Leopold Bloom misafirine
sıcak kakao ikram ederken araya giren James Joyce “Ev sahibi konuğuna fazladan
ne gibi özel misafirperverlik davranışı sergiledi” diye sorar ve şu ayrıntıyı önümüze
serer:
“Evin efendisi olmanın verdiği, biricik kızı
Millicent’in (Milly) ona hediye ettiği taklit Crown Derby bıyıklıfincanını
kullanma ayrıcalığından feragat edip onun yerine konuğunkinin eşi bir fincan
alarak…” (1)
J. Joyce gibi İrlandalı olan yazar Frank
O’Conner’ın Yasaların Heybeti öyküsünün kahramanı ihtiyar Dan Bride da
misafirine çay ikram ederken benzer bir titizlik gösterir:
“İhtiyar adam büfeye gidip iki tane süslü
fincanı (yani sapsız olsalar bile nadiren, özel zamanlarda kullanılan evin
yegâne fincanlarını) aldı. Kendi başına olsa çayını kupayla içmeyi tercih
ederdi.” (2)
Her iki metinde geçen bu davranışlardan sadece
birine edebi orijinallik değeri
biçeceksek elbette eserlerin yazılış tarihi itibarıyla önceliği J. Joyce’a
vermemiz gerekirdi. Ama buradan F. O’Connor’ın intihal yaptığı gibi bir hükme
varılmasını istemem. Amacım intihal casusluğu yapmak değil. Şunun şurasında metinlerarası bir bağlantı kurmaya çalışıyorum sadece.
Sözü edilen ikramda bardak seçiminin ev
sahiplerini içine soktuğu aynı ikilem herkesin başına gelebilir. Yani davranışın
davranış olarak bir orijinalliği yok. O zaman davranışın bir tür dile gelmesi
olan edebi orijinallik nereden geliyor?
İnsanın başka yerlerde birikmiş gizemli
yanlarını ele veren bir şey var burada. Yazarların bunu görmesi beni
heyecanlandırıyor. İzninizle bu ikilemin negatif olasılığıyla biraz oynamak
istiyorum:
Diyelim metinlerde adı geçen ev sahipleri
kendi bardaklarını kullanırlarken misafirlerine başka bir bardak verdiler. Bu
durumda üç olasılık beliriyor (biraz düşününce başka olasılıklar da eklenebilir).
Birinci olasılık; misafir kendi bardağıyla ev
sahibinin bardağını kıyaslayarak ev sahibinin yaptığını bir jest olarak görür.
İkinci olasılık; misafir, bardak
kıyaslamasında kendininkinin daha değersiz olduğunu düşünerek ev sahibine içten
içe hasetlenir.
Üçüncü olasılık; misafir, ev sahibinin bardak
takımı olmadığını düşünerek üzülür (ya da onu küçümser).
Bu olasılıklar misafirin aklından sükunet
içinde geçse de ev sahibi tedbiren sesli biçimde üç ayrı mazeret uydurabilir:
Birinci olasılık diğer bardak takımının eşi
veya evin hizmetçisi tarafından nereye konulduğunu bilmemesi.
İkinci olasılık misafire verdiği bardağa bir
anı yükleyerek manevi değerini artırması.
Üçüncü olasılık daha dün veya daha bu sabah
bir kazayla bardakların kırılmış olması.
Her üç olasılık da yorucu. Oysa eş bardaklar
bütün olasılıkları def ederek insanı zahmetten kurtarıyor.
Ortada konuşulacak
bir şey bırakmıyor. Ama edebiyatçı bu kararın öncesindeki ikileme dokunmasa olmaz; insanın evrensel zaafına yani. İkilem bize kendimizi
hatırlatıyor.
Bu davranış kendi başına edebi kahramana hiçbir
derinlik katmazdı. Ama bu davranışın bir ikilemi ele verir biçimde gözlenmesi
okuyucu için zenginleştirici... başka bir muallak alan açıyor, nedenselliğe götürüyor bizi.
İnsanlar neden bu ikileme düşüyorlar?
İçeceklerin eş bardaklarda ikram edilmesi göze
batmazken, ayrı bardaklarda ikram edilmesinin doğuracağı kabalık seziliyor. Çok
nazik bir eşitlik kaygısı var burada. Zaten bu yazının konusu da: Eşitlik.
Misafirle eş bardaktan içmek başka bir eşitlik durumunu referans alıyor, evinde herkes gibi misafir bardağı bulundurma; altılı, on ikili takım halinde. Çünkü her ikram bir ödeşme talep ediyor.
Misafirle eş bardaktan içmek başka bir eşitlik durumunu referans alıyor, evinde herkes gibi misafir bardağı bulundurma; altılı, on ikili takım halinde. Çünkü her ikram bir ödeşme talep ediyor.
Şimdi somut bardaktan soyut eşitlik kavramına
bir sıçrama yapacağım.
Yapacağım, yapacağım da kim bilir ne zaman…
(1)Ulysses, James Joyce, Çev. Nevzat Erkmen,
Yapı Kredi Yay. İst. 1996 s.722,723…
(2)Oedipus Kompleksim, Frank O’Connor, Çev.
Zeynep Avcı, Sel Yay. İst. 2012, s. 230
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder