7 Nisan 2022 Perşembe

Geleneksel Sağcılık

 



Rasim Cinisli Erzurum eşraflarından.



Anne tarafından dedesi Kırbaşzade Fevzi Bey Erzurum Kongresine katılmış. Atatürk'le yer sofrasında yemek yemiş. Baba tarafından dedesi Tahsin Bey Cinisli Köyü’nün toprak ağası. Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir adlı kitabında konuk olduğu Cinisli’de vaktiyle Aşkale’ye gidip gelen lastik tekerlekli faytondan söz eder. İşte o lastik tekerlekli fayton Cinislili Tahsin Bey’e aitmiş. Birazdan ele alacağım bir başka lastikli araç dolayısıyla lastik tekerleğin faytonu mimleyen özel parça olmasına şimdiden dikkat çekmek istiyorum. Fayton gibi bir dönemi temsil eden geleneksel taşıtta karma bir aşama bu. Bu değişimi bir tür övgü sayılacak biçimde bizzat adında taşıyor: Lastik tekerlekli fayton (Tanpınar kitabında ‘payton’ diyor). A. Hamdi Tanpınar ömrü boyunca Anadolu’da dolaşıp nadide bulunan Anadolu insanı arayan biri gibi… ayağına gelmiş isim tamlamasının alengirli çağrışımına dikkat etmemesi ayıp. Neyse…



Rasim Cinisli İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyor, 1965 yılının MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) başkanı. 68’in genç sol kuşağının karşısına kemale ermiş sağcı liderlerden biri olarak çıkıyor. Komünizmi Tel’in mitingleri örgütlüyor. Sonrasında AP milletvekili, 70 yılında 41’ler grubuyla Demokrat Parti’yi kuruyor. Şimdi 84 yaşında. Onun Bir Devrin Hafızası adıyla yayınladığı otobiyografisini okumuştum. Rasim Cinisli kitabında işte bu lastik tekerlekli faytondan başka bir lastikli taşıta geçişi farkında olmadan dramatize etmiş… Altını çizdiğim bu paragrafın kenarına “Hiç yoktan erdem yaratmak” diye not düşmüşüm.



İlgili paragraf şöyle:



Biz beş erkek kardeştik. O yıllarda Erzurum’da bisiklete binebilen çocuk veya genç çok az sayıdaydı. Hepimiz heveslenir, babamızdan isterdik. Babam bu istekleri çeşitli bahanelerle yerine getirmemişti. İstanbul’a geldikten sonra ise ilk torununa hemen bisiklet aldı. Bir yolunu bulup sormuştum: ‘Baba, biz beş erkek kardeş istedik, almadın. Torun daha mı çok seviliyor ki ilk isteğini yerine getirdin?’ Demişti ki: ‘Oğlum, Erzurum’daki komşularımızı hatırla: Her ailede sizin yaşlarda çocuklar vardı. Ben size bisiklet alsaydım o çocuklar da babalarından isteyeceklerdi. Ailelerin durumu bisiklet almaya yeten de vardı, yetmeyen de… Çocuk bu, düşünmeden ister. Alamayan aileler huzursuz olacaklardı. Biz o mahallede huzursuzluk kaynağı olacaktık. Asıl sebep buydu. Komşuluk hukukunu korumak ve gözetmek içindi.’”



R. Cinisli babasından aktardığı bu sözleri teybe kaydetmiş olamaz. Mealen aktarıyor. Yine de hafızasına sadık kalarak yazdığı bir metin değil bu. Bize kendisinin de dahil olduğu bir anlayışın resmini çiziyor. Retoriğin (elbette şimdinin retoriği) geçmişteki baba figürünü ikonlaştırması gerek. Yazı bunun basit bir aracısı gibi görünüyor ama değil. Yazı, bundan sonraki sözün orijini olarak rol çalıyor. Sözden yazıya dönüşen süreç (yazı=söz+belagat) yazıdan da tekrar yaygınlaşabileceği kılıkta, ama başka bir kılıkta yani yazının sureti olan sözle tamamlanıyor. Dikkat edersek kıssa ile epizot karışımı bir form var burada. Yaşamda karşımıza çıkan sorun ve o sorunun kendi içindeki tereddütlerini, çelişkilerini, tutarsızlıklarını şıp diye kökten hallediyor. Karmaşaya yer yok, hemfikir olmanın en emin yolu dilden dile anlatılan bu tür kıssalar değil mi zaten. Geleneksel sağcılığın devraldığı ve sürdürdüğü kıssanın özelliği zamanı kendi içine hapsetmesidir. Sorunu kendi tarihselliğinden koparması ve bir anlatı adacığında zamanı durdurması da diyebiliriz buna. Her halükârda olayın indirgenebildiği duygular "mutlak". Dolayısıyla geleneksel sağcılık, geçmişi; şimdi ve gelecek üzerinde sürekli bir hak sahipliği ya da zamanla bağını sürekli borçlu olduğu bir geçmişin ipoteğinde idealize eder. Oysa gördük, babasının sözünü yazan ve onu şimdileştiren R. Cinisli’dir. Bu yüzden şimdileştirmeyi retorikleştirme olarak da okuyabiliriz. Bir şartla… retoriği sözün süslü halinin gerçek bir aktarım biçimi (örneğin kıssa) olduğunu kabul edersek.



Babanın neden oğluna bisiklet almayıp da torununa aldığının gerekçesini okuyoruz. Komşularının imrenme duygusunu dikkate alan ve bundan kaçınan baba tavrı hiç yoktan kendi erdemini üretiyor. Hiç yoktan diyoruz çünkü bu erdemin vermekle ilgili bir dışa açılımı yok. Ketum. Ancak yıllar sonra oğlu o soruyu sorunca ortaya çıkıyor. Bu gizli alçakgönüllülük pohpohlanmasa olmaz. Zenginin yoksul karşısında empati kurmak için yaptığı perhiz dersek buna çuvallarız. Elbette kazandığını harcama bakımından kapitalizme uymayan bir tutum da var burada. Ama bu kazancından daha az tüketen bir varyemezlik değil. Mekan aidiyetinin (yerellik) zengin sınıf üzerinde bir tür baskı unsuru yarattığının itirafı. Eskilerin taşrasında zengin semti denilen bağımsız bir yer kurulamadığı için, zenginler bir ayakları büyük şehirlerde ikili bir yaşam kurmaya eğilimlilerdir. Sonra değişti tabi.



R. Cinisli’nin henüz çocuk olduğu dönemde tek tük de olsa Erzurum’un sokaklarını arşınlayan, hava atan, “yabancı” bisikletlileri hayal edebiliriz. Kimdir bunlar? Albay, yarbay çocukları, banka müdürünün, yeni türedi bayi burjuvazisinin çocukları vb. Baba yerel ilişkilerini dengede tutmak için çocuklarını bu zevkten mahrum ediyor. Bisiklet o dönemde mekâna sızan, geçip giden ve “yabancı”yı yerele bulaştıran tedirgin edici bir araç. Genç araç, mekânla ilişki açısından kuşak çatışmasının da simgesi gibi. Bisiklete binebilmek yeni bir yeteneğin sefasını ücra yerlere taşıyor. Garip pedal çevirme ve arkadan bakınca yerinde durmayan kalça hareketleriyle sürekli ileri doğru giden, göz teması kurmayan kibirli yabancı. İmrenmenin ardında basit bir benim neden yok serzenişinin ötesinde böyle bir karmaşa da var.



Babasının R. Cinisli’ye bisiklet alacak parası var ama henüz erken. Bu öyküde göz alıcı bir metanın taşrada kendi talebini yaratmasının önündeki sosyal muhafazakârlığı görüyoruz. Ama bu öykü aynı zamanda anlatı biçimi olarak muhafazakârlığı yenilikle uzlaştırıyor. Yeni metanın büyük kentlerde yaygınlaşması ve oradan göz aşinalığını ithal etmesi gerek. Geleneksel sağcılığın kapitalizmle girdiği; göç, gezme, sılaya dönme gibi taşınma dinamizmi ikili yaşamı adeta birbirinden habersiz biçimde melezliyor… Ama muhafazakâr söylem kıssa biçiminde baki kalıyor.