24 Şubat 2018 Cumartesi

Eşitlik



 Leopold Bloom misafirine sıcak kakao ikram ederken araya giren James Joyce “Ev sahibi konuğuna fazladan ne gibi özel misafirperverlik davranışı sergiledi” diye sorar ve şu ayrıntıyı önümüze serer:

“Evin efendisi olmanın verdiği, biricik kızı Millicent’in (Milly) ona hediye ettiği taklit Crown Derby bıyıklıfincanını kullanma ayrıcalığından feragat edip onun yerine konuğunkinin eşi bir fincan alarak…” (1)

J. Joyce gibi İrlandalı olan yazar Frank O’Conner’ın Yasaların Heybeti öyküsünün kahramanı ihtiyar Dan Bride da misafirine çay ikram ederken benzer bir titizlik gösterir:

“İhtiyar adam büfeye gidip iki tane süslü fincanı (yani sapsız olsalar bile nadiren, özel zamanlarda kullanılan evin yegâne fincanlarını) aldı. Kendi başına olsa çayını kupayla içmeyi tercih ederdi.” (2)

Her iki metinde geçen bu davranışlardan sadece birine edebi  orijinallik değeri biçeceksek elbette eserlerin yazılış tarihi itibarıyla önceliği J. Joyce’a vermemiz gerekirdi. Ama buradan F. O’Connor’ın intihal yaptığı gibi bir hükme varılmasını istemem. Amacım intihal casusluğu yapmak değil. Şunun şurasında  metinlerarası bir bağlantı kurmaya çalışıyorum sadece.

Sözü edilen ikramda bardak seçiminin ev sahiplerini içine soktuğu aynı ikilem herkesin başına gelebilir. Yani davranışın davranış olarak bir orijinalliği yok. O zaman davranışın bir tür dile gelmesi olan edebi orijinallik nereden geliyor?

İnsanın başka yerlerde birikmiş gizemli yanlarını ele veren bir şey var burada. Yazarların bunu görmesi beni heyecanlandırıyor. İzninizle bu ikilemin negatif olasılığıyla biraz oynamak istiyorum:

Diyelim metinlerde adı geçen ev sahipleri kendi bardaklarını kullanırlarken misafirlerine başka bir bardak verdiler. Bu durumda üç olasılık beliriyor (biraz düşününce başka olasılıklar da eklenebilir).

Birinci olasılık; misafir kendi bardağıyla ev sahibinin bardağını kıyaslayarak ev sahibinin yaptığını bir jest olarak görür.

İkinci olasılık; misafir, bardak kıyaslamasında kendininkinin daha değersiz olduğunu düşünerek ev sahibine içten içe hasetlenir.

Üçüncü olasılık; misafir, ev sahibinin bardak takımı olmadığını düşünerek üzülür (ya da onu küçümser).

Bu olasılıklar misafirin aklından sükunet içinde geçse de ev sahibi tedbiren sesli biçimde üç ayrı mazeret uydurabilir:

Birinci olasılık diğer bardak takımının eşi veya evin hizmetçisi tarafından nereye konulduğunu bilmemesi.

İkinci olasılık misafire verdiği bardağa bir anı yükleyerek manevi değerini artırması.

Üçüncü olasılık daha dün veya daha bu sabah bir kazayla bardakların kırılmış olması.

Her üç olasılık da yorucu. Oysa eş bardaklar bütün olasılıkları def ederek insanı zahmetten kurtarıyor.

Ortada konuşulacak bir şey bırakmıyor. Ama edebiyatçı bu kararın öncesindeki ikileme dokunmasa olmaz; insanın evrensel zaafına yani. İkilem bize kendimizi hatırlatıyor.

Bu davranış kendi başına edebi kahramana hiçbir derinlik katmazdı. Ama bu davranışın bir ikilemi ele verir biçimde gözlenmesi okuyucu için zenginleştirici... başka bir muallak alan açıyor, nedenselliğe götürüyor bizi. İnsanlar neden bu ikileme düşüyorlar?

İçeceklerin eş bardaklarda ikram edilmesi göze batmazken, ayrı bardaklarda ikram edilmesinin doğuracağı kabalık seziliyor. Çok nazik bir eşitlik kaygısı var burada. Zaten bu yazının konusu da: Eşitlik.

Misafirle eş bardaktan içmek başka bir eşitlik durumunu referans alıyor, evinde herkes gibi misafir bardağı bulundurma; altılı, on ikili takım halinde. Çünkü her ikram bir ödeşme talep ediyor.

Şimdi somut bardaktan soyut eşitlik kavramına bir sıçrama yapacağım.

Yapacağım, yapacağım da kim bilir ne zaman…



(1)Ulysses, James Joyce, Çev. Nevzat Erkmen, Yapı Kredi Yay. İst. 1996 s.722,723…

(2)Oedipus Kompleksim, Frank O’Connor, Çev. Zeynep Avcı, Sel Yay. İst. 2012, s. 230