Hayrettin Karaman |
Mümtazer Türköne |
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/rusvete-fetva-verilmez/48879
Hayrettin Karaman’ın ilgili yazısından dün akşam Habertürk’te yayınlanan Türkiye’nin Nabzı programında Mümtazer Türköne söz edince haberdar oldum. Bu iki yazar arasında polemik konusuymuş rüşvet.
Hayrettin Karaman’ın ilgili yazısından dün akşam Habertürk’te yayınlanan Türkiye’nin Nabzı programında Mümtazer Türköne söz edince haberdar oldum. Bu iki yazar arasında polemik konusuymuş rüşvet.
H. Karaman rüşvetin tanımını yapmış:
'Alan kamu görevlisi olacak, aldığını
kendisi veya yakınları için alacak ki buna rüşvet densin,' demiş.
Ama bir vakıf, ya
da bir hayır kurumu adına alıyorsa buna rüşvet denmezmiş; aha:
‘Hayri vakıflar şahıslara hizmet etmez, kamuya
hizmet eder, vakfa gelen yardım da kurucu ve yöneticilerin olmaz, vakfın kamu
menfaatine yönelik hizmetlerine harcanır.’
Türk
Dil Kurumu’nun rüşvet tanımı ise şöyle: “Yaptırılmak istenen bir işte, kanun dişı kolaylık sağlanması
için, bir kimseye mal veya para olarak sağlanan menfaat.”
AnaBritanica’nın
rüşvet tanımı ise şöyle: “resmi
işlerde kayırma karşılığında bir bedel alma ya da verme.”
Ve Karaman ilave etmiş: “Türk Ceza Kanunu (TCK) rüşveti devlet idaresi aleyhine işlenen bir suç olarak görmüş, rüşvet alma ve verme suçlarını ayrı ayrı düzenlemiştir. Rüşvet alma suçunun oluşması için failin memur olması zorunludur.”
Ve Karaman ilave etmiş: “Türk Ceza Kanunu (TCK) rüşveti devlet idaresi aleyhine işlenen bir suç olarak görmüş, rüşvet alma ve verme suçlarını ayrı ayrı düzenlemiştir. Rüşvet alma suçunun oluşması için failin memur olması zorunludur.”
Hayrettin
mağdur muktedirlere bir hayrı dokunsun istiyor; fetvadan daha öte bir şey
yapıyor ve sorunu kökten hallediyor: Tanımlıyor. Tanımlıyor ki, kimsenin içine
kurt düşmesin, hatta artık kimsenin fetvaya falan ihtiyacı kalmasın; işler,
ihaleler gönül rahatlığıyla yürütülsün.
Avukatlar
buna göre bir savunma stratejisi geliştirebilirler. Mesela parayı İçişleri
Bakanı değil de oğlu alırsa (kamu görevlisi olmadığı için) rüşvet suçu işlenmiş
sayılmaz. Hayrî vakıflar da kamuya hizmet ettiği için Bilal Erdoğan’ın kurduğu
İnsan Ve İrfan Vakfı adına aldığı paralar hâşâ rüşvet değil bağıştır. Zaten
Halk bankası Müdürü ayakkabı kutusundaki paraların imam-hatip için olduğunu söylemişti.
Kısaca hepsi kamu yararı kapsamında.
Hayrettin
olan biten suçüstü durumlarının nasıl aklanacağını göstermekle kalmıyor, bu
işlerin nasıl yapılması gerektiğinin yolunu yordamını da gösteriyor. Hayır
işleri koçumuz Hayrettin’e kulak vermek gerekir. Çünkü bu muhakeme tarzı, nüfusun ağırlıklı bir kısmını ulema düzeyinde temsil eden insanların kafasının nasıl çalıştığı göstermesi açısından önemli.
Ebussuud’dan
beri şeyhülislamlar minareye kılıf uydurmasını bilirler. Adamların işleri bu.
İslam’da faiz yasaktır. Peki Osmanlı’da faiz yok muydu? Alası vardı. Mesela adı
Osmanlı olan bankadan 100 lira çekiyorsun ve yine aynı bankadan 10 liraya bir
çeyrek altın alıyorsun, sonra bu altını bankaya “hibe” ediyorsun. Görünüşte
faiz yok, ama bu “hibe”nin işlevi bal gibi faiz. Burada yapılan şey, sadece minareye
kılıf uydurmak değil, asıl yapılan kavramın anlamını değiştirmektir. Kavramın etik içeriğini teknik
bir tanıma çevirmek. Faizin haram olması verilen paranın kirası olarak bir
davranış kodu üzerinden tanımlandığında içerik bir yöntem haline geliyor,
muğlaklaşıyor: ‘Sana şu kadar para veriyorum bana paramı iade ederken artı şu
kadar para daha vereceksin.’ Para meta ilişkisine dayalı bütün bir sistemden
bağımsız bir faiz tanımı aslında bütün sistemin etik sapkınlığını gizliyor.
Sadece faiz günahkâr bir kavram haline getirildi mi, bütün sistem aklanıyor.
Tıpkı fahişenin günahkâr ilan edilip bütün abazan erkeklerin aklandığı gibi. Marx’ın değişik yönleriyle çözümlediği gibi faiz ticari kârı belirlemez, ticaret faizi
belirler. İstendiği kadar rızkın onda dokuzu ticarettedir diye ticaret yüceltilmeye çalışılsın, ticaret faizin metalı ifadesidir sadece...
Peki
biz de kavramın anlamı üzerinde yeniden düşünelim, yolumuz Hayrettin’le aynı
yere çıkıyor mu bakalım. TCK’da rüşvet suçunun oluşması için failin memur
olması gerekir diyor. Hayrettin’in rüşvet tanımında dayanağı bu. Evrensel bir
kavramı ceza kapsamında tanımlanan bir anlama indirgiyor. Mesela benim
tanıdığım üst düzey bir bürokrat var, birisi bu ahbaplık ayrıcalığımdan
yararlanmak için bana başvuruyor, ben de ilgili bürokrata yap bir kolaylık
diyorum, ilgili bürokrat da o birisine beni işaret ederek onun bir vakfı var,
ona bir bağış yap gel bakalım diyor. Hayrettin’e göre bu işler organize işler
değil hayır işleri. Çünkü memur rüşvet almıyor!.. Hadi inandık. Memur gerçekten
de rüşvet almasa bile devlet yaptırımıyla elde edilen bir kazanç sosyal bir
grubun menfaatine aktarılmış olmuyor mu?.. Dolayısıyla bıraktık suçun
oluşmasını, bu durum delilin karartılmasını da sağlamış ve rüşvet bireysel olmaktan
çıkıp sosyal bir karakter kazanmış olmuyor mu?.. Yani bireysel rüşvetin sosyal
bir rüşvet haline gelmesi... Hayrettin etik düşünmüyor, adeta kanunun açığını
arıyor. Yav Hayrettin, adamlar, madamlar bulmuş zaten açığı; biliyorum, biliyorum Hayrettin
âlemin budalası olarak anılmaktansa şark kurnazı diye anılmayı tercih edersin. Zaten fotoğrafında âlemin sırrına ermiş kâmil gibi bakıyorsun. (Memlekette Etik Değerler Derneği'nin yaptığı ankete katılan 202 firmanın düzey yönetcisinin yüzde 95'i toplumda etik çok önemli değil diye düşünüyormuş
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/jale_ozgenturk/yoneticilere_toplumda_etik_cok_onemli_degil-1174344)
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/jale_ozgenturk/yoneticilere_toplumda_etik_cok_onemli_degil-1174344)
Polemiğin
sonunda Mümtazer Türköne bir uzlaşmayla rüşvet kavramı yerine irtikap kavramını
öneriyor. Bravo!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder