16 Şubat 2014 Pazar

Fantezi ve Kara Propaganda

Yüzünü göstermekten kaçınan Zehra Develioğlu ve avukatı Abdurrahman Karapınar

“Benim yaşadığım acının büyüklüğü ve altında ezildiğim o yük yetmezmiş gibi bir de insanlara kendimi inandırmak zorunda bırakıldım. Çok ağır bir yük, çok büyük bir acı. Tarif edilemez bir acı. Temennim bunu bana yaşatan insanların, hak ettikleri cezaya çarptırılmaları ve benim çektiğim acıyla kıyaslanamaz ama onların da bunun bedelini ödemeleri” diye konuştu güya Kabataş İskelesi mağduru Zehra Develioğlu.

Burada cümlede geçen bir ifadeyi öne çıkarmak isterim:nsanlara kendimi inandırmak zorunda bırakıldım.' 


Zehra Develioğlu’nun anlattıklarını yalanlayacak değilim, çünkü fantezi yalanlanmaz ancak doğrulanır. 

1.   Zehra Develioğlu gerçeği: Zehra Hanım'ın anlattıkları sadece cinsel fantezi değil. Veya çok bilinen bir sözü bu duruma uyarlayalım: Cinsel fantezi asla sadece cinsel fantezi değildir. Teslim edelim ki cinsel fantezi hele Zehra Hanım'ın içinde bulunduğu mutaassıp çevrede uluorta paylaşılmaz. Zehra Hanım bunları kafasının içinde yaşamış ve bu yüzden gerçekmiş gibi anlatmış, fantezi gerçeklik algısını ele geçirmiş; şizofrenik bir durum. Ama her cinsel fantezi ortamını kendini  meşrulaştıracak biçimde düzenler. Kendi gerçeğini de yaratır. Yani bir fantezi gerçekleşmediği için fantezi değildir, gerçekleşmek istediği için fantezidir. Ama gerçekleşemeyecek olması fanteziyi korunaklı da kılar. Kısaca, fantezinin kurgusu her zaman sağlamdır. Burada fanteziyle gerçeklik duyumu arasındaki sınır ortadan kalktığı için şu soruyu sormamız yeterli: Peki neden böyle bir fantezi?

Tutucu bir aile yapısı... Kayınpeder AKP Bahçelievler Belediye Başkanı...  Bütün bu olaylarda kayınpeder söz sahibi, kocası kayınpederinin gölgesinde sinik bir adam.

Kentli bir kadın, en azından kente uyum sağlamış; eşarbıyla, içinde çocuğunun olduğu puşetiyle sokaktaki bir kadının en meşru; hem göze batmayan hem de konjonktür gereği en ayrıcalıklı hali. Mekân, Kabataş İskelesi… Gezi eylemine gidenlerle dolu, dışarıdan bakıldığında kendi halinde bir kalabalık; yine de Zehra Hanım'ın meşru varlığını rencide eden bir şeyler var bu kalabalıkta. Onlar çoğunluk ve birbirleriyle tanıdıklar, tanıdık olmasalar bile eylemlerinden ötürü Zehra Hanım'ın asla içine giremeyeceği bir senlibenlilik aralarına duvar örmüş, dışlayıcı bir senlibenlilik;  haremlik selamlık değiller, kadınlar çok rahat, sevgili olanlar birbirleriyle sarmaş dolaş ve yüksek sesle konuşuyorlar. Asıl önemlisi Zehra Hanım'a ilgisizler… ama kendine dönük bir kayıtsızlıkla karıştırmayalım bu ilgisizliği; ilgisiz olmak için de ilgisizler. Mesela bu kalabalığın içinden hiç kimse puşetteki çocuğa eğilip Zehra Hanım'ın nasipleneceği bir muhabbet göstermemiştir muhtemelen. Eşarplı bir kadına karşı kendi varlığını hem zararsızlaştırma, hem de ilgisizleştirme… AKP iktidarının yarattığı bir atmosfer bu. Var böyle bir şey… Ama Zehra Hanım bu atmosferi fantezisinin platosu olarak seçiyor. Ve Gezi eylemcilerinin ilgisizliğini sert bir ilgiye çeviriyor. İnsanları da pornografik tipler haline getiriyor: Üst kısımları çıplak, başlarında siyah renkli bantlar… Mesela ilk hamleyi yapan kadını ayrıntılı anlatmış, gözleri koyu renk sürmeli, 1.55-1.60 boylarında, minyon tipli, siyah renk uzun saçlı, başında siyah bant, kalın askılı beyaz badi, ön tarafında siyah renk Che resmi, altında açık mavi kot… Sadomazoşist bir grup bu: eşarbını çeken, tehdit eden, tokat atan, tekmeleyen, tüküren, puşeti içindeki bebeğini zıplatacak ölçüde sallayan, idrarını yapan (3-4 kişi birden işiyor ve bir kadın da eşarbına işeyin diye bağırıyor, mal meydanda, gözünüzün önüne getirin) ve cinsel organlarını sürten… dikkat edilirse saldırının dozajında giderek yükselen bir hiyerarşi var, en son cinsel organ sürtülüyor, gayet mantıklı… İnsanoğlu bütün fantezilerinde çok saçma bir şey bile hayal etse anlatının kadim kurgu yapısına sadık kalır. Kendiliğinden bir hikâye anlatma kurgusuna sadakat. Hikâyesinden beklediği etkiyi elde etmeye çalışan bir anlatıcı… Eğer fanteziyi kuran bir anlatıcıya dönüşmüşse ve anlattığının fantezi değil gerçek olduğunu iddia ediyorsa inandırıcı olmak zorundadır. Birinci şart, yaşadıklarına önce kendisinin inanması. Ancak bir ruh hastası başından geçmemiş bir şeyi yaşadığına inanır. Sorulması gereken bu inancın eş zamanlı olup olmadığı. Yani Zehra Hanım bu olayı yaşadığı o anda mı uydurdu, yoksa daha sonra mı? Burada “uydurdu” sözcüğünün yalan değil kurgu anlamına geldiğini belirteyim…  Bence daha sonra; çünkü halüsinasyon geçiren birinin korkusu, yaşadığı dehşet vb o an o kalabalıkta bir yığın tanık ortaya çıkarırdı. Ama tanıklar hayali zanlı da oldukları için işlerini sonuca ulaştırmadan tüyüyorlar, İnönü Stadyumu’na araba yakmaya gidiyorlar. Sağlam bir kurgu; fantezi, tanık da zanlı da bırakmıyor. Ama somut zanlı olmadığı için tüm Gezi eylemcileri soyut zanlı haline geliyor (işin kara propaganda kısmı burada başlıyor)… Tecavüz kadınsı bir fantezidir. Tecavüzün evrensel kriminolojide şiddet yanı ön plandayken, bizim gibi dinci-abazan toplumlarda cinsel yanı ön plana çıkarılır. Bunun üç nedeni var: Birincisi tecavüz paradoksal biçimde kadının iffetini korur. İkincisi tecavüz gayri meşru cinselliği genel bir suça indirgediği için kadınlar kendi arzularını diğerinin mütecaviz tutumu içinde kolay gizlerler. Üçüncüsü genel erkek nüfus kendi nefsini (abazanlığını) körletmeyi böyle skandal olayların arkasında  tecavüze yeltenmeyişi olarak olumlar. Yani abazan toplumlar özgürce cinsel ilişkiye giren kadınlar yerine tecavüze uğramış kadınların varlığını tercih ederler.


Zehra Hanım buradan gerçek tanıkların olduğu başka bir alana giriyor. Ama bu tanıklar olayın tanıkları değil, anlatının tanıkları! İlk tanık koca, bence bu fantezinin hedefi de o! 

2.  Zehra Hanım'ın yakınları gerçeği: Mobese görüntüleri ve 3-4 dakika gecikmeyle de olsa Zehra Hanım'ın kocasının olay mahallinde olması anlatıya gerçek bir mekân sağlamış. Olayın gerçek tanığı koca aslında, ve benim bildiğim şimdiye kadar hiç konuşmadı!..  Zehra Hanım yaşadıklarını olay yerine 3-4 dakika sonra gelen kocasına anlatmayışını kocasının kendisine saldıranlara karşılık vereceği endişesiyle açıklamış… Ama kocasının yanında ağlamış… Olayı ilk önce kayınvalidesine anlatmış… Bundan sonra da olay çok boyutlu bir hale geliyor ve bize kadar ulaşıyor. Sayalım bize gelene kadar kaç ilişkiden geçti: Zehra Develioğlu, kocası, kayınvalide, kayınpeder, doktor, başbakan, savcılık, İsmet Berkan, Balçiçek Pamir gibi gazeteciler ve biz… Sekiz ilişki… Zehra Hanım doktor raporunu olaydan 5 gün sonra alıyor. Doktor raporuna göre bacaklarında morluklar var. Peki bunun bir propaganda malzemesi olarak kullanılmasına kim karar veriyor? Aile önce çekingen. Neden acaba? Zehra Hanım'ın buna benzer halüsinasyonlarını bildikleri için mi?

3.    Balçiçek Pamir gerçeği: Güya bir özür yazısı yazmış, kendini iyice berbat etmiş. Olay yaşandıktan iki hafta sonra gitmiş Zehra Hanım'la görüşmeye ve Zehra Hanım'ın kolundaki morlukları gördüğünü yazmış. Doktor raporuna göre morluklar kolda değil bacakta! Ne gördün sen Balçiçek? 

4.   İsmet Berkan gerçeği: Tuhaf bir adam. Kendisine ‘Maalesef doğru’ dedirten görüntüler, bugün bizim de izlediğimiz görüntülerle aynı. Bunu İsmet Berkan da aynen böyle söylemiş. O zaman ne gördün sen İsmet?.. İsmet'in de kendine has bir fantezisi  olmalı...

5.   Başbakan gerçeği: Gezi olayları sırasında elimizde görüntüler var diyen Başbakan, bugün sadece doktor raporu var diyor. İyi de Başbakan senin de bağırsak kanseri raporun var. Bu raporla beni porno lobisi hasta etti diyebiliyor musun?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder