11 Şubat 2021 Perşembe

'Aşkım...'

 



‘AŞKIM'

‘Ama aşkım…’ dedi, gerisini duyamadım, arkasını döndü, tehlikeyi işaret eden sarı çizgiye basarak -neredeyse şaşmadan istasyonun öbür ucuna doğru yürüdü. Ben de peşinden. Her zamanki gibi trenin en arka vagonuna bineceğim.

 

İstasyonun Halkalı tarafında sadece birkaç kişiyiz, tren yeni geçmiş olmalı. 

 

Adam birkaç adım sonra geri döndü, ‘Biliyorsun aşkım’ dedi. Durdum ve kulak verdim, ‘Daha önce de söyledim… ama aşkım aşkım neden yalan olsun?.. Ama beni dinlemiyorsun… tamam seni dinliyorum… ama aşkım bu doğru değil…’ dedi.

 

Tekrar geri döndü, yine sarı çizgiyi takip ediyordu.

 

Kendine sekiz adımlık bir volta sahası yaratmıştı. Konuşurken o sahayı ele geçirdi. Başka gelenler de oldu, ondan uzak durdular. Hareket ve ses mekânı ilhak eder.

 

Gözümü adamın deri montunun aşınmış dirseklerinden alamadım telefonu kaldırdıkça geriliyordu, patladı patlayacak. Hep ‘Aşkım’ diyordu. Daha birçok şey diyordu ama ‘Aşkım’ sözü baskındı, bir süre sonra başka bir şey duyamadım zaten,  belirli aralıklarla ‘Aşkım… aşkım…’

 

Biliyorum bu sözcük sevgi iletmiyor, iki sevgili arasında ortaya çıkan ya da çıkması muhtemel tatsızlığı önlemeye çalışan bir işlevi var. Onarıcı bir söz. Öte yandan gerçek anlamıyla telâfi edici, aşkta eksilmeyi telâfi ediyor.

 

 

KONUKSEVERLİK

Aşırı konukseverliğin, yani ev sahibinin standardının üzerinde vermesinin gizli bir amacı vardı. Konuğun kalma süresini kısaltmak. Konuk bu kadarını beklemiyordu, yiyeceklerin şatafatı ve sunumun resmiliği karşısında mahcup mu mahcup. Deyiş yerindeyse hürmetten taciz olmuştu. Geriye, gidiş anını ayarlamak kalmıştı. Bir şeyi fırsat bilip tam o an kalkmak. İşin en zor kısmı ayakkabılarını giymekti. Ama aşırı konukseverlik yüzünden iki taraf da birbirine yardımcı olamıyordu.

 

 

 GELECEĞE YATIRIM

Filmleri DVD’den izlediğim zamanlarda (galiba 2005’ten sonra) kaliteli filmlerin bazılarını merakımı yenerek daha sonrası için saklardım, hem de gerilim ve gizem filmlerini. Yatalak bir hasta olursam diye, evden çıkamayacak kadar yaşlanınca yani, işte o kara günler için, can sıkıntısına karşı –ama daha çok ölüm korkusuna karşı dikkatimi dağıtmak için- onları arşivliyordum. Ama DVD teknolojisi benden önce yaşlandı. Başka bir şey bulmam gerek... Bir arkadaşım söz etmişti ölüm döşeğinde olan annesinin kendini iyi hissettiği bir akşam (kendi annemden de biliyorum, ölümün yanıltıcı balayı günleri olur) televizyonda ana oğul birlikte bir gizem dizisi izlemişler. Dört bölümlük ve haftada bir yayınlanan bir diziymiş. Annesi her bölümün sonunda yeniden canlanıyormuş, bir hafta boyunca sonraki bölüme kadar dizi hakkında konuşuyorlarmış. Dizi bitmiş ve annesi bir iki gün sonra ölmüş…

 

 

  DOSTOYEVSKİ

Dostoyevski’nin Batı düşmanlığı sahtekârca. Evet ağır ama doğru sözcük bu. Böyle söyleyince sanki daha özgürüm, üzerimden büyük bir yük kalktı. Şimdi Dostoyevski’yi rahatça paylayabilirim. Madem Batı’yı her tür kötülüğün merkezi olarak görüyorsun ne işin vardı orada? Seninkine antropolojik bir gezi denmez. İleride ele alacağım zaten Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları’nı. Hiç de öyle aydınlatıcı şeyler yazmamışsın, sayfalarını bir edebiyatçıya yakışmayacak genellemelerle doldurmuşsun. Seninkine gidip döndükten sonra kazanılan düşmanlık denmez, gitmeden önce de Batı’ya düşmandın sen, romanlarından, mektuplarından biliyorum. Düşmanlığına kanıt aramışsın ve bulmuşsun. Kendin için değil Rusya için yapmışsın bunu. Sen olsan böyle derdin. Ama işin içinde başka şeyler de var; şimdilik erteliyorum. Yalnız şunu bilmeni isterim seni hakkıyla değerlendirenler Batı’lı entelektüeller arasından çıktı.

 

 

TACİZ             

Günümüzde taciz söylemi belki de tacizden daha yaygın. Bu durum bir yönüyle kadınların özgürleşme çabasını gösteriyor bize. Ama sadece bir yönüyle... Tersi de doğru tabi, taciz eylemi çoğu zaman olası taciz söylemini bastırıyor.  Ensestte olduğu gibi. Bu da yaygın. Üstelik taciz sadece maruz kalınca değil, maruz kaldığın şeyden söz edemeyince de oluşuyor. Bu dilsizlikte utanç en önemli faktör. Taciz söylemi utancı üstlenmekten vazgeçince başlıyor (bu yazının en önemli cümlesi bu, gerisini okumasanız da olur). Bu yeni bir şey. Bundan sonra söyleyeceklerim için ensesti bir tarafa bırakıyorum. Eskiden kadınlar taciz olduklarında şikâyetlerini yine bir erkeğe iletirlerdi; direkt olmasa da bundan onların da yani sevgililerinin, eşlerinin, babalarının, ağabeylerinin de haberdar olacaklarını hesaplarlardı. Ama gel gör ki suçlu da cezalandıran da erkekti. Nihayetinde başını belaya sokmak denilen erkekler arası bir hesaplaşmaydı bu. Şimdi kadın taciz edildiğini alenen kendisi söylüyor. Bu açık söylemden kadının beklentisi ne diye soracak olursanız utancın yer değiştirmesi derim. Artık tacizde utanç erkeğin üzerine yıkılıyor. Taciz sözcüğünün güçlü biçimde oluşturduğu bir kamuoyu var artık. Ama ne pahasına? Gericilik pahasına.  Taciz eylemi ve taciz söylemi karma bir ideoloji meydana getiriyor. Bir tarafı gericilikle uzlaşıyor. Elbette her kadının kur yapmakla taciz etmeyi ayırt edecek bir zekası vardır.   Ama taciz söyleminin genel yıldırıcılığı toplumu her tür flört girişiminden de men ediyor. Çünkü yarı köylü olan bu ülkede erkekler kur yapmayı beceremedikleri için taciz ediyorlar. Hayır, anlamlı olması için  cümleyi burada bir de şöyle kurmam gerekiyor: yarı köylü olan bu ülkede erkekler kur yapmayı beceremedikleri için ortaya çıkan durumun taciz olduğunu da bilmiyorlar. Bana kalırsa en büyük tacizi bakışlarıyla yapıyorlar, mal gibi bakıyorlar. Talim Terbiye Kurulunda olsam anaokulundan başlamak üzere müfredata Bakış Eğitimi diye bir ders konulmasını önerirdim.