13 Ocak 2013 Pazar
6 Ocak 2013 Pazar
Format
Aşağıda anlatacağım olaylar birbirinden farklı
mekânlarda, birbiriyle ilişkisiz farklı kişilerce yaşandı. Ama bana tek bir
olayın versiyonları gibi geliyor. Zamanın ruhuna (zeitgeist) inanıyorum,
birbiriyle ilgisiz görünen birçok şey pat diye gözümün önünde üniter biçimde el
ele tutuşuyor. Ne yaparsın üniter devletin nimetleri bunlar.
İlk olay atv’de yayınlanan Güven Bana yarışma
programında Cihan adlı şahsın “Kur’an çarpsın ki sözümden dönmeyeceğim” demesine
rağmen sözünde durmayarak partnerini yarı yolda bırakması idi. Yüzde doksan
dokuzu Müslüman olan izleyiciler muhtemelen homurdandı, bir insan para için
kutsal kitabı nasıl kullanırdı falan… ‘Yazıklar olsun!..’ Olsun. Ama seyirci
kendi serzenişinin de yarışmanın formatı olduğunun farkında mı? Seyirci yarışmanın
finalinde canlı canlı oturduğu yerden racon kessin ki yarışma kendiliğinden
ahlaki bir foruma dönüşsün… Parayı kazanmanın programcıya karşı yarışmayı
kazanmaktan saptığı an yarışmacılardan birinin kazandığı an değil mi?
Ortaklığın bozulduğu an... Oysa tam da o an seyircinin algısı bocalıyor.
Başlangıçta birbirleriyle dayanışma içinde programcıya karşı yarışan partnerler
havuzda biriken para arttıkça birbirlerini her an satabilecek pozisyona
geliyorlar. Bu yüzden yarışmanın sonuna kadar yarışacaklarına dair birbirlerine
verdikleri taahhüdü tekrar edip duruyorlar; söz veriyorlar, yemin ediyorlar.
Amaç partneri kendisine inandırmak, güven vermek. Zaten yarışmanın adı her iki
yarışmacıyı da manipüle eden slogan gibi: Güven Bana... Aslında yarışma belli
belirsiz iki bölüme ayrılabilir. Birinci bölümde partnerler işbirliği halinde
programa karşı yarışıyorlar. İkinci bölümde ortadaki meblağ arttıkça
partnerlerin arasına nifak giriyor; karşısındakini kendisine inandırmaya çalışırken
karşısındakinden sürekli kuşku duyan bir
uyanıklık, psikolojik bir gerilim başlıyor. Sonra yarışmacılardan biri
kendisinden hiç beklenmeyecek bir anda butona basarak partnerine ihanet ediyor.
İhanet sözcüğü hem doğru hem değil. Doğru, çünkü söz vermişlerdi. Doğru değil
çünkü yarışmanın formatında bu vardı: Partnerler programcıya karşı
yarışırlarken, birden birbirlerine rakip olabileceklerini biliyorlardı.
Yarışmayı muğlak biçimde ikiye ayıran bu sürecin sonu seyircide ahlaki
bir etki bırakıyor, kendince başka bir ihanet yaşıyor. Çünkü seyirci oturduğu
yerden kendisinin de katıldığı yarışmanın bilgiye dayalı kısmından koparılmış
oluyor. Bu mahrumiyet duygusu parayı kazananın değil, kaybedenin yanında yer
almalarının nedeni mi?.. Ama yine de sormamız gerekir, seyirciye ve tabi
yarışmacılardan diğerine yarışmanın formatını unutturan ne?..
Sözünü edeceğim ikinci olay ÖDP eski başkanı ve
eski milletvekili Ufuk Uras’ın CHP milletvekili Akif Hamzaçebi’ye ‘pornocu’
demesi. Güya Seyit Rıza’nın itibarını savunuyor. Seyit Rıza’nın itibarını
savunması erdemli bir tavır tabi ki. Ama bunu totaliter dilin aracılığıyla
diğerini itibarsızlaştırarak yapması ilginç.. Hani öğretmen muzır bir öğrenciyi
haşlarken başka bir öğrenci parmak kaldırıp(muzır öğrenciyi kastederek) duruma
katkıda bulunur: ‘Öğretmenim geçenlerde arka bahçedeki ağaca da işedi.’ Ufuk
Uras ertesi gün pornocu nitelemesinden mahcup olmuş ve verdiği röportajda özür
diliyor. Ama vaktiyle namaz kıldığı için alay konusu olduğunu da araya
sıkıştırıyor. İcabında biz de Müslümanız, benim de anamın başı bağlı ayakları.
Bu bir oyun ve formatı da bu… Dedesi
imam, babası da askermiş.. bundan ala sentez mi olur?.. İtibar göreceği sentezi
seçmiş! Ufuk Uras kendini nerede kimlerin nezdinde itibarlaştıracağını biliyor.
Memleketin formatı bu…
Üçüncü olay Ertuğrul Günay’ın… Hazretleri “Yunus
Emre’yi, Steinbeck’i yasaklayan kafaların olması vahimdir.” diyor. Yasaklayan
kafa hükümetin bürokratı, kendisi bakanı. Ama ertesi gün içimize
uzaklardan gelmiş kötüyü keşfediyor; sinemada izlediği Brad Pitt’in Killing
Them Softly filmini ahlaka aykırı buluyor ve yasaklanması gerektiğini
belirtiyor. Çelişki var mı? Bence yok her şey ilgili formata uygun…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)