım. Bir bacağı diğer bacak üzerine atmanın beden anatomisi açısından anlamı ne? Yani duruş, hareket, yer çekimi bağlamında. İnsan bacak bacak üstüne atmış ve hiçbir şey yapmıyorsa beden tembelliği bu form içinde buluyor. Bacakları çaprazlamak (İngilizler bacak bacak üzerine atmayı böyle tanımlıyorlar ‘crossed legs’) bedeni sürükleyen belden altı için bir kilit vazifesi görüyor ve bedeni yerle muhkem bir ilişkiye sokuyor. Dışarıya ve manevraya kapatıyor. Çalışkan, teyakkuzda bir beden duruşu değil bu. Dikkat edin baştan bir şart koştuk, ‘eğer hiçbir şey yapmıyorsa’ dedik. Çünkü tekstil işçilerinde çalışırken bacak bacak üstüne atma bir zemin sağlıyor. Terzilerde de birbiri üzerine kapanan bacaklar kumaşın dayanak noktası.

Bacak bacak üstüne atmanın yaygınlaşabilmesi için bir nesnenin yaygınlaşması gerekiyor: Sandalye. Eski Mısır’dan, eski Çin’den kalma sandalyeler (koltuk vb hepsini birden düşünüyorum)... elbette değerli metallerden yapılanları günümüze ulaşmış. Duvar resimlerinde de görüyoruz. Ama arkalıklı sandalyelerin evlere dağılımı Avrupa’da 16. yüzyılda başlıyor. Yemek masasıyla sandalyenin buluşması da yeni. Mideye baskının azaldığı, daha çok yemeye ve sofrada daha çok oturmaya imkân tanıyan oturuş şekli. Ama Doğu toplumlarında hâlâ yerde yemek yendiğini hesaba katarsak bayağı da eski. Sandalyenin asıl yaygınlaşması ofis yaşamıyla oldu; 20. yüzyılın başlarından itibaren, hizmet sektörünün gelişmesiyle. Sandalye bedene bir özerklik kazandırdı. Oturuş ve çalışma adabıyla bedeni disipline eden sandalye kaçışı da tanıyordu. Kafelerde, barlarda, çay bahçelerinde bedenin sandalyeyle kendi keyfinin kâhyası olması gibi bir konuma kavuşmasından söz ediyorum. Sadece bir oturuş değil; bir mola, kaykılma, tembelleşme. Bu kadarla kalsa iyi, sandalye bedene mekân kazandırıyordu asıl. Ve beden oturduğu yerden “kesme” becerisiyle cinselleşiyordu. Kendini kilitleyen beden nasıl cinselleşir ki? Tam da bu kilit sayesinde işte. Diğerini “kesen” beden, sandalye ve bacak bacak üzerine atmasıyla kendini zararsızlaştırıyordu da, diğerine bakış meşrulaşıyordu. Ayak üstü bir genç duruşu olan, ağırlığı tek ayak üzerine verip (kendini toprağa mıhlayarak) diğer ayağını yandan çaprazlamak çok bilinen “kesme” duruşu değil mi?.. 

Bedenin ayıp yerleri bedenin diğer kısımlarını çağrışımla etkisi altına alır; ayıp yerler sanki gizlice öne çıkmaya çalışan ama bedenin diğer yerlerince kontrol edilen hiyerarşik bir düzeneğin içindedir. Bazı bedenlerde (bunu bazı uygarlıklarda diye de söyleyebiliriz), ayıp yerler hiyerarşinin üst basamağındadır, bazı bedenlerde iyice alt basamakta. Bedenin ayıp yerleri var oldukları için değil, örtünün altında saklı biçimde dururken varlığına dikkat çekecek giysi ve davranışlarla ayıp sayılır. Yoksa bedenin ayıp yerlerinin olmaması (hadımlar gibi) daha büyük ayıp değil mi?  Beden sandalyede ve bacak bacak üstünde kendisi bir ayıp sergilemiyordu, avare bakışıyla diğerinin ayıbını görüyordu. Gözümüzde canlandıralım bacak bacak üstüne atmış bir kadın falso vermemek için ekranı kapatır, erkek de orasını zapturapt altına alır. Bu sefer de yere basmayan ayak mecaz bir anlam kazanır, imalı imalı sallanarak…


Fransa Ankara Büyükelçisi Charles Fries 23 Nisan'da TBMM'de düzenlenen özel oturum sırasında bacak bacak üzerine attığı için bir görevli tarafından uyarılırken.



Obama parkta yürürken bankta oturan bir çift


Bacak bacak üzerine atmanın Batı ve Doğu versiyonu arasında kronolojik bir fark var. Batı için bacak bacak üzerine atmak bir rahatlık, bir kendine güven. Sandalye gibi taşınabilir oturaklar insana özeklik sağlıyor. Doğu için de öyle ama mümkün olduğunca geriden geliyor, başkasına karşı nispet dolu. Beden dili giderek evrenselleşiyor. Bunun en etkili aracı sinema ve televizyon. Milli kültürü beden diline uyarlayanlar eski Yeşilçam filmleriyle yeni dizileri kıyaslasalar bu değişimin Hollywood’dan daha hızlı gerçekleştiğini görecekler.



                                                         Ayak bacak diplomasisi 



Mevkisi Yüksek Şahıs kafasını içeri uzattı, göz göze geldik. Hiç istifimi bozmadım. Hem bacak bacak üstüne atmıştım (uygunsuz) hem de elimde kitap vardı (yasak). Selamlaşmadık. Gitti. Tatsız bir durum. Ama bir başka açıdan keyif verici. Açıklayayım: Mevkisi Yüksek Şahıs (MYŞ) teşrif etmeden önce bacağımı bacak üstüne atmıştım ve bu halim el aleme saygısızlık gösterisi değildi. Böyle rahattım.  

Ama o gelince bacağımı indirmemem otomatikman saygısızlık olarak anlaşılıyordu.  Bunu ikimiz de biliyorduk. Rahatlık birden saygısızlığı yapılandırıyordu. Eğer bacağımı indirip toplansaydım ekstra bir saygı göstermiş olacaktım. Neden ekstra? Kabul edin ki, saygının bu şekli mesela hiç bacak bacak üstüne atmamamdan daha güçlü bir mesaj içeriyor: ‘Sizin yüksek mevkiiniz adına keyfimden seve seve feragat ediyorum.’ Hadi ‘seve seve’si fazla diyelim yine de ekstra… Gözetmenin sınavda kitap okuması yasaktı, ama kitabı elimde tutmakla okumak arasındaki farktan yararlanıyordum, MYŞ ile göz göze gelmişken kitap okuyor sayılmazdım nasılsa.


MYŞ koridorun sonundan geri döndü, solumda biraz duraksayan karaltıyı fark ettim,  herhalde acaba beni tanıyıp toparlanır mı diye tekrar baktı, ben bakmadım. Ama MYŞ’nin bana hiçbir şey söylemeden çekip gidişini de ilginç buldum. Sanıyorum bendeki tersoluğu sezdi. Ne yalan söyleyeyim aksiliğim üzerimde. MYŞ oturuşumla ilgili en ufak bir takaza etse sözüm hazırdı: Bana bacak bacak üstüne atmanın neden saygısızlık olduğunu açıklayın, ben de bacağımı indireyim… Hadi açıklayın bakalım. Keyif burada işte, hayal ettim, resim cillop gibi karşımda: Ağzı hafif açık dudakları büzülmüş, otomatikman badem bıyığı da küçülmüş… nasıl da bön bön bakıyor.



                                                       Oynayın...


(1)www.kizlarsoruyor.com › Toplum & Sosyal İlişkiler

Babamın yanında veya başka bir büyük varken bacak bacak üstüne atıyorum annem hemen uyarıyo anlamıyorum neden ayıp ki bu?... Toplum & Sosyal İlişkiler ...
(2)https://sorularlaislamiyet.com/ayak-ayak-ustune-atmak-neden-edebe-aykiridir-ayiptir