30 Mayıs 2022 Pazartesi

İbn Battuta Seyahatnamesi


 

İbn Battuta, Seyahatnamesi’ni genel okuyucu için yazmıyor.Yıllar süren seyahatinden ülkesi Fas’a dönüşünde o dönemin Merini hanedanı Sultan Ebu İnan Fâris'in siparişi üzerine yazıyor. Yazar olarak İbn Battuta adını görüyoruz ama o yazmıyor, İbn Battuta anlatıyor ünlü bilge ve kâtip İbn Cüzeyy kaleme alıyor. Anlatıcıyla yazarın ayrışmadığı bir dönem. Matbaa henüz icat edilmemiş, okuryazar sayısı az ya da el yazısı zahmetli; tüm bunlar yazarı  genel okuyucu imgeleminden yoksun bıraksa da asıl sebep başka: o zamanlarda seçkin kişi için yazmak ve tek nüsha yazmak esastı.  

Kitabı okumaya beni motive eden de bu tekli hitap dilinin henüz genel okuyucunun imgelemde oluşmadığı zamanlarda nasıl bir üslûp tutturduğu sorusuydu. Acaba kâtipler birbirini yabancılayan bu iki dil arasında çöpçatanlık mı yapıyordu? Anlatı dilinin yazıda filtrelendiği ilk deneyler... Doğrusu sorum muallakta kaldı, umduğumu bulamadım. Muhtemelen çeviri sorunları. Kastettiğim çevirmenden kaynaklanan sorunlar değil, sanıyorum kitabın kendi döneminde kullandığı dilin "eskimesi", katmerli yoruma maruz kalması asıl etken…

 

Peki bir sultan böyle bir yazı zahmetini yazardan neden ister? Ama dikkat edelim henüz ortada bir yazar yok, yazar da bu sipariş üzerine kendini yaratıyor; kendini diğerine devrederek. Yazı sayesinde Sultan gezginin anılarının artık birinci elden sahibi. Şimdiki yayınevlerinin yazarlarla aralarında kurduğu telif ilişkisinden çok, mucidin adından da feragat edip patent hakkını firmaya devretmesine benziyor. Anlatıcı, yazar (kâtip), sahip (sultan) arasında sonu sarayın kütüphanesinde biten grift bir ilişki. Kitap  münferit kütüphanesinden varlığını terk edip günümüzde olduğu gibi çoğalınca dili de en azından çeviri-sadeleştirme tekniğiyle kendiliğinden genel okuyucuya hitap eder biçime evriliyor. Nasıl? Tersi bir örnekle kıyaslanabilir. Eski topluluk kralları tebaasına kanun, yazıt vb yollarla  seslenirken genel okuyucuya hitap dilini kullanır; üstten bakan diyaloğa kapalı kibirli dili. Yazı yine tek nüshadır belki ama alenidir. Saraya yazan ise kapalı, deyiş yerindeyse mahrem bir dil kullanır. İşte bu dil ne anlama geliyor?  Kitap yaygınlaşınca bu "özel" hitabın içinde kendimizi nasıl muhatap olarak buluyoruz?

 

İbn Battuta Seyahatnamesi ilk antropoloji eserlerinden sayılır. Ama bu sonuca varmak için sadece Battuta’nın gözlemleri yetmez, Battuta’nın kendisini de gözlemlememiz gerekir. Battuta’nın şurada şunu gördüm, burada şöyle bir âdet vardı gibi, daha çok okuyanı şaşırtmaya yönelik notlarını bizzat Battuta’nın kendisine de yönelterek…

 

O zamanlar (1300’lü yıllar) gezginlik ne anlama geliyordu? Gezginlik sadece gezip görme miydi, yoksa bir yerden bir yere giderek yapılan başka bir faaliyetin yan ürünü müydü? Önce bir kavram düzeltmesi: Battuta, ilk gezginlerden değil, gezmelerini ilk yazıya dökenlerden. Bunu netleştirelim. Kitabı okurken aklımda şu soru uyandı: Battuta konakladığı diyarlarda hep en üst yöneticiler tarafından üst düzey protokolle ağırlanıyordu; krallar, sultanlar, valiler tarafından. Bu statü nereden geliyordu? Ayrıca konakladığı yöreden ayrılırken cebi dolduruluyor, birçok hediye veriliyordu kendisine. Ne karşılığı?

 

Kitabın bütününe bakınca anladım ki, Battuta bir pezevenk. Ama bal tutan parmağını yalar cinsinden bir pezevenk. O zamanlar pezevenkliğin şimdiki gibi hakaretamiz bir anlamı yok. Aslında yakın zamana kadar da yoktu, Trump’ın büyük dedesi pezevenkti, Mafya lideri Al Capone Şikago’da genelev işletiyordu. Köle kadının (cariyenin) Kuran’da bir prosedüre bağlanmış konumu sosyal olduğu kadar ticaridir de. Diyelim bir sultanın hareminde 50 cariye var, bu sayı zaman zaman değişiyor tabi ama asıl değişkenlik cariyelerin sürekli yenilenmesinde. Yaş, kanıksama, yeni bakire, yeni heyecan gibi nedenlerle harem son derece dinamik bir kurum. Savaşlar bu sorunu geri planda düzenlese de pezevenklik ganimetin bir parçası olan cariyenin barış içinde akışkanlığını sağlıyor. İbn Battuta oradan oraya cariye (ve "oğlan") taşıyan genç bir adam. Cariye sadece hareme taşınmıyor, en iyi “ürün”ler hareme kalıyor ama, haremden kovulanlar ya da haremin almadıkları hiyerarşik seçme ilkesiyle silsile halinde halka pazarlanıyor. Battuta’nın yaptığı işle uyumlu başka bir görevi daha var! Battuta sahip olduğu din bilgisiyle profesyonel kadı. Arap coğrafyasından gelen Müslüman olduğu için gittiği yörelerde el üstünde tutuluyor. O zamanlar muhtemelen Arap topraklarından gelenler Kureyş kabilesinden olma gibi yapay bir söylentiyi de peşlerinden getiriyorlar, bu durum kendiliğinden bir imtiyaza dönüşmüş. Kadılık dışarıdan gelenin yapacağı bir iş. Yöresel grup çatışmalarından ötürü adalet ancak “yabancı” biri tarafından yerine getirilebiliyor. Peki bir kadı daha çok hangi davalara bakar? Kitapta yazmıyor, sadece kendi sezgilerimden hareket ediyorum: Doğum kontrolü gelişmediği için cariyelerin çocukları oluyor. Bu çocuklar annelerinin üzerine yapışmış “cariye” sıfatı devam ederken babalarının soyuyla anılıyorlar. Tuhaf bir denge. Tuhaf ama bütün bir tarih aslında. Cariyeler ve çocukları farklı toplumların birbiriyle kaynaşmasını (melezlenmesini) sağlıyor... Uluslaşma bu olguyu unutmaya dayalı yeniden düzenleme çabasıdır. Adlandırmayla milletler homojenize edilir.

 

İnsanlık tarihi pezevenkliğin de tarihidir.

 

 

Pezevenkliğin tarihi dediğimiz zaman kavramın hakaretamiz anlamının tarihi gibi görünüyor. Oysa tarih, kavramın ifade ettiği işlevin tarihidir, zamanla geçirdiği değişimin tarihi. Murat Bardakçı’nın, Prof. Edhem Eldem’in, Sevan Nişanyan’ın pezevenkliğin etimolojisi hakkında yazdıklarına baktım, hep aynı olumsuz çağrışımdan hareket etmişler. Etimoloji bir yerde tıkanır. Tıkandığı nokta, kavramın icat edildiği milat değildir, sadece sahip olduğumuz anlamın evrimiyle ilgili bir istasyondur. Bir sözcüğün kökeni bizi tarihin belirli bir yerine kadar götürür ancak. O yer sözcüğün yazıya dökülüşüdür zaten. Ondan önce sözcük ses olarak da vardır ama nasıl bir “ses” halindeydi bilemeyiz. Sözcüğün fonetiğiyle yazı arasındaki yaklaşık ilişki hesaptan düşülmezse etimoloji kısır döngüye varabilir. Sözcüklerin semantik gelişimini kastetmiyorum bile.  Yazı bize kalıcı bir bellek kazandırır doğru ama ne karşılığında? Yazıdan önceki belleği yok ederek! Tarihte  kimin borusu öterse o yazar elbette. Burada ‘kim’ diye aklımıza millet, ahali vb gelmesin; padişah, sultan vb iktidarda kim varsa o. Fas Sultanı İbn Battuta'nın belleğini bir sultanın duymak istediklerine göre de biçimlenmiş haliyle satın alıyor. Sözü yazı altına almak, yazıya karar vermek matbaanın icat edilmediği dönemlerde emir altında kâtiplerin işiydi ve “keyfi” bir işti, bir kurala göre yazılmıyordu (örneğin günümüzde olduğu gibi sözcüklerin yazım kılavuzu yoktu) aksine yazı kural koyucuydu. Yazı orijinal anlatıcının kendi tekzip hakkından vazgeçişi  anlamına geliyor. Yazı sayesinde bir tür amnezi gerçekleşir, “ilk” anlamını unutur. Yazı bir hatırlama aracı olduğu kadar, hatta daha fazlası unutma aracıdır.

 

Bu konuda Almancanın sözcük türetim kıvraklığı ilham verici. Anlamı içinde saklayan bir yapı sunar bize. Tıpkı karbon atomu yöntemiyle bir nesnenin yaşının saptanması gibi sözcüğü bileşik kurgusundan ayrıştırmak anlamı açar bize. Almanca 'der Zuhalter' (pezevenk) zu:kapalı, halten:tutmak sözcüklerinin bileşimi. Pezevenk burada kadınla erkek arasındaki evlilik dışı ilişkiyi kapalı tutar. Yani sırdaş olur. Kadınla erkek arasındaki mahrem ilişkiye bir üçüncü kişi olarak katılan pezevenk, bir düzenleyici, bir garantör olarak ilişkinin kurucusudur da. Onun suç ortağı olması, daha sonra sözcüğün olumsuz anlamıyla suçu üstlenmesine dönüşür; yani işin kendisi suçu üstlenmektir aslında. Bunun nedenini evliliğin hukuki, kutsal bir kurum haline gelişinde aramalıyız...

 

 

Uzakdoğu’da geçen seyahatlerin birinde ‘devlet’ sözcüğünün ses olarak Arapçada olduğu gibi kullanılması dikkatimi çekti. Maldiv Adaları’nda tahtırevana dûlet (devlet) diyorlarmış. Herkes tahtırevana binemiyor. Ancak çok özel insanlar, o da sultanın izniyle. Belki etimolojik paralellik kurmak doğru değil ama sözcüğün çağrışımı Arapçasına uygun. Arapça etimolojide devlet elden ele dolaşmak anlamına geliyor. Tıpkı tahtırevan gibi, tahtırevanla belirli bir yükseltide taşınan zadegânlar=devlet.