Zizek’in bok felsefesi dolayısıyla Ortadoğu’nun bokla ilişkisi:
Zizek söz etmemiş, kısa bir hatırlatma:
Bokun özel hayatın bir ögesi olması çok yeni. Tuvaletin evin içine girmesi
mesela; son zamanlarda banyoyla aynı mekânı paylaşması. Bunlar dünyada da çok
yeni. Tuvalet tarihinde klozet devrim niteliğinde bir dönemi başlatıyor… bunu
sağlayan ‘S’ borusu; tuvalete dair her şey ‘S’ borusunun icadıyla
değişiyor. Bokla aramıza ‘S’ borusu sayesinde klozetin içinde sabit seviyede
duran temiz su giriyor, koku ve pis görüntü ortadan kalkıyor. Hatta bir takım
deterjanlarla ovulmuş, emayesi parlatılmış kapağı giydirilmiş klozet dekoratif
çağrı yapıyor. Gösterilesi bir şey.
Adabı muaşeret tarihinde bokun nesnel
aleniyetiyle dildeki kamufle hali arasındaki tezat ilham verici olabilir.
Tarihte bok ne kadar görünürse adabı muaşerette o kadar yok sayılıyordu. Onca
klasik roman okudum sıçarken betimlenen bir kahraman hatırlamıyorum. Aksine
bugün ‘shit’ sözcüğü çoluk çocuğun ağzında. Ama burada da farklı bir kamuflaj
devrede; ‘shit’ nesne olarak bokun çağrışımını eliyor, bokun kendisini değil
iletimini temsil ediyor, bir aksilik olarak, yansıtma bir sözcük gibi, bir ses.
‘Shit!’ Hay Allah! Hay aksi! gibi bir eş anlamlılık yok bu söyleyişte, daha da
ötesi insan bir zamanlar bağlı olduğu
bir adabı muaşereti de çiğnemiyor, aksine herkesin eşitleneceği bir seviyeden
sesleniyor: Sınıflarüstü bir dil… çağımızda bokun mucizelerinden biri bu. Karıştırılmasın diye tekrar edelim, burada eşitleyici olan eylemin kendisi değil,
dil. XIV. Louis de özünde bir serf gibi sıçıyor ama Paris’in bokunu koklamamak için
Versailles Sarayı’na sıçıyor (yapımına 1661 yılında başlanan Versailles Sarayı’nın
1768 yılına kadar tuvaleti yokmuş).
Malûm, bizim batılılaşma maceramızda alaturka
ve alafranga sözcükleri bir ikilem olarak yer etmiş, düşünmek gerekir, bu
ikilem neden ille de tuvalette mücessem diye.
Tuvaletteki
alafranga ve alaturka diye isimlendirilen modeller doğu batı sentezi
diyebileceğimiz bir uzlaşı mimarisini de yarattı. Aynı ev içersinde (özellikle
yazlıklarda) hem alafranga hem de alaturka tuvalet bulunması buna bir örnek. Geniş
ailelerde kuşak çatışmasını ortadan kaldırıyor… Ama Ortadoğu toplumlarının
arazide yaptığı defi hacetten evin dışına kurulan tuvalete, oradan evin
uzantısı (ekleme) tuvalete ve nihayet evin içine alınan tuvalete geçiş Batı’yı
çok geriden takip ediyor. Okullarda tuvalet eğitimi ciddi bir sorun. Zizek’in
sözünü ettiği bokun üç hali ile Ortadoğu’nun klozetle imtihanı kıyaslama yapılacak
durumda değil. Batı’da bokun klozette duruş versiyonlarıyla Ortadoğu’da
deliğini tutturamama hali nasıl kıyaslanabilir? Tabi bir de bokun yapısal farkı
var.
Çetin Altan Çanakkale ordularının komutanı Liman von Sanders’e yaver
olarak atanan dedesinin tanık olduğu bir olaydan söz etmişti: Liman von Sanders
Selimiye Kışlası’nın tuvaletlerini denetlemeye çıkmış. Hela taşının kenarında
devasa bir bok kulesi. “Hiç böylesini görmedim,” demiş Liman von Sanders “kol
kalınlığında ve dört lüle.” Sonra Çetin Altan’ın dedesine dönmüş “Hemen
şifreyle haber verin, Alman Genelkurmayı’ndan bok mütehassısı göndersinler.” Alman
bok mütehassıslarının verdiği rapor şöyle: "Türkler, yılda 25 yavru yaptığı için çok ucuz olan domuz etini
yemediklerinden ve yılda tek yavru yapan koyunla, inek eti de çok pahalı
olduğundan yüz gramlık biftekten alabilecekleri kaloriyi, iki okkalık somundan
alabiliyorlar. O yüzden hazım için midelerinde yoğunlaşan kan, yeterince
gidemiyor beyinlerine ve dışkıları çok kalın, göbekleri de büyük oluyor.") (1)
Şimdi bu tür konuları ele alırken
klişe biçimde meseleyi Batı hayranlığı Doğu aşağılamasına çekenler olur. Türkiye’de
garip biçimde sol ve sağ Batı düşmanlığında gizli müttefiktir; onlara
milliyetçi birinin anlattıklarıyla cevap vereyim tedbir olsun diye. Atatürk’ün
mutat zevat denilen en yakınlarından Kılıç Ali’nin oğlu Altemur Kılıç Kore Savaşı
hatıralarında anlatıyor. Seul yakınlarında karargâhtayken:
“En büyük problem tuvaletlerin
temiz tutulmasıydı. Bizden önce Amerikalıların kurup kullandıkları karargâhta
tuvaletleri de onlardan devralmış ve maalesef değişik tuvalet âdetlerimiz
yüzünden, çok geçmeden bozmuş ve kokuşturmuştuk.
“Tuvalet ve duşlar konusu, Kore’de
–ve daha önce, nakliye gemisinde- en büyük problemdi… Erlerimiz alafranga
tuvaletlere alışamıyor ve üzerlerine tüneyip pisletiyorlardı. Gemideyken, Gemi
Komutanına refakat ettiğim teftiş turlarında, bu durumlar beni bir hayli
utandırmıştı. Bir defasında çok garip bir duruma tanık oldum. Bir er, geminin
giriş merdivenlerini aydınlatan büyük lambayı çevirip, büyük işini bunun içine
yapmış… Gülelim mi ağlayalım mı? Yapacak başka bir yer bulamadığından mı, yoksa
muziplikten mi, belli değil. Herhalde, asıl bilmece bunu nasıl becerdiği?” (2)
Doğduğum ama yaşamadığım,
çocukken bayramdan bayrama ve yaz tatillerinde kısa süreliğine gittiğim Tirebolu’da
çok keskin bir köylü şehirli ayrımı vardı. Kasabalıların her birisinin bir köyü
olduğu ve yaz geldiğinde illaki köylerine fındık toplamaya gittikleri malûmdu.
Buna rağmen şehirli ve köylü arasındaki kast düzeni hiç bozulmazdı. Köylülüğün
uç sınırını marabalar temsil ederdi. Kasabalıların kendi marabaları üzerinde
gösterdikleri kibarlık ve zarafet diğer köylüler nezdinde de görülebilir bir
şeydi. Köylüler kasabaya geldiklerinde belli kahvehanelerde toplanırlar, belli
bakkallardan alışveriş eder, hükümet konağında resmi işlemlerini görür ve
köylerine dönerlerdi. Es kaza bir kasabalının evini ziyaret ettiklerinde ne
olurdu? Tuvalete gidemezlerdi! Çünkü kasabalıların tuvaletleri pırıl pırıldı. Henüz
o tarihlerde tuvaletler alaturka olmasına rağmen. Öyle ki bazı evlerde
tuvalette kullanılan terlikle ev içinde kullanılan terlik ayrımı yoktu. Kimse
dillendirmemişti ama tuvalet şehirliler ve köylüler arasında en önemli sınırdı. Bunu bir tarafı övmek diğer
tarafı yermek için söylemiyorum, nesnelliğe dikkat edin yeter.
Bu sınırı yumuşatan bir şey vardı,
hâlâ var: Cami tuvaletleri.
Vaktiyle Turgut Özal Başbakanken
karısı Semra Özal’ın başında bulunduğu bir vakıf adına bir araştırma şirketi, -o
zamanki adıyla Zet Nielsen- umumi tuvaletler için bir temizlik anketi yapmıştı.
En pisi cami tuvaletleriydi.
Cami müştemilatı olarak tuvalet
ilginç bir yer. Üstelik defi hacetin büyük abdest, küçük abdest diye sanki
ibadetle iç içeymiş gibi eylemi kamufle edici bir unvana bürünmesi de ilginç.
Zizek’e dönelim ve onun tasnif
ettiği tarzda ekleyelim: Ortadoğulular sıçıp batırırlar.
Galiba bu yazının kokusu da çıktı, ayrıca bu yazıya gidecek bir müzik de bulamadım… Kestim...
Galiba bu yazının kokusu da çıktı, ayrıca bu yazıya gidecek bir müzik de bulamadım… Kestim...
(2) Altemur Kılıç, Kılıç’tan
Kılıç’a Bir Dönemin Tanıklığı, s. 172, Remzi Kitabevi, İst. 2005
Zaman zaman abartılı ve esprili bir dışkı çalışması. Paylaşmak istedim.
YanıtlaSilhttps://www.youtube.com/watch?v=DQOz8pl1e-4
Teşekkür ederim Elev Theron... Saygılar...
YanıtlaSiliyi gidiyordu esasında..
YanıtlaSil