16 Haziran 2022 Perşembe

Şikâyet

 



“SİZDEN BAŞKA ŞİKÂYET EDEN YOK.”

 

Kim bilir kaçıncı kez duyuyorum bu sözü. Gürültüyle ilgili şikâyetlerimde en çok karşılaştığım beylik lâflardan biri. Sadece gürültünün kaynağı muhataplarımdan duymadım, başvurduğum resmi görevliler de aynı sözü rahatlıkla söyleyebildiler.

 

Sözün genel bir kullanımı da var aslında... slogan gibi, mesela yolsuzluk yapanlar için bire bir. 

 

Bu söze biraz vakit ayıracağım. Gerçi bu sözü söyleyenin ağzına tıkayan karşılıklarım oldu hep, ama şimdi atomlarına ayırmanın sırası. Çünkü bu sözde, Türkiye halkının milli karakteri gizli. 

İnsanın kendi sorununa duyduğu entelektüel merak akademik meraktan faklıdır ve sahici olmanın ilk adımıdır. Bir intikam duygusu da var tabi. Keşke her intikam terbiye edilmiş yazı formunda kırıp dökmeyen böylesi itidale sahip olsa. (Peh peh bu sözü ben mi söylüyorum?)

 

Evet, “Sizden başka şikâyet eden yok.” milli sözümüz bu.

 

1. Sizden başka şikâyet eden yok, yani siz teksiniz. Yani sizi tekliğinize tecrit eden bir söz.

2. “Sizden başka şikâyet eden yok.”, yani sizin tekilliğiniz karşısında “biz” varız. Siz zamiri 2. çoğul şahıs zamiri değilken  biz asimetrik biçimde 1. çoğul şahıs. Sözde biz geçmemesine rağmen bu "biz"in potansiyel varlığı, söz söylendiği anda vücuda geliyor. "Siz"li nezakete aldanmayın, altından kanalizasyon akıyor, burada tekil olan "siz"in karşısına çoğul ve totaliter "biz"i çıkaran aritmetik bir işlem var.

3. İsmin önünde sıfat (belgisiz) olan “başka”, “siz”den sonra belgisiz zamir gibi duruyor ama içerik olarak yine sıfat. Çünkü “başka” siz başkasınız anlamına geliyor. Başka, yani anormal olan.

4. Siz şikâyet eden konumundasınız, “biz” de şikâyetinizi çözüme kavuşturma makamıyız. Ayağına gidişin bu makam-şikâyet hiyerarşisini kurması başlı başına ilginç. Ama şikâyetinizin geçerli olması için bu şikâyetinizin daha önceki veya sonraki başka insanların şikâyetleriyle kayda değer bir çoğunluğa ulaşması şart. Şikâyet tek olduğu için, şikâyet adını hak edecek bir varlığa da kavuşamıyor. Dolayısıyla “Sizden başka şikâyet eden yok,” yani sizinki şikâyet değil. Otomatikman şikâyetin tanımı değişiyor.

5. Şikâyet dile getirdiği sorundan bağımsız, kendisi bir sorun olarak algılanır. Sanki şikâyet olmazsa sorun da yoktur. Şikâyet sorunun belirtisi değil, maraza çıkaran birinin durduk yere öne çıkmasıdır. Şikâyet  etmek performatif bir eylemken kendi tekilliğiyle yüzleştiği için kolu kanadı kırılıyor. Şikâyet, şikâyet edenin üzerine çullanıyor.

6. Şikâyet önce tekil başlar zaten. Diğer insanların da belki kısmen yaşadığı bir sorunu anlatma girişimidir. Rahatsız oluyorum beni dinler misiniz demektir.  Kendi rahatsızlığımla diğerlerinin olası rahatsızlıkları arasında kurduğum bağ şikâyetin de ortak dili haline gelir. Yani şikâyet edenin tek kişi bile olsa ister istemez temsili bir yanı vardır. İşte sizden başka şikâyet eden yok sözü bu temsili varlığa saldırıdır.

7. Şikâyet, diğerinin başına iş açtığı için pek hoş karşılanmaz. Yine de asıl hoş karşılanmayan şikâyetin kendisi değil, şikâyet edenin cüretidir. Bu kez de sizden başka şikâyet eden yok sözü, sizden başka şikâyet etmeye cüret eden yok anlamına gelir.

“Sizden başka şikâyet eden yok.” sözünü söyleyenler yukarıda madde madde açıkladığım durumu bilmiyorlar. Bilmedikleri halde bu sözü söylerken bir bilirkişi gibi davranıyorlar. Ama sözün kullanım değerini biliyorlar.

Alın bu sözü toplumun her mahfiline, her ahbap çavuş ilişkisine, her grubuna, her hücresine ve her sorununa uygulayın.

 

Önceleri alışkanlıkla katlanmanın birbiriyle didiştiğini düşünürdüm. Öğrenmem  zaman aldı. Alışkanlık katlanmanın kemale ermiş hali de değil. Alışkanlık rahatsızlığın bilincinde bir çeşit uyum olsa yarayı kaşıyarak derdimi anlatabilirdim; ama hayır, alışkanlıklarda diğerlerinin sorunlarla benzeştiklerini gördüm hep. Alışkanlık o kadar tereddütsüz yaşanıyor ki, biraz düşünseler gerçekleşebilecek rahatsızlıklarına bir an bile fırsat tanımıyorlar. Sürünün alışkanlık yeteneği  sistemin  -rasyonel yönetmeliklerle tarif edilmiş de olsa- sonradan ortaya çıkan bütün olumsuz çıkıntılarını “düzen” haline getiriyor ve en ufak bir şikâyet çıbanbaşı olma tehdidiyle karşılaşıyor. 


Alışkanlık, duyarsızlaşma, umursamama, kanıksama... bunlar birbirinden farklı kavramlar, ama içlerinde en kötüsü alışkanlık. Kıyaslamak için söylüyorum: duyarsızlaşmanın kendi halindeki tepkisizliği hödükçedir elbette, ama alışkanlık sorunlu düzenin en önemli ekipmanı olarak bu hödüklüğü ideoloji haline getirir. Şikâyetiniz karşısında birden aktive olan işlerin tıkırında gittiğini savunan alışkanlar görürsünüz. Alışkanlar uysalca boyun eğdiği “düzen”in tarafıdır artık; şikâyet karşısında hem kendilerini güçlü hissederler hem de hiç yoktan o fukara beyinleriyle fikir sahibi olduklarını sanırlar.


Bakmak ve işitmek insanların büyük çoğunluğu için anlama duyumları değil, uzlaşma ve alışma duyumları.

 


7 Haziran 2022 Salı

SEN


 

KÂHİN

Hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylerken kendi yılgınlığını, çaresizliğini, hımbıllığını gizleyenler var ya, bir de kehanette bulunuyormuş gibi sahte bir bilgelikle kurumlanırlar hani, adisiniz lan siz!

 

 ÜSKÜDAR METROSU’NDA

Yürüyen merdivenden inerken fark ettim, tehlike işareti sarı çizginin bir adım berisinde oldukça kısa etekli bir kadın; sırt dekoltesi neredeyse kuyruk sokumunda. Bankta oturan kadınlar onu süzüyorlar. Dekolteli kadının atletik vücudu göremediğim yüzünü vaat ediyor. Güzel olmalı. Kloş mini eteği tünelin esintisiyle hicap yerlerine doğru yalpalıyor. Kadını geçiyorum, son bir bakış, profilden kemiksi güzel yüzünü görüyorum, bir an.

 Önüm sıra iki genç adam yürüyor, konuşuyorlar:

 -Şu mini etekli kadını gördün değil mi?

-Evet.

-Diğer kadınlara ayıp olmasın diye ona bakamadım.

-Nasıl ayıp, anlamadım.

-Herkes ona bakıyor, kadınlar da bakıyor ama nasıl diyeyim imrenmeyle, hasetkârca. Ben bakmayarak diğer kadınlarla bir tür empati kurdum. Bütün bakışı üzerine çekmiş güzel bir kadın görünce ve etrafta başka kadınlar olunca onların hatırına güzel kadına bakmaktan vazgeçiyorum. Lânet olsun huyuma.

-Saçma!.. sen o güzel kadının sana bakmadığını biliyorsun, en azından pozisyon gereği bakamaz zaten, çünkü sırtı dönük. Hem, çok güzel ve yarı çıplak erotik bir kadın bütün bakışlar üzerindeyken kimseyle göz göze gelmemekte mahirdir. Bence sen herkesin içine düştüğü aynı şeye bakmanın getirdiği sıradanlaşmış halinle diğer kadınlara görünmek istemiyorsun. Kasma. Dur şimdi, geri dönüp onun vagonuna binelim.

 İki adam birden geriye dönünce az kalsın çarpışacaktık.

 

HÜZNÜN MEKÂNI

İstanbul’un hüzün mekânları bir bir dönüşüyor, işgal ediliyor, yok oluyor. Nedir hüznün mekânı? Sessiz bir köşe ve ufku olan bir açıklık. Sahipsiz olması şart. 90’lı yıllarda Eminönü Yeni Caminin sekisine oturup denize bakarak bolca yaşadım bu duyguyu.  Ve Sultanahmet’te. Ve Karaköy’de… vapur geldi, boş ver sonrakine binersin; hüzün öyle esir alırdı ki benliğimi oturduğum banka yapışıp kalırdım. Hüzün, yani kimsenin seni uyandıramayacağı, bütün sorunlarını azar azar bağışladığın dalgınlık hali. Bir şehrin hüzün mekânları yok olursa ne olur? Şehrin kafası çalışmaz.

 

MUĞLAK ZAMAN

‘En kısa zamanda’ sözü sanıyorum ilk başlarda özel sektörün devlet bürokrasisine karşı kendini olumlayan mottosuydu. Değişiklik vaat ediyordu. Sonradan müşteri beklentisini teskin edici söz haline geldi. Günümüzdeyse daha çok belirsizlik… boş söz. En kısa zaman, bir zaman ölçüsü birimi değil. Walter Benjamin Moskova gezisinde seiçhas diye Rusça bir sözcük öğrenmiş. Şimdi ve burada anlamına gelen bu sözcük de her türlü geç kalmanın ümitvar ifadesiymiş. Aslında bahanesi.

 

İDEOLOJİ

Ezan, İstiklâl Marşı, Andımız, Kızıldere Türküsü vb. Bunlar ideoloji değil. İdeoloji yüksek sestir. Kısaca hoparlördür. Şu söz Hitler'in: "Hoparlör olmasaydı eğer asla Almanya'yı fethedemezdik." 1938'de Alman Radyosunun Kılavuzu'na yazmış bu sözü.


 

SAHİ?

Böyle söyleyince kendini daha açık sözlü mü hissediyorsun, yoksa canımı acıttığını bilerek bundan zevk mi alıyorsun?

 

EROTİK UTANÇ

Utanç kadının kendi arzusundan utancıysa tahrik edicidir.

 

PAZARLIK

Utangaç eli onun bedeninin mahrem yerlerinde küçük pazarlıklar yapıyordu. Şöyle de diyebilirim:  utancın elinin dokunuşlarına bulaştırdığı tereddüt diğerinin her yerini mahrem kılıyordu.

 

HÜRMETİN BİÇİMLENDİRDİĞİ BEDEN

Hürmetkârın davranışları diğerini çabuk yaşlandırır. Hürmeti alanın bedeni tembelleşir, oturduğu yere çakılır kalır. Yürümek bile yakışmaz ona. Tarikat şeyhleri böyledir; yavaşlık ve sakarlık bedenlerini ele geçirir, olduğundan daha da yaşlı gösterir onları; bir nevi ölmekte olana hürmettir bu.

 

 ANNEM

Annem kulağı büyük olanların ömürlerinin de uzun olduğunu söylemişti. Sonradan öğrendim, yaşlandıkça elastik yapısı bozulan kulağımız yerçekimi etkisiyle sarkarak uzuyordu zaten.

 

GENEL KÜFÜR

Toplumsal sözcüğünün bana faydası, insanlara küfrümü daha derli toplu yapma imkânı tanımasında.