3 Aralık 2016 Cumartesi

Tuvalet ve İdeoloji



Zizek’in bok felsefesi dolayısıyla Ortadoğu’nun bokla ilişkisi:

Zizek söz etmemiş, kısa bir hatırlatma: Bokun özel hayatın bir ögesi olması çok yeni. Tuvaletin evin içine girmesi mesela; son zamanlarda banyoyla aynı mekânı paylaşması. Bunlar dünyada da çok yeni. Tuvalet tarihinde klozet devrim niteliğinde bir dönemi başlatıyor… bunu sağlayan ‘S’ borusu; tuvalete dair her şey ‘S’ borusunun icadıyla değişiyor. Bokla aramıza ‘S’ borusu sayesinde klozetin içinde sabit seviyede duran temiz su giriyor, koku ve pis görüntü ortadan kalkıyor. Hatta bir takım deterjanlarla ovulmuş, emayesi parlatılmış kapağı giydirilmiş klozet dekoratif çağrı yapıyor. Gösterilesi bir şey.

Adabı muaşeret tarihinde bokun nesnel aleniyetiyle dildeki kamufle hali arasındaki tezat ilham verici olabilir. Tarihte bok ne kadar görünürse adabı muaşerette o kadar yok sayılıyordu. Onca klasik roman okudum sıçarken betimlenen bir kahraman hatırlamıyorum. Aksine bugün ‘shit’ sözcüğü çoluk çocuğun ağzında. Ama burada da farklı bir kamuflaj devrede; ‘shit’ nesne olarak bokun çağrışımını eliyor, bokun kendisini değil iletimini temsil ediyor, bir aksilik olarak, yansıtma bir sözcük gibi, bir ses. ‘Shit!’ Hay Allah! Hay aksi! gibi bir eş anlamlılık yok bu söyleyişte, daha da ötesi insan bir zamanlar  bağlı olduğu bir adabı muaşereti de çiğnemiyor, aksine herkesin eşitleneceği bir seviyeden sesleniyor: Sınıflarüstü bir dil… çağımızda bokun mucizelerinden biri bu. Karıştırılmasın diye tekrar edelim, burada eşitleyici olan eylemin kendisi değil, dil. XIV. Louis de özünde bir serf gibi sıçıyor ama Paris’in bokunu koklamamak için Versailles Sarayı’na sıçıyor (yapımına 1661 yılında başlanan Versailles Sarayı’nın 1768 yılına kadar tuvaleti yokmuş).

Malûm, bizim batılılaşma maceramızda alaturka ve alafranga sözcükleri bir ikilem olarak yer etmiş, düşünmek gerekir, bu ikilem neden ille de tuvalette mücessem diye.

Tuvaletteki alafranga ve alaturka diye isimlendirilen modeller doğu batı sentezi diyebileceğimiz bir uzlaşı mimarisini de yarattı. Aynı ev içersinde (özellikle yazlıklarda) hem alafranga hem de alaturka tuvalet bulunması buna bir örnek. Geniş ailelerde kuşak çatışmasını ortadan kaldırıyor… Ama Ortadoğu toplumlarının arazide yaptığı defi hacetten evin dışına kurulan tuvalete, oradan evin uzantısı (ekleme) tuvalete ve nihayet evin içine alınan tuvalete geçiş Batı’yı çok geriden takip ediyor. Okullarda tuvalet eğitimi ciddi bir sorun. Zizek’in sözünü ettiği bokun üç hali ile Ortadoğu’nun klozetle imtihanı kıyaslama yapılacak durumda değil. Batı’da bokun klozette duruş versiyonlarıyla Ortadoğu’da deliğini tutturamama hali nasıl kıyaslanabilir? Tabi bir de bokun yapısal farkı var. 

Çetin Altan Çanakkale ordularının komutanı Liman von Sanders’e yaver olarak atanan dedesinin tanık olduğu bir olaydan söz etmişti: Liman von Sanders Selimiye Kışlası’nın tuvaletlerini denetlemeye çıkmış. Hela taşının kenarında devasa bir bok kulesi. “Hiç böylesini görmedim,” demiş Liman von Sanders “kol kalınlığında ve dört lüle.” Sonra Çetin Altan’ın dedesine dönmüş “Hemen şifreyle haber verin, Alman Genelkurmayı’ndan bok mütehassısı göndersinler.” Alman bok mütehassıslarının verdiği rapor şöyle: "Türkler, yılda 25 yavru yaptığı için çok ucuz olan domuz etini yemediklerinden ve yılda tek yavru yapan koyunla, inek eti de çok pahalı olduğundan yüz gramlık biftekten alabilecekleri kaloriyi, iki okkalık somundan alabiliyorlar. O yüzden hazım için midelerinde yoğunlaşan kan, yeterince gidemiyor beyinlerine ve dışkıları çok kalın, göbekleri de büyük oluyor.") (1)

Şimdi bu tür konuları ele alırken klişe biçimde meseleyi Batı hayranlığı Doğu aşağılamasına çekenler olur. Türkiye’de garip biçimde sol ve sağ Batı düşmanlığında gizli müttefiktir; onlara milliyetçi birinin anlattıklarıyla cevap vereyim tedbir olsun diye. Atatürk’ün mutat zevat denilen en yakınlarından Kılıç Ali’nin oğlu Altemur Kılıç Kore Savaşı hatıralarında anlatıyor. Seul yakınlarında karargâhtayken:

En büyük problem tuvaletlerin temiz tutulmasıydı. Bizden önce Amerikalıların kurup kullandıkları karargâhta tuvaletleri de onlardan devralmış ve maalesef değişik tuvalet âdetlerimiz yüzünden, çok geçmeden bozmuş ve kokuşturmuştuk.
“Tuvalet ve duşlar konusu, Kore’de –ve daha önce, nakliye gemisinde- en büyük problemdi… Erlerimiz alafranga tuvaletlere alışamıyor ve üzerlerine tüneyip pisletiyorlardı. Gemideyken, Gemi Komutanına refakat ettiğim teftiş turlarında, bu durumlar beni bir hayli utandırmıştı. Bir defasında çok garip bir duruma tanık oldum. Bir er, geminin giriş merdivenlerini aydınlatan büyük lambayı çevirip, büyük işini bunun içine yapmış… Gülelim mi ağlayalım mı? Yapacak başka bir yer bulamadığından mı, yoksa muziplikten mi, belli değil. Herhalde, asıl bilmece bunu nasıl becerdiği?” (2)

Doğduğum ama yaşamadığım, çocukken bayramdan bayrama ve yaz tatillerinde kısa süreliğine gittiğim Tirebolu’da çok keskin bir köylü şehirli ayrımı vardı. Kasabalıların her birisinin bir köyü olduğu ve yaz geldiğinde illaki köylerine fındık toplamaya gittikleri malûmdu. Buna rağmen şehirli ve köylü arasındaki kast düzeni hiç bozulmazdı. Köylülüğün uç sınırını marabalar temsil ederdi. Kasabalıların kendi marabaları üzerinde gösterdikleri kibarlık ve zarafet diğer köylüler nezdinde de görülebilir bir şeydi. Köylüler kasabaya geldiklerinde belli kahvehanelerde toplanırlar, belli bakkallardan alışveriş eder, hükümet konağında resmi işlemlerini görür ve köylerine dönerlerdi. Es kaza bir kasabalının evini ziyaret ettiklerinde ne olurdu? Tuvalete gidemezlerdi! Çünkü kasabalıların tuvaletleri pırıl pırıldı. Henüz o tarihlerde tuvaletler alaturka olmasına rağmen. Öyle ki bazı evlerde tuvalette kullanılan terlikle ev içinde kullanılan terlik ayrımı yoktu. Kimse dillendirmemişti ama tuvalet şehirliler ve köylüler arasında en önemli sınırdı.  Bunu bir tarafı övmek diğer tarafı yermek için söylemiyorum, nesnelliğe dikkat edin yeter.

Bu sınırı yumuşatan bir şey vardı, hâlâ var: Cami tuvaletleri.

Vaktiyle Turgut Özal Başbakanken karısı Semra Özal’ın başında bulunduğu bir vakıf adına bir araştırma şirketi, -o zamanki adıyla Zet Nielsen- umumi tuvaletler için bir temizlik anketi yapmıştı. En pisi cami tuvaletleriydi.

Cami müştemilatı olarak tuvalet ilginç bir yer. Üstelik defi hacetin büyük abdest, küçük abdest diye sanki ibadetle iç içeymiş gibi eylemi kamufle edici bir unvana bürünmesi de ilginç.

Zizek’e dönelim ve onun tasnif ettiği tarzda ekleyelim: Ortadoğulular sıçıp batırırlar.

Galiba bu yazının kokusu da çıktı, ayrıca bu yazıya gidecek bir müzik de bulamadım… Kestim...







(2)    Altemur Kılıç, Kılıç’tan Kılıç’a Bir Dönemin Tanıklığı, s. 172, Remzi Kitabevi, İst. 2005