20 Kasım 2023 Pazartesi

Üşümek

 


Üşüyor musun sorusunda bir üstünlük taslama yok mu?

Ağırbaşlı görünmek için ne çok üşümüyorum demişimdir.  Dışarıdayken bile yanımdakine ev sahibi rolünü verip misafirin üşümeyeni makbuldür düsturuna boyun eğiyormuşum gibi. Üşümüş görünmemek için harcadığım çaba da bir üşüme tarzıydı aslında.

Üşüme, ister istemez bedenin teşhiridir.

Bedenin hem savunması hem de dili.

Biraz açmam lazım. Birbiriyle çelişkili görünen iki sözcük, savunma ve teşhir...  Savunma çünkü üşüme bedenimizin soğuğa karşı ısınma çabası. Soğuğa maruz kalıp pasif bir kabullenmenin içine düşmüyoruz. Belki düşüyoruz da beden soğuğu duyumsadığı anda gayri iradi hemen harekete geçiyor. Zaten bu harekete geçmenin adı üşüme. Bedenin dışarıyla kendi sıcaklığını dengelemek için kıvranıp durması. Teşhir dedim çünkü bedenin üzerinde gözlemlenebilen semptomlar bu üşüme halini faş ediyor.

Yine de üşümek kimseyi eşitlemez. Zengin üşümesiyle fakir üşümesi arasındaki farkı nasıl anlarız? Mesela sokakta. Zenginin üşümesinde bir kaçış vardır, bedeninin üşüme hali eğretilikle doludur. Fakir ise uyuz uyuz üşür… üşüme bedenini ele geçirmiştir.

 Kışın dilenciler yakarma edimlerine üşümelerini de katarlar.

Üniversitede bir arkadaşım bedenini gevşek bırak daha az üşürsün demişti. Denedim olmadı. Herhalde daha az enerji harcarsın demek istemişti. Üşürken sanki üşüyen yanlarımı bir araya toplar gibi büzülüyorum. Sanıyorum herkeste aynı. Kaslarım kasılıyor; bedenin küçülme eğilimine ister istemez boyun eğiş…Üşüme dinamik bir şey, insana aman tanımıyor; anlık ısınmalarla üşüyorsunuz, aslında bir fizik yasası: hareket, ısı açığa çıkarır. Soğukla bu yapıntı ısının çarpışması üşümeyi doğuruyor. Bunu böyle açıklamak tuzukuruların işi bana hiç yakışmıyor. Oysa sözcük kendi başına yalın ve etkili: Üşüyorum! 

Bir haftadır evde yalnızım. Soğukların bastırdığı şu iki gündür doğal gazı yakmamak için direniyorum. Aklımda tasarruf var. Ama ısınma imkânı elimin altındayken çoluk çocuğun rızkını gözetmemin, üşümeyi inadına sürdürmemin konformist bir tarafı da var: Nasıl olsa kontrol bende duygusu.

 Üşümek geçmişimle kurduğum çok sıkı bir bağ.

 “Ben bu ülkede hep üşüdüm.” demişti. Aynen öyle.

 Üşüme bir hasret çığlığıdır: Açılan kapı ve içeri gel üşümüşsün diyen bir ses.

 

Şimdi çocuklar bir yerlerde üşüyor ya, silinmeyecek bir hafıza yaratıyorsunuz.







15 Kasım 2023 Çarşamba

Yalancı Çoban


 

Yalancı Çoban bir Ezop masalı, kökeni Antik Çağ’a dayanıyor (M.Ö. 620-560). 15. yüzyılda Latinceye çevrildikten sonra bütün dünyaya yayıldı. Dünya milletleri kendi doğrucu çocuklarını yetiştirmek için bu masalı dilden dile aktardılar, ders kitaplarına koydular. 1700’lü yıllarda Avrupalı bir gezgin çocukken okuduğu bu masalın aynısını uğradığı bir Doğu kasabasında duysaydı kafası karışırdı. Öyle ya, buraya nasıl ulaştı acaba? Basit: söz gezginden daha hızlıdır.   Dünyanın günümüzde en bilinen masalı desek yeridir. Dünyanın herhangi bir yerinde şöyle bir soru sorulabilir: Bu masalı ilk ne zaman duyduğunuzu hatırlıyor musunuz? Bu masalın üzerinizdeki etkisi ne?

 

Masalın anlatım kaynağı açısından yetişkinden çocuğa doğru seslenen pedagojik bir yönlendiriciliği olduğu kesin. Masal sadece ahlaki mesaj vermiyor, olgun kişiyle (yetişkin) ham kişi (çocuk) arasında bir hiyerarşi de kuruyor: Anlatıcı-dinleyici, mesajı alan mesaja itaat etmesi beklenen gibi. Ama Po Bronson ve Ashley Merrymann adında Amerikalı iki yazar yaptıkları bir araştırmada bu masalı dinleyen çocukların hiç de beklendiği gibi “dürüst”e evrilmediklerini gördüler. Hatta masalı dinleyen, okuyan çocukların yalanları daha bile artmış. Po Bronson ve Ashley Merrymann konu hakkında bir kitap da yazdılar  (Nurtureshock: New Thinking About Children) ben şahsen bu kitabı okumadım, kitaptan İnternet’te yayınlanan bir makale sayesinde haberdar oldum (https://interestingliterature.com/2021/04/boy-who-cried-wolf-fable-summary-analysis-meaning/). Google Çeviri sağ olsun.   Masalın umulanın tersine bir etki yapması koskoca bir neden sorusunu hak ediyor ve yazarların neden sorusuna cevabı çok zekice: "Küçük çocuklar için yalan söylemenin asıl endişesi insanların güvenini kaybetmek değil, asıl etki yalanlarından ötürü cezalandırılmalarıdır." Ama burada bir neden sorusuna daha ihtiyaç var. 

 

İsterseniz bu son neden sorusunu Yalancı Çoban’a alternatif başka bir hikayeyle karşılaştırdıktan sonraya saklayayım.

 

ABD ilk başkanı George Washington’un biyografisinde geçen bir hikâye bu. Washington altı yaşındayken babası kendisine bir balta hediye etmiş. O yaşta bir çocuk koca baltayı kullanamayacağına göre nacak gibi bir şey herhalde. Etrafta kimsenin olmadığı bir sırada küçük Washington evin önünde babasının diktiği kiraz fidesini bu baltayla kesmiş. Babası kiraz fidesini kesilmiş halde görünce Washington’u yanına çağırmış, bunu sen mi yaptın diye sormuş. Washington, yalan söyleyemem ağacı baltamla kestim, demiş. Washington’un babası oğlunun bu dobralığı üzerine onu kucaklamış ve dürüstlüğün bin ağaçtan daha değerli olduğunu söylemiş. Sadede geleyim, Amerika’da çocuklara yalan söylememeleri için anlatılan bu hikâye erkeklerde %75, kızlarda %50 etkili oluyor. Hatta Washington adı çocukları yönlendirmesin diye hikâye başka birinin adıyla anlatılmış. Gel gör ki yalan üzerine ders veren bu hikâyenin kendisi bir yalan. 1799’da ölen Washington’un biyografisini yazan Mason Locke Weems adında gezgin  papaz yukarıdaki hikâyeyi kendisi uydurarak biyografinin 5. baskısına sonradan eklemiş. Aynı adam bu hikâyeyi 1836'da Bir Çocuk Hikâyesi ve ders kitabı olarak yeniden basınca 120 milyonun üzerinde satıyor. Toplumun pedagojik biçimlenmesiyle ilgili agresif bir sayı.

 

Peki Yalancı Çoban’la Kiraz Ağacı hikâyesi arasındaki farklar neler? Neden çocuklar birinci hikâyede yalandan ötürü cezalandırılmalarını insanların güvenini kaybetmelerinden daha caydırıcı görürken ikincide tersi oluyor?

 

Önce Yalancı Çoban’a bakalım:

 

Yalancı Çoban  bir çocuk, köyün dışında koyunlarını otlatıyor,  tek başına canı sıkılıyor. Birden aklına bir hinlik geliyor. Sebep can sıkıntısı olduğu için hinliği şaka diye de okuyabilirsiniz. Bir tepeye çıkıp koşun ahali kurtlar koyunlarıma saldırıyor diye köylülere sesleniyor. Köylüler işini gücünü bırakıp yardıma gidiyor. Uzatmayacağım, herkesin masalı hatırladığını varsayarak kısa kesiyorum. Çoban aynı yalanı ikinci kez söylüyor. Ama üçüncü kez tepeye çıktığında kurtlar gerçekten koyunlara  saldırmış oluyor. Tabi kimse kılını bile kıpırdatmıyor. Kurtlar bütün koyunları öldürüyor. Masalın bazı versiyonları acımasız (otoriter pedagoji), kurtlar çobanı da yiyor. 


Çobanın yalanı ahlaki mi? 


Çocuk yalanı nihayetinde eğlence için söylüyor. Sadece şaka olsun diye uydurduğu bir yalan. Çoğu şaka zaten bir yalana dayanmaz mı? Eğer koyunlar başka birine ait olsaydı ve çoban birkaç koyunu kendine saklayıp  aynı şekilde bağırsaydı  ahlaki bir yalandan söz edebilirdik. Çobanın yalanında ise böyle bir çıkar ilişkisi yok. Yalan çocuğun köylü yetişkinleri seferber ettiği eğlencesi; kabul edelim tek taraflı bir eğlence. Sonuçta foyası ortaya çıkıyor. Ama şaka olması da bu foyasının ortaya çıkmasına bağlı. Aksine yalanına sadık kalsa mesela siz gelinceye kadar kurtlar korkup kaçtı dese şaka gerçekleşmeyecek. Tek başına olduğu için gerçekleşmeyecek, yalanına ortak en az bir kişi daha olsaydı yalanı sürdüren ciddiyeti şaka hanesine yazabilirdik. Yalan çocuğun eğlencesinde kurucu öğe. Buna rağmen amacı yalan söylemek değil, yetişkinleri harekete geçirici gücü elde etmek, yalan bunu sağlıyor.  İnandırıcı olsun diye yalanı gerçekmiş gibi söylemesi gerektiği için kendi gücünü de sınıyor.

 

Üçüncü kez, evrensel bir ölçü birimi... yalanın doygunluk limiti, yalanın sınırı. 

 

O zaman bütün sorun yalanın ikinci kez söylenişinde. Eğer üçüncü kezde gerçekleşen kurtların saldırısı çobanın ikinci kez seslenişinde olsaydı köylü yine yardıma koşacaktı. Bu durumda köylülerin ilkinde yardıma koşmaları aldatılmalarına rağmen sanki ikinci kezde yaşanan gerçek olayın tatbikatı gibi görünecekti. Bir başka açıdan yalan ve doğru eşitti. Çobanın bir doğru sözüne karşı bir yalan kredisi varmışçasına. Çobanın tepeye çıkıp her bağırışında köylüler belki tereddüt edeceklerdi ama o kadar. Oysa çoban yalanı ikinci kez söyleyince denge değişiyor. İki yalana bir doğru.

 

Böylece üçüncü kez doğruyu söylediği halde doğru ceza anlamına geliyor.

 

Çocuklar haklı olarak bu tür ihtimalleri göz önüne almazlar. Ahlaki olmayan şaka yalanları onların yapmaktan hoşlandıkları becerileridir. Çağdaş pedagojiye uygun biçimde masal yeniden yazılabilir. Yalancı Çoban üçüncü kez tepeye çıkar ve köylülere seslenir: Koşun ahali koşun! Kurtlar koyunlara saldırıyor! Köylüler sesin geldiği yere bakmazlar bile. Ama binlerce yıldır anlatılan masaldaki gibi ortada kurtlar da yoktur. Çocuk tek başına kalakalır ve kendi kendine mırıldanır şakanın tadını kaçırma der.

 

Gelelim çocuk Washington’un kiraz ağacı hikâyesine. Çocuk babasıyla yüzleşince yalan söylemeyeceğim diyor. Yalan hiç gerçekleşmeden sözcük olarak olumsuzlanıyor. Babası bir itiraf istiyor ve çocuk da bu itirafı hemen oracıkta veriyor. Sadece doğru değil bir itaat de var burada. Hangisi daha ağırlıkta itaat mi doğru mu? Veya şöyle soralım, çocuk idealize ettiği bir doğruya mı itaat ediyor yoksa babasının doğru beklentisine mi? Çocuk böyle bir ikilem yaşamadığı gibi itaatle (ya da doğruyla) yalan arasında da bir ikilem yaşamıyor. Babasının sonradan gelen olumlu tepkisi konusunda da hiçbir fikri yokken neyse onu doğrudan söylüyor. Doğruyu söylediği için değil karşısındakinin arzusuna uygun olarak doğruyu söyleme yükümlülüğünü yerine getirdiği için babadan övgü sözleri işitiyor. Tam da bu yüzden doğruyu söylemiş olmuyor. Hadi bunu açıklayalım: Çocuğun kiraz fidesini kestiğini söylemesi eksik bir doğrudur. Asıl doğru kiraz fidesini neden kestiğine vereceği olası cevapta gizlidir.


Kesme eyleminin temel anlamı mecazına dönüşür: Çocuk kiraz ağacını keser ama babanın övgüsü de çocuğun tamamlayıcı doğrusunun önünü keser.