22 Temmuz 2011 Cuma

Beklemek









Futbol takımında geri mevkide oynayan anlamındaki bek (İngilizce back:geri) sözcüğü, ses benzeşmesiyle sanki yorumlayarak-alma (Eindeutung) biçimine dönüşerek beklemek sözcüğünün etimolojik kökü gibi durur.

Kök olarak Türkçe’deki bek; sağlam, pek anlamına gelmekte ve beklemek fiili, etimolojisinde sağlamlaştırmak, pekitmek anlamını vermektedir. Bir şeyin olgunlaşması, pekişmesi için bir süre beklemek gerekiyor. Al sana halis bir tanım.  Biz bir şey yapmıyoruz, beklediğimiz şey bizim dışımızdaki nesnel sürecin işi.

Bir mahkumun cezaevinden tahliye edileceği güne kadar geçirdiği süre bekleme sayılmaz. Ama mahkûm bu süreyi parçalara ayırarak bir bekleme duyumuna dönüştürebilir. Af bekleyebilir... ziyaretçi bekleyebilir... akşam haberlerini bekleyebilir... havalandırma saatini bekleyebilir vb.

Uzun stratejik bir zamanı küçük parçalara bölmek zamanı hafifletse de; bir an önce o zamanın geçmesini istemek insanın zamanla kurmuş olduğu sakat bir bağ değil mi? ‘Yeter artık bu kadar beklediğim!’ Zamanın geçmesi ile ömrün geçmesi güya çakışmıyor burada. G
eçip gitmekte olan bir ömür sonuçta; beklemek, zamanın şu ya da bu şekilde ilerleyişinin üstünde aşkın bir kavram gibi.

Bekleme denilen eylemsizlik ne zaman başlıyor?

Bekleyeceğimiz şeyin haberini aldığımızda mı?

Yoksa bekleyeceğimiz şeyle ilgili bize verilen süre dolduğu andan itibaren mi?

Türkçe’de her iki duruma da bekleme diyoruz. Dilin bu yoksunluğu 'tam zamanında' gibi bir momentin yaşamımızda sürekli bir ayrıcalıklı an olarak ortaya çıkmasını sağlamış. İnsanlar, ellerinde bu iki ayrı durumu karşılayan iki ayrı sözcük olmadığı için zamanı, bekleme kavramının bütünlüğü içinde homojenleştiriyorlar.

Masanızın üzerindeki televizyon programı izlemek istediğiniz filmin akşam 10’da başlayacağını söylüyor. Saat henüz 10:00 değil; siz oturmuşsunuz televizyonun başına reklamların bitmesini bekliyorsunuz. Buradaki süre neden bekleme olarak algılanmak zorunda? Filmin 10’da başlayacağını biliyorsunuz ama, o zamana kadar bir işiniz yok... daha doğrusu sözcüğünüz tek olduğu için reklam süresini kendi pasif halinize uydurarak bekleme eyleminin içine yerleştiriyorsunuz. Reklamı izlemiyorsunuz; reklamı geçip gitmesi gereken fuzuli zamanın eğretilemesi olarak sahne sahne peşinden kovalıyorsunuz. Halbuki bekleme vaat edilen süre aşıldığında başlamalıydı. Eğer saat 10:00 olmuş ve film başlamamışsa bundan sonraki zamanın beklemeyi başlattığını söyleyebilmeliydik. Ama kendi avareliğimiz iki zaman türü arasında olması gereken farkı siliyor.

Avarelik ve bekleme hemhalliğiyle dışa vuran yaygın bir bekleme ruhsallığı bu ülke insanının ortak karakteri. Dükkanın önüne hasır taburesine oturmuş boş gözlerle gelen geçeni seyreden esnaf tipi... hastanede sırasını bekleyen ve tek tek beklemelerini çoğul bir bekleşmeye dönüştüren hasta ve hasta yakınları... Buğdayını ekmiş tarlanın bir köşesinde nedensiz bir şekilde durup güneşe karşı elini siper ederek bakan çiftçi (sinematografik bir imge)... Dersin son dakikalarında zilin çalmasını en az öğrencileri kadar bekleyen ve ikide bir saatini kontrol eden öğretmen.

Bekleme itaat telkin eder. İstediğiniz şey bekleme olmadığı halde diğerinin istediği yani bekleyeceğiniz kişinin eylemi bekletme olarak duyumsanır. Bu bağ asi bir kavrayışla kurulabilir. Aksine mütevekkil, beklemeyi motor bir davranış olarak kabullenmiştir. Yanındakine homurdanır. Burdaki homurtunun kafa tutmak gibi bir amacı yoktur... yanındakine dertleşme çağrısıdır... yanındakiyle bağ kurmadır.

Diş Hastanesinde sıramı bekliyorum. Üzerinde adımın yazılı olduğu barkotu içeri verdim. Muayenehanenin önündeki kalabalıktan uzaklaşarak gerilerde bir sütuna sırtımı yasladım bekliyorum. Metroda elime sıkıştırılan ücretsiz Gaste (adı bu)’yi gelirken okumuştum... hay aksi... keşke evden çıkmadan yanıma bir kitap alsaydım. Bir süre insanları izliyorum, yürüyen insanları... güzel bir kız, kot pantolonlu uzun bacaklı... önüm sıra geçiyor ve merdivenden aşağı seke seke inerek  kayboluyor (bu sekme eylemi gözümün önünde vücudunun her bir parçasını ritmik olarak yok ediyor)... kendisi değil de bir yakını hastaymış izlenimi vermek istiyor.. yanındakine kahkaha atıyor... 

Bir sütuna sırtını dayayıp öylece duran birisi, eğer durduğu yer bir beklemeyi çağrıştırmıyorsa bizde şüphe uyandırır. İnsanın bu tekinsiz duruşu yine de beklemek olarak adlandırılabilir. Ama tedirgin eden beklemesi değil ne beklediğinin belirgin olmamasıdır. Bu yüzden beklemesini bilmeyen insanlar bir tür avarelikle;acemi bekleyici olurlar.

İşe yaramaz bir eylemdir beklemek. Ama yine de eylemdir, kendi kendisini açıklar. Hatta çoğu işin emek-gücü bekleme eylemidir.

-Ne yapıyorsun?
-Bekliyorum…

Şöyle der bir esnaf, ‘Sabahtan akşama kadar bekledim daha siftah yapmadım.’ Peki ne yapmıştır o zamana kadar? Hiç.. veya çok şey: Beklemiştir.

Çağımızda bekleme eylemi emek-gücünün en önemli zaman dilimidir. Salakça ama böyle.

Çağımızda beden dili, moda, spor gibi ilk intiba biçimleri emek-gücünün kapsama alanında. Mesela bir pazarlamacının, bir tezgahtarın en önemli emek-güçleri, gülme/gülümsemedir. İş hayatı dışındaki insan ilişkilerine de bu gülme fetişizmi açısından bakılabilir. Bir emek-gücü olarak gülme eyleminin vıcık vıcık türevi olan yalakalığa da…

Finans kapitalin uluslararası ölçekteki krizinin nedeni olarak bekleme faaliyetinin ekonomi içindeki abartılı rolü gösterilebilir mi? (Tuhaf olan beklemenin geçerli bir çare diye krizden çıkış davranışını da öncelemesi: 'krizin geçmesini bekleyelim.'



Almanca’da bizde sadece beklemek anlamıyla karşılanan çeşitli ‘warten’lar var: ‘erwarten’, ‘abwarten’, ‘zuwarten’, ‘gewartig sein’.. Bunların içinde en langweilig (sıkıcı) olanı sanırım ‘zuwarten’.

Buradan bizim dilimizin fakirliği gibi bir yazıklanmaya varılmasını istemem. Art planda beklemek ama nasıl bir beklemek? diye uyanık bir soruyla takip edebiliyorsanız gerçekliği kavram ister istemez zenginleşmiş demektir.




Heidegger’in insan varoluşunun bir formu olarak tasalı ‘bekleme’yi şimdi ve gelecek ilişkisinde, Peter Handke’nin insanın kendi avareliğini bir (şeyi) bekleme eylemine dönüştürmesini yeniden düşünsem (beklesem) yeridir:

“Asılsız gelecek beklemede olma karakterini taşır.  Ve ancak olgusal oradaki-Varlık kendi Olabilmesini bu tasa edilen şeyden beklemede olduğu (gewartig) içindir ki, bir şeyi bekleyebilir (erwarten) ve onun için durup bekleyebilir (warten auf)(Heidegger, Varlık ve Zaman, s. 478, Çev. Aziz Yardımlı)

“Bir tramvaya bindi. İçeride o kadar uzun bir süre hemen hemen yalnız oturdu ki, bir şeyler beklemeye başladı. Acaba hakem gecikmeleri mi oynatıyordu?” (Peter Handke, Kalecinin Penaltı Anındaki Eleştirisi, Metis Yay. S.10)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder