Rasim
Cinisli Erzurum eşraflarından.
Anne
tarafından dedesi Kırbaşzade Fevzi Bey Erzurum Kongresine katılmış. Atatürk'le
yer sofrasında yemek yemiş. Baba tarafından dedesi Tahsin Bey Cinisli Köyü’nün
toprak ağası. Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir adlı kitabında konuk olduğu
Cinisli’de vaktiyle Aşkale’ye gidip gelen lastik tekerlekli faytondan söz eder.
İşte o lastik tekerlekli fayton Cinislili Tahsin Bey’e aitmiş. Birazdan ele
alacağım bir başka lastikli araç dolayısıyla lastik tekerleğin faytonu mimleyen
özel parça olmasına şimdiden dikkat çekmek istiyorum. Fayton gibi bir dönemi
temsil eden geleneksel taşıtta karma bir aşama bu. Bu değişimi bir tür övgü
sayılacak biçimde bizzat adında taşıyor: Lastik tekerlekli fayton (Tanpınar
kitabında ‘payton’ diyor). A. Hamdi Tanpınar ömrü boyunca Anadolu’da dolaşıp
nadide bulunan Anadolu insanı arayan biri gibi… ayağına gelmiş isim
tamlamasının alengirli çağrışımına dikkat etmemesi ayıp. Neyse…
Rasim
Cinisli İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyor, 1965 yılının MTTB
(Milli Türk Talebe Birliği) başkanı. 68’in genç sol kuşağının karşısına kemale
ermiş sağcı liderlerden biri olarak çıkıyor. Komünizmi Tel’in mitingleri
örgütlüyor. Sonrasında AP milletvekili, 70 yılında 41’ler grubuyla Demokrat
Parti’yi kuruyor. Şimdi 84 yaşında. Onun Bir Devrin Hafızası adıyla yayınladığı
otobiyografisini okumuştum. Rasim Cinisli kitabında işte bu lastik tekerlekli
faytondan başka bir lastikli taşıta geçişi farkında olmadan dramatize etmiş…
Altını çizdiğim bu paragrafın kenarına “Hiç yoktan erdem yaratmak” diye not düşmüşüm.
İlgili
paragraf şöyle:
“Biz beş
erkek kardeştik. O yıllarda Erzurum’da bisiklete binebilen çocuk veya genç çok
az sayıdaydı. Hepimiz heveslenir, babamızdan isterdik. Babam bu istekleri
çeşitli bahanelerle yerine getirmemişti. İstanbul’a geldikten sonra ise ilk
torununa hemen bisiklet aldı. Bir yolunu bulup sormuştum: ‘Baba, biz beş erkek
kardeş istedik, almadın. Torun daha mı çok seviliyor ki ilk isteğini yerine
getirdin?’ Demişti ki: ‘Oğlum, Erzurum’daki komşularımızı hatırla: Her ailede
sizin yaşlarda çocuklar vardı. Ben size bisiklet alsaydım o çocuklar da
babalarından isteyeceklerdi. Ailelerin durumu bisiklet almaya yeten de vardı,
yetmeyen de… Çocuk bu, düşünmeden ister. Alamayan aileler huzursuz olacaklardı.
Biz o mahallede huzursuzluk kaynağı olacaktık. Asıl sebep buydu. Komşuluk
hukukunu korumak ve gözetmek içindi.’”
R.
Cinisli babasından aktardığı bu sözleri teybe kaydetmiş olamaz. Mealen
aktarıyor. Yine de hafızasına sadık kalarak yazdığı bir metin değil bu. Bize
kendisinin de dahil olduğu bir anlayışın resmini çiziyor. Retoriğin (elbette
şimdinin retoriği) geçmişteki baba figürünü ikonlaştırması gerek. Yazı bunun
basit bir aracısı gibi görünüyor ama değil. Yazı, bundan sonraki sözün orijini
olarak rol çalıyor. Sözden yazıya dönüşen süreç (yazı=söz+belagat) yazıdan da
tekrar yaygınlaşabileceği kılıkta, ama başka bir kılıkta yani yazının sureti
olan sözle tamamlanıyor. Dikkat edersek kıssa ile epizot karışımı bir
form var burada. Yaşamda karşımıza çıkan sorun ve o sorunun kendi içindeki
tereddütlerini, çelişkilerini, tutarsızlıklarını şıp diye kökten hallediyor.
Karmaşaya yer yok, hemfikir olmanın en emin yolu dilden dile anlatılan bu tür
kıssalar değil mi zaten. Geleneksel sağcılığın devraldığı ve sürdürdüğü
kıssanın özelliği zamanı kendi içine hapsetmesidir. Sorunu kendi
tarihselliğinden koparması ve bir anlatı adacığında zamanı durdurması da
diyebiliriz buna. Her halükârda olayın indirgenebildiği duygular
"mutlak". Dolayısıyla geleneksel sağcılık, geçmişi; şimdi ve gelecek
üzerinde sürekli bir hak sahipliği ya da zamanla bağını sürekli borçlu olduğu
bir geçmişin ipoteğinde idealize eder. Oysa gördük, babasının sözünü yazan ve
onu şimdileştiren R. Cinisli’dir. Bu yüzden şimdileştirmeyi retorikleştirme
olarak da okuyabiliriz. Bir şartla… retoriği sözün süslü halinin gerçek bir
aktarım biçimi (örneğin kıssa) olduğunu kabul edersek.
Babanın
neden oğluna bisiklet almayıp da torununa aldığının gerekçesini okuyoruz.
Komşularının imrenme duygusunu dikkate alan ve bundan kaçınan baba tavrı hiç
yoktan kendi erdemini üretiyor. Hiç yoktan diyoruz çünkü bu erdemin vermekle
ilgili bir dışa açılımı yok. Ketum. Ancak yıllar sonra oğlu o soruyu sorunca
ortaya çıkıyor. Bu gizli alçakgönüllülük pohpohlanmasa olmaz. Zenginin yoksul
karşısında empati kurmak için yaptığı perhiz dersek buna çuvallarız. Elbette
kazandığını harcama bakımından kapitalizme uymayan bir tutum da var burada. Ama
bu kazancından daha az tüketen bir varyemezlik değil. Mekan aidiyetinin
(yerellik) zengin sınıf üzerinde bir tür baskı unsuru yarattığının itirafı.
Eskilerin taşrasında zengin semti denilen bağımsız bir yer kurulamadığı için,
zenginler bir ayakları büyük şehirlerde ikili bir yaşam kurmaya eğilimlilerdir.
Sonra değişti tabi.
R.
Cinisli’nin henüz çocuk olduğu dönemde tek tük de olsa Erzurum’un sokaklarını
arşınlayan, hava atan, “yabancı” bisikletlileri hayal edebiliriz. Kimdir
bunlar? Albay, yarbay çocukları, banka müdürünün, yeni türedi bayi
burjuvazisinin çocukları vb. Baba yerel ilişkilerini dengede tutmak için
çocuklarını bu zevkten mahrum ediyor. Bisiklet o dönemde mekâna sızan, geçip
giden ve “yabancı”yı yerele bulaştıran tedirgin edici bir araç. Genç araç,
mekânla ilişki açısından kuşak çatışmasının da simgesi gibi. Bisiklete
binebilmek yeni bir yeteneğin sefasını ücra yerlere taşıyor. Garip pedal
çevirme ve arkadan bakınca yerinde durmayan kalça hareketleriyle sürekli ileri
doğru giden, göz teması kurmayan kibirli yabancı. İmrenmenin ardında basit bir
benim neden yok serzenişinin ötesinde böyle bir karmaşa da var.
Babasının
R. Cinisli’ye bisiklet alacak parası var ama henüz erken. Bu öyküde göz alıcı
bir metanın taşrada kendi talebini yaratmasının önündeki sosyal muhafazakârlığı
görüyoruz. Ama bu öykü aynı zamanda anlatı biçimi olarak muhafazakârlığı
yenilikle uzlaştırıyor. Yeni metanın büyük kentlerde yaygınlaşması ve oradan
göz aşinalığını ithal etmesi gerek. Geleneksel sağcılığın kapitalizmle girdiği;
göç, gezme, sılaya dönme gibi taşınma dinamizmi ikili yaşamı adeta birbirinden
habersiz biçimde melezliyor… Ama muhafazakâr söylem kıssa biçiminde baki
kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder