“SİZDEN BAŞKA
ŞİKÂYET EDEN YOK.”
Kim bilir
kaçıncı kez duyuyorum bu sözü. Gürültüyle ilgili şikâyetlerimde en çok
karşılaştığım beylik lâflardan biri. Sadece gürültünün kaynağı muhataplarımdan
duymadım, başvurduğum resmi görevliler de aynı sözü rahatlıkla söyleyebildiler.
Sözün genel bir
kullanımı da var aslında... slogan gibi, mesela yolsuzluk yapanlar için bire bir.
Bu söze biraz vakit ayıracağım. Gerçi bu sözü söyleyenin ağzına tıkayan karşılıklarım oldu hep, ama şimdi atomlarına ayırmanın sırası. Çünkü bu sözde, Türkiye halkının milli karakteri gizli.
İnsanın kendi sorununa duyduğu entelektüel
merak akademik meraktan faklıdır ve sahici olmanın ilk adımıdır. Bir intikam
duygusu da var tabi. Keşke her intikam terbiye edilmiş yazı formunda kırıp dökmeyen böylesi itidale sahip olsa. (Peh peh bu sözü ben mi
söylüyorum?)
Evet, “Sizden
başka şikâyet eden yok.” milli sözümüz bu.
1. Sizden başka
şikâyet eden yok, yani siz teksiniz. Yani sizi tekliğinize tecrit eden bir söz.
2. “Sizden
başka şikâyet eden yok.”, yani sizin tekilliğiniz karşısında “biz” varız. Siz
zamiri 2. çoğul şahıs zamiri değilken biz asimetrik biçimde 1. çoğul şahıs.
Sözde biz geçmemesine rağmen bu "biz"in potansiyel varlığı, söz söylendiği anda
vücuda geliyor. "Siz"li nezakete aldanmayın, altından kanalizasyon akıyor, burada tekil olan "siz"in karşısına çoğul ve totaliter "biz"i çıkaran aritmetik bir işlem var.
3. İsmin önünde
sıfat (belgisiz) olan “başka”, “siz”den sonra belgisiz zamir gibi duruyor ama
içerik olarak yine sıfat. Çünkü “başka” siz başkasınız anlamına geliyor.
Başka, yani anormal olan.
4. Siz şikâyet
eden konumundasınız, “biz” de şikâyetinizi çözüme kavuşturma makamıyız. Ayağına
gidişin bu makam-şikâyet hiyerarşisini kurması başlı başına ilginç. Ama
şikâyetinizin geçerli olması için bu şikâyetinizin daha önceki veya sonraki
başka insanların şikâyetleriyle kayda değer bir çoğunluğa ulaşması şart.
Şikâyet tek olduğu için, şikâyet adını hak edecek bir varlığa da kavuşamıyor.
Dolayısıyla “Sizden başka şikâyet eden yok,” yani sizinki şikâyet değil.
Otomatikman şikâyetin tanımı değişiyor.
5. Şikâyet dile getirdiği
sorundan bağımsız, kendisi bir sorun olarak algılanır. Sanki şikâyet olmazsa
sorun da yoktur. Şikâyet sorunun belirtisi değil, maraza çıkaran birinin durduk
yere öne çıkmasıdır. Şikâyet etmek
performatif bir eylemken kendi tekilliğiyle yüzleştiği için kolu kanadı
kırılıyor. Şikâyet, şikâyet edenin üzerine çullanıyor.
6. Şikâyet önce tekil başlar zaten. Diğer insanların da belki kısmen yaşadığı bir sorunu anlatma girişimidir. Rahatsız oluyorum beni dinler misiniz demektir. Kendi rahatsızlığımla diğerlerinin olası rahatsızlıkları arasında kurduğum bağ şikâyetin de ortak dili haline gelir. Yani şikâyet edenin tek kişi bile olsa ister istemez temsili bir yanı vardır. İşte sizden başka şikâyet eden yok sözü bu temsili varlığa saldırıdır.
7. Şikâyet, diğerinin başına iş açtığı için pek hoş karşılanmaz. Yine de asıl hoş karşılanmayan şikâyetin kendisi değil, şikâyet edenin cüretidir. Bu kez de sizden başka şikâyet eden yok sözü, sizden başka şikâyet etmeye cüret eden yok anlamına gelir.
“Sizden başka
şikâyet eden yok.” sözünü söyleyenler yukarıda madde madde açıkladığım durumu
bilmiyorlar. Bilmedikleri halde bu sözü söylerken bir bilirkişi gibi
davranıyorlar. Ama sözün kullanım değerini biliyorlar.
Alın bu sözü toplumun her mahfiline, her ahbap çavuş
ilişkisine, her grubuna, her hücresine ve her sorununa uygulayın.
Önceleri alışkanlıkla katlanmanın birbiriyle didiştiğini düşünürdüm. Öğrenmem zaman aldı. Alışkanlık katlanmanın kemale ermiş hali de değil. Alışkanlık rahatsızlığın bilincinde bir çeşit uyum olsa yarayı kaşıyarak derdimi anlatabilirdim; ama hayır, alışkanlıklarda diğerlerinin sorunlarla benzeştiklerini gördüm hep. Alışkanlık o kadar tereddütsüz yaşanıyor ki, biraz düşünseler gerçekleşebilecek rahatsızlıklarına bir an bile fırsat tanımıyorlar. Sürünün alışkanlık yeteneği sistemin -rasyonel yönetmeliklerle tarif edilmiş de olsa- sonradan ortaya çıkan bütün olumsuz çıkıntılarını “düzen” haline getiriyor ve en ufak bir şikâyet çıbanbaşı olma tehdidiyle karşılaşıyor.
Alışkanlık, duyarsızlaşma, umursamama, kanıksama... bunlar birbirinden farklı kavramlar, ama içlerinde en kötüsü alışkanlık. Kıyaslamak için söylüyorum: duyarsızlaşmanın
kendi halindeki tepkisizliği hödükçedir elbette, ama alışkanlık sorunlu düzenin
en önemli ekipmanı olarak bu hödüklüğü ideoloji haline getirir. Şikâyetiniz
karşısında birden aktive olan işlerin tıkırında gittiğini savunan alışkanlar
görürsünüz. Alışkanlar uysalca boyun eğdiği “düzen”in tarafıdır
artık; şikâyet karşısında hem kendilerini güçlü hissederler hem de hiç yoktan o fukara beyinleriyle fikir sahibi
olduklarını sanırlar.
Bakmak ve işitmek insanların büyük çoğunluğu için anlama duyumları değil, uzlaşma ve alışma duyumları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder