28 Mart 2012 Çarşamba

İslamın Hoşgörüsüzlüğü





Hoşgörü bir iktidar öğesidir; diğerine lütfedilir; yani anlamın ağırlığı daha çok “bağışlama” üzerindedir. Dolayısıyla ilişki birinin diğeri üzerindeki inayet hakkıyla baştan sakat duruyor. Benim de Müminleri hoş görebileceğim kabul edilirse ilişki eşitlenir. Bu demokratik bir zemindir. Müslüman ülkelerin (‘Müslüman ülkeler’ adlandırmasının kendisi antidemokratik; Batı’nın kullandığı bu adlandırma ilginçtir Müslüman devlet adamları tarafından da rahatlıkla kullanılıyor ve bunun aslında medeniyetler ayrışmasını meşrulaştırdığı görülemiyor) hiçbirisinde bu zemin yok. Oysa gerçeğin eşitliğe ihtiyacı olmadığı ayrı bir konu. 

Tarih bir hoşgörü bilimidir mesela. Bütün ölüleri artık yaptıklarının hesabını veremeyecekleri için hoş görebiliriz. Ama...

23 Mart 2012 Cuma

Irkçılık





                                              IRKÇILIK
Irkçılık bir benzerlik yaratmak ve yüzdeki ayrıntıları görmemektir. Uzakdoğululara ve zencilere karşı ırkçılığı kolaylaştıran nedenlerden biri de bu. Ancak dünyada sosyal ve kültürel bir ırk olma yolunda emin adımlarla ilerleyen yeni bir Müslüman dalga var; badem bıyıklılar ve tesettürlüler artık yerel kamusal alanın başat tipolojisi. Vaktiyle utangaç ve çekingen olan yüzler şımarık bir entelektüel düşmanlığı ve kendinden hoşnut bir budalalıkla muhkem. Artık insanlar sadece bakışlarıyla aidiyet kurdukları kamusal bir aşinalığa sahipler. Kültürel azgelişmiş ülke otoriterlerinin öncülüğünde okulları ibadethaneye çevirme gayretleri vb bu tipolojinin geleceğini garantiye alıyor. Batı’nın ırkçılığıyla, yurtlarında egemen olan Müslümanların ırk olma gayretleri çakışıyor. Samuel Huntington’un Medeniyetler Savaşı teorisine ırkçı bir zeminde katkı yapılıyor. Peki benim yerim neresi? Arada olan bana oluyor… 



                                             NEFRET
Nefretimiz nefret ettiğimiz kişinin yüzüyle eşleşir. Eğer elimizde bir yüz yoksa temsili bir yüz işimizi görür. 
Bir araştırma şirketinde çalışan tanıdığım biri vaktiyle beni ofisindeki bir odaya soktu ve üzerinde onlarca fotoğraf bulunan bir afişe bakmamı söyledi, sonra hangi yüzün bana itici geldiğini sordu. Hemen birini seçtim. Seçtiğim kişinin bir sendikanın başkanı olduğunu sonradan hatırladım, üstelik solcuydu; nezaket bende kalsın adını vermeyeyim şimdi. Kriminolojide temsili bir yüz sadece zanlıya giden bir ipucu olarak değerlendirilmemeli, insanlar boşluğa düşebilecek nefretlerini bu yüz sayesinde tabetmiş de olurlar.

                                               KAMUFLAJ
Suç işlerken yüzlerini kamufle edenlerin birinci amacı tanınmamaktır, ama kamuflajın bir getirisi daha vardır: Kendisi için başkası olmak; böylece suç işlerken kamuflajın yarattığı yapay başkası ile kendi aralarındaki mesafenin koruyuculuğunda vicdani bir rahatlık hissederler, ve buradan normal yüzlerine kolay geçiş yaparlar.
                                              
                                               SIR
Sırrımızı söylediğimiz insanı sevmemeye başlamamız artık ona karşı tedbirli olmamız gerektiğindendir.

                                               ASOSYAL
Nereye gidersem gideyim dünyamı hep küçültüyorum.

                                               AYNA
Aynadaki yüzümüzden bizi ikna etmesini bekleriz.. ne olursa…

                                               SAP
Güzel bir kadınla bir erkeğin sarmaş dolaş mutluluğu karşısında uğradığın yenilgi.. çünkü onlar zaferlerini kutlamak için senin yanındalar.

                                               YALAN
Kadın için yalan içsel bir derinlikten gelir, erkek için yalanın daha çok pratik bir işlevi vardır. Hangisinin daha kötü olduğu cinsiyete bağlanamaz. Sorun bir kalpazanın yaptığı kalp paradaki sahte izin kolay anlaşılıp anlaşılmamasına benzer. Para gerçeğine ne kadar yakınsa suç da o oranda artar.

                                               NOSTALJİ
Daha önce terk edilen yerlerin (çocukluğun geçtiği mahalle gibi) ziyaret edilerek yeniden terk edilişi temsili bir yinelemeye dönüşür, yalnız bu sefer terk eden muzafferdir.
                                                                                                         
                                               İLGİ
Konuyla ilgim olmadığı halde diğeriyle tartışırken arada bir bana da bakıyordu, onun bu bakışlarıyla kendimi konuya dahil olmuş hissediyordum, sanki benimle göz teması kurunca söylediklerini onayladığım anlamı çıkıyordu, ben de tarafsızlığımı bozmamak için bakışlarımı hemen diğerine çeviriyordum.

                                  
                                               ASALET
Aynaya bakmış, kendi görüntüsünden hoşnut, insan içine çıkıyor.. çenesi yukarıda, bakışları baş seviyesini aşıyor, ama ayak altında dolaşan çocuklara çarpmayacak kadar dikkatli, dudağında sabitlediği bir gülümseme, günü kurtarıyor…

                                               PENCEREDE
Kadın, bulaşık süngeriyle tencerenin dibini temizlerken göğsü hizasına gelen mutfak penceresinden karşı binada balkona oturmuş kitap okuyan genç adama bakıyordu. Kaçamak bakışlardı.. epeydir böyleydi. Adam içerden kadının mutfakta olduğunu görüyor ve elinde kitapla balkona çıkıyor, veya kadın adamı balkonda görüyor mutfağa geçip bulaşık yıkıyordu. Normalde o kadar bulaşık yıkanmazdı. Kadın birden o güne dek yapmadığı bir şey yaptı: Sabunlu ellerini muslukta duruladı ve hiç gözünü almadan adama baktı. Adam kaçamak bakışlarla kadının uzun uzun kendisine baktığını görüyordu, derken cesaretini topladı kendisi de direkt kadına baktı. Kadın iki elini önce havaya kaldırdı, sonra yavaşça aşağı indirdi ve eşofmanını çıkardı (adam bunu görmüyordu ama kadının belini çevirişinden ve bakışlarını ayaklarına eğişinden anlamıştı), sonra da külodunu.

Bana bunu bir arkadaşım anlattı. Son kısım bir sahne gibi gözümde canlandı. O kadar ki, kadının çıplaklığını arkadaşım görmemişti ama ben görmüş gibi oldum. 

Arkadaşıma göre kadının yaptığı bir jestti, bana göreyse bir protesto...                                               

                                               İÇTENLİK
Bir utançtan, bir acıdan söz ederken ifademizin şiirsel bir çarpıcılığa erişmesiyle içtenliğimizi kaybetmemiz bir olur.

                                               DİNLEMEK
“Dinliyor musun?” diyordu bana. “Dinliyorum,” diyordum. Dinliyordum da dinlemek istemiyordum. O habire anlatıyordu, çoğu daha önce dinlediğim şeylerdi. Anlattıklarını benim bilmediğimi varsayarak yeniden anlatması tuhaftı, huzursuz ediciydi.. kötü bir suratla dinliyordum, bunu görmemesi mi yoksa görmezlikten gelmesi mi demeliyim daha da tuhaftı. Anlatmanın kendisine iyi geldiğini sanıyordu, bir yol tutturmuş gidiyordu, tek yapması gereken kendisini dinlediğimi arada bir bana teyit ettirmekti…
Lâğım kokulu eski Galata Köprüsü’nün altında o bira içiyordu, bense baştan bir şey içmeyeceğimi söylemiştim, can sıkıntısından ellerimi ovuşturuyordum.