14 Temmuz 2011 Perşembe

'Doğru'nun Kariyeri

Başbakan Tayyip Erdoğan, partisinin Düzce İl Kongresi'nde yaptığı konuşmada muhalefetin 'Mayınlı arazilerin temizlenerek İsrail'e peşkeş çekileceği' iddialarına yanıt verirken, yakın tarihi kastederek, "Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi" dedi (24 Mayıs 2009).

Başbakan doğru söylemiş. Doğru söze ne denir?

Ama bu "doğru"da beni rahatsız eden bir şey var:

"Doğru" sözü söyleyen kişinin makamı ile "doğru"yu söyleme zamanı arasındaki teklifsiz ilişkinin "doğru"yu ancak böyle kabul etmemizi dayatan bir ölçüt olması...

Demek istediğim bu ülkede "doğru"nun dile getirilişinin konjonktüre tabi bir mukavelesi var. Eğer yetkili bir ağızdan söylenmezse "doğru" sakıncalı ve aykırıdır; o zamana kadar "doğru", doğru sayılmadan bekleyebilir. Ne yapalım ki, "doğru"nun turşusunu kurmayanlar aykırı kişiler olarak vakitsiz öten horoz muamelesi görürler ve cezalarını çekerler. Elbette horozun gündüzü haber vermesinde bir şaşma yoktur, sorun meskûn mahaldekilerin miskinliğinde, uykuyu abartmalarındadır.

Şimdi... Bu ülkede azınlıkların sürülmesinden, katledilmesinden söz eden bir yığın insan daha önce hapishanelere tıkıldı, sürüldü. Üstelik 'faşizm' gibi bir ithamdan imtina ettikleri halde.

Aradaki fark ne?

Birinin Başbakan, diğerinin mazohist entelektüel oluşu mu?

Ortada "doğru" olmayan bir şey var: "Doğru"nun zamansal algılanışı.

Bana göre tarihsel doğruların iki farklı görünüşü var. Dönemin insan zihni nedensel bağlantıyı olan biten olayın gerisinde kurarken,  bu bağlantıyı zorunluluğun tezahürü için ancak olay olup bittikten sonra kurabilmesi; nedenselliğin nesnel bir sürecin anlaşılmasına değil, bir algı birliği ihtiyacına cevap vermesi, bu birincisi. İkincisi tarihte olan biten neyse bunun olduğu gibi bilinmesinin şimdiki zamanın insan kafasına uygun düşmemesi yüzünden çarpıtılması, gizlenmesi, yok sayılması.. ve bunun kendi nedenselliğini de gizlemesi…

İkinci duruma karşı doğrunun olanağı, kendi başına değil, yalana karşı doğru oluşudur.

Yalana karşı doğru, belâlı bir doğrudur.

Bütün belâsına rağmen doğruyu söylemek; zaman ve mekân gözetmeden söylemek entelektüel olmanın gereğidir. Eğer entelektüeller bu tavrı yerli yersiz göstermeseler, konjonktür denilen moment hiç gelmezdi.

Eğer Başbakan yukarıdaki sözü söyleyebiliyorsa, kendisinden önce bu sözlerin bedellerinin ödenmesi sayesindedir. Doğru sözün; güç altında ezilse, mahkûm edilse, sansürlense bile toplum içinde derinden eğitici bir etkisi vardır. Elbette insanoğlunun doğruya tabi ahlaki eğiliminden değil. Hayır, insanın doğasının doğrucu olduğu iddiasının beş paralık değeri yoktur. İnsanoğlunun yalana harcadığı enerjinin bir gün iflas edeceği gerçeğidir asıl olan. Ve bunun da, ahlak üstü enerji tasarrufuyla ilgili cehri bir tarafı vardır. İşte Galileo bu görevi yerine getirir, mahkemede sözünden dönse de, tilmizleri neyin doğru olduğunu bilmeye devam eder. Ve bir gün ders kitaplarında dünya dönmeye karar verir. Bilmem neyimin kralı sayesinde değil, yine Galileo sayesinde!

Politikada doğru kavramı 'uygun olma' ile eşanlamlıdır.

Oysa "doğru"nun doğru olmaktan başka bir amacı yoktur. Ama 'uygun olma'nın çok özel amaçları vardır.

Korku da çoğu zaman gerçeğin algılanamayışıyla eşanlamlıdır.

Deniz Baykal da 'Kürt Açılımı'na hazırlanıyormuş. Hem de kimlerle.. bir zamanlar Kürtçe konuştular diye Meclisten yaka paça attığı milletvekilleriyle.

Hangisi doğru?

Galiba 'politik doğru'ya rehberlik eden düstur Başbakanın yukarıdaki konuşmasında ettiği şu sözlerde gizli:

"Biz ülkemizin menfaatleri neyi gerektiriyorsa her şeyin tedbirini alırız. Bu ülkenin vatan toprakları üzerinde yatırım yapan küresel sermaye, 'şu dinden bu dinden geldi' diye 'eyvah Türkiye elden gidiyor' demek. Bu kadar kolay mı?"

Evet.. Doğru=Ülkemizin menfaatleri neyi gerektiriyorsa...

Başbakan ne demişti İsrail'e: One minute!

Şimdi ne diyor İsrail'e: Fortyfour years!.. (Mayın temizleme karşılığı toprağın kiraya verileceği süre)

 

'Ülkenin menfaatleri' denilen muğlak bir ibareyle ne düşünebilirsiniz? Kim karar veriyor ülkenin menfaatlerine? Tarihte yapılan "iş"ler mi ülkenin menfaatine, yoksa yapılan bu "iş"leri gizlemek mi?

 Doğru bir yolunu bulup er ya da geç ortaya çıkıyor zaten. Zamanında doğrunun veya doğru tavrın ortaya çıkmaması için elinden geleni ardına koymayan muktedirlerin, bir süre sonra doğruyu kabul etmelerindeki o çark etme neden görülemiyor? (Yani; doğruyu kabul etmeleri değil, bundan daha önemli olan çark etmeleri... Çünkü doğru,insanın kendi çark etme nedenlerinin bilincinde olmasıdır da. ) Neden üstü kapatılarak geçiştiriliyor? "Doğru"yu asıl zedeleyenin bu tutarsızlık olduğu neden aşikâr değil?

Bence "halk" ile temsilcileri arasında bu tutarsızlık üzerinden gerçekleşen bir özdeşleşme var. İnsanlar elbette değişmeli, doğruyu benimsemeli. Ama eski ile yeninin ara yerinde özeleştiri denilen vicdani bir faaliyet vardır (Özeleştiriyi, kişinin eskiden neden öyle davrandığıyla ilgili nedenlerin, kendini aşağılama pahasına samimiyetle farkına varması olarak anlıyorum). Eğer yoksa -ki yok- bunun adı değişim değil uyum sağlamaktır. Uyum sağlayan öznellik, nesnelliği değiştirmeye kalkınca da ortaya çıkan uyduruk bir şey oluyor.

Doğruyu kavramakla doğru tavır özdeştir.

"Doğru" yerine "uygun"u ikame ederseniz, toplumda zeki insan yerine kurnaz insanı favori yaparsınız. Olan hep bu değil mi?

Bunu anlatmanın zor olduğunu kabul ederim, ama son derece pedagojik de olan bu konunun üzerinde düşünülmediğini teslim edelim. Üzerinde düşünülmeyen bir konuyu anlatmak zordur.

Sorun mayından temizlenecek arazinin 44 yıllığına İsrail'e verilmesi değil. (Genelkurmay bu işi elindeki teknolojiyle yapamayacağını bildirmiş.) Arazi mayınlı haliyle zaten sizin değil ki!..


Sorun bir tür anti semitizmle "Bir dakika" diyen iradenin aradan daha üç ay geçmeden "Buyur 44 yıl" demesindeki kıvraklıkta. Hangisi doğru değil, hangisi sensin?..

Bu prototip bir tavırdır ve yakın tarih böylesi tiplerin hakimiyeti altındadır.

Elbette biraz sözden kısmak zorundayım; malumunuz 657 Sayılı Yasa... Otosansür bir üslûptur, anlaşılmazlık için çaba değil...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder