
.jpg)
DİKİZLEME, SERVET VE AYAKKABI KUTUSU
Dikizleme… Bedenin dikizlenmesi ile
servetin dikizlenmesi arasında mümasil bir ilişki kurmak istiyorum, tabi
dikizlemenin kurucu anlamını bedenden elde ettiğini hatırda tutarak. Ama
bedenin dikizlenmesinde öncelik hangisine aittir? Dikizlemeye mi, bedenin
sakınılmasına mı? Yani beden dikizlendiği için mi sakınılıyor, yoksa
sakınıldığı için mi dikizleniyordur?
Bu soruyu şimdilik askıda bırakalım…
Tabi bu sorunun duygusal bir dinamizmi
de var: Utanç!..
.
İnsan başkasının önünde çıplaklığından
utanır, ama utanmayacağı kişiler de vardır. Çıplaklar kampında utanmaz mesela,
doktordan da, eşinden/sevgilisinden de… Ama bir de utançtan muaf garip bir
sınıfsal ayrıcalık vardır. Özellikle soylularla hizmetçilerin, kölelerin olduğu
dönemlerde… N. Elias söz eder bize bu dönemlerden; soylu bir kadın, bir kontes,
bir düşes kölesi bir adamın yanında çıplak kalabilir mesela. Adeta çıplaklığın
mekânıyla utancın mekânı yer değiştirmiştir. Utanç tarafı denilebilecek bir eşik vardır… Kimin utanç tarafında olduğunu sınıfsal konum belirliyor. Diyelim düşes
banyosunu yapmış, üzerinden sular damlarken kölesine çağırır (ip düzeneğine
bağlı bir zil görür bu işi), kölesi elinde havluyla içeri girer ve hanımını
kurular… Gayet sinematografik bir görüntü: Köle işini yaparken mahcup bir
şekilde hafifçe kafasını hanımının bedeninden uzaklaştırır ve bu sırada kambur
duruşunu hiç bozmaz. Bir köle sırdaş değildir, çünkü tanık değildir. Gördüğü
halde tanık değildir… Nasıl olur bu?.. İki beden eşit olmayınca olur. Düşesin
çıplak bedeni köleyi aşağılar. İki türlü aşağılar: çıplak olduğu halde onun
tanıklığını hem kale almayarak, hem de utanç tarafında bulunduğunu ona
hissettirerek. Köle gördüklerini bir başka soyluya anlatamaz, anlatamayışı soylu
sınıfın onu dedikodu çevresine muhatap kabul etmeyişinden kaynaklanmaz sadece,
öncelikle gördüklerini sansasyona çevirecek dili yoktur; bu dili sınıfsal
konumundan ötürü kazanamaz. Dil dikizlemeyle oluşur, çaktırmadan bakmayla elde
edilir. Dikizleme diğerinin bedeninde hak talep eder. Ama gizlice; ve
dilediğini bu gizlilikten alır. Şimdi biraz fantezi dünyası olan bir köleyi
hayal edelim: Bu köle kapının anahtar deliğinden banyo yapan düşesi izlesin.
Kölenin biraz sonra çırılçıplak görebileceği hanımefendinin bedenini
dikizlemesinin anlamı ne?.. Bu dikizleme kölenin statüsünde tuhaf bir
değişiklik yapar, kendini kapının dışına, yasak bölgeye yerleştirdiği için elde
eder bu statüyü. Bakışın bedenden alacağı görüntüyü hazza dönüştürmek için bu
yasağa ihtiyacı vardır, ama bu yasak bir kurgudur da. Onu çırılçıplak görmek
isteyen düşesin eş dost çevresindeki insanların hazzını varsayar ve kapının
deliğinden gizlice bu imkânın ayrıcalığıyla bakar. Oysa köle böyle bir
dikizlemeyle sadece kendi utancını üretir, düşes ise farkına varsa kölesi
tarafından dikizlenmekten ötürü zerrece utanç duymaz, aksine utandıran ve
suçlayan konumunu daha da kuvvetlendirir. Dolayısıyla böyle bir dikizleme
olmaz!
Dikizleme sakınılan bedeni demokratize
eder.
Bunun nedeni paylaşılmış utançtır. Hemen
soralım utanç bir dürtü müdür? Yani göze alınan ve yaşandığında bağışıklığı
harekete geçiren bir dürtü…
Dikizleyenin ve dikizlenenin utancı iki
farklı utançtır. Bu farklı bir sınıfsal çağa da işaret eder. Hemen söyleyelim
bu çağda dikizlenenin utancı dikizleyenden daha fazladır, ama aradaki farkı
dikizlenenin suçlayıcılığı kapatarak ilginç bir denklik kurar.
Sabredemedim... Lafımı biraz daha
uzatacağım ve nihayetinde dikizleme serüveni ayakkabı kutusuna kadar gelecek.
Yani öyle umuyorum...
Röntgencilik ve teşhircilik… Bedenin iki
farklı yorumu… İlk akla gelen bedenin kontrolünün kimde olduğuna göre değişen
pozisyonların adı… Röntgencilikle başlayalım. Ama önce röntgenciliğe belki de
görme organından daha fazla işleve sahip işitmeyi de katarak. Çünkü apartman ve
çok odalı malikâne yaşamı, göz kulak ilişkisini kulak lehine değiştirmiştir.
Önceki devirlerde kulak gözün emrindeyken artık işler tersine dönmüştür; kulak
özerktir dikizlemede ve bu bir çağ değişimine denk gelir. Yan komşu, öbür oda
vb. Ayrıca lambanın icadını da bu değişime eklemek gerekir: dikizlemede
karanlığın rolü gözün kulağı takip etmesini sağlamıştır… karanlık artık akşam
olduğu için değil, lambalar söndürüldüğü için karanlıktır.
Peki nedir dikizlemede insana haz veren?
Öncelikle dokunma yasağı… Tensel
yakınlaşmayı kendine ve diğerine men eden beden, dokunma arzusunu göz ve kulağa
transfer eder, insan bu arzuyla kendini doldurup dokunmaya tevessül etmez, ama
aksine bakış dokunmatik bir karakter kazanır. Hani gözleriyle yedi içti derler.
Dikizlemenin karşıt örneği diyebileceğimiz; kadınları kapatan dinsel abazanlık,
aç erkeklerin bakışındaki bu nobranlıktan kaynaklanır: Gözlerde görme
eyleminden direkt dokunmaya atlayan ve adeta simgesel hale gelen förtlek bakış…
Gözün kendisi çirkin bir bakışla mütecaviz bir organ haline gelir,
fundamentalist bedende göz zina organıdır. Dikizlemede ise bir nezaket vardır,
dokunmaya yeltenmediği gibi kendi varlığını diğerinin rahat davranması için beri çeker, dokunma dikizlemenin sadece fantezisidir. Burada, fantezi
bakışa o kadar teşnedir ki, sadece dikizleyen değil, kendisinin dikizlendiğini
varsayan bedenin sahibi de bizzat dikizleyen durumunda yakalayabilir kendisini.
Bunu aynada yapar mesela. Ama durumun tuhaflığını göz ardı etmeyelim, hatta öne
çıkaralım. Dokunma katmerli biçimde yasaktır; bedenin bir çeşitlemesini sunar
bu yasak: birincisi ten sahibinin diğerine koyduğu yasak, ikincisi sosyal yasak
ve üçüncüsü bakış sahibinin kendine koyduğu yasak biçiminde. Ama dikizleme
gördüklerinden etkilenmek için ‘bakış/dinleme’yi kendine de bir ön yasak haline
getirir. Dikizleme yasağı delmez, yasağın kendisini bir algılama formuna
çevirir. Bu yüzden dikizleme kendiliğinden teşhiri meşrulaştırır, ama yasağı
daha katı bir yasak yapar. Kendi konumunu emniyete almak için yasağı imal eder
bile diyebiliriz.
İzlenenin rahat hareket edebilmesi için bu
yasak gereklidir; kendini yok hükmüne getiren röntgenci ile bakışını
alenileştirmekten sakınan, çaktırmadan izleyen dikizciyi ayıralım bu arada.
İzlenen dikizciyi varsayar ve bedeni dikizcinin bakışına göre ayarlanmıştır,
beden hazır bir formun içinde dalgınlıkla uyanıklık arasında uyumlu geçişler
yapar. Röntgenci ise izlenenin fantezisidir. Tabi röntgencinin fantezisiyle
izlenenin fantezisi çakışmaz. Röntgenci izlenenin hazzından haz alır! Röntgenci
için izlemeye değer en ideal beden sevişen veya mastürbasyon yapan bir
dişininkidir. Peki röntgenci hiç katkısı olmadığı halde kadının aldığı hazdan
kendini nasıl pay sahibi yapar?.. Bunun için önce diğerinin bağımsız hazzı
kıskançlık yaratacakken nasıl oluyor da röntgencide hazza yol açar, buna cevap
vermek gerekir. Bilgi toplamak, faka bastırmak isteyen âşığın röntgene
yatmasıyla, röntgencininkini karıştırmayalım. Röntgenci gördüğünü, işittiğini
kendine mal eder, diğerini kendi dalgınlığı içinde ele geçirir; diğerinin
aldığı haz onu dış dünyadan uzaklaştıran hatta kendi bedeninden de uzaklaştıran
bir ruhtur; dişinin bedeninin bu hazla esrimesi (gözlerini kapaması, kesik
kesik soluması) aslında röntgencinin dikizleme olanağının kendisidir de. Dişi o
kadar kendi hazzıyla meşguldür ki, bu sırada seviştiği kişinin varlığı bir
başkasıyla yer değiştirse haz kaldığı yerden devam eder gibidir. Röntgenci
kadından yayılan bu anonim ruhu özelleştirerek kendisiyle haşır neşir kılar…
Bedenin teşhirciliği tersi gibi görünür
ama değil: teşhirci diğerinin bakışında kendi kendini dikizler.
Para tıpkı beden gibi bir dikizleme ve
teşhir nesnesidir. Para ikame bedendir. Bu hem imgesel hem de düz anlamıyla
doğrudur: Para elde edilebilen bütün güzel şeyleri temsil eder ve para
diğerinin bedenini satın alabilir.
Para günümüzde daha da imgeseldir;
rakamlardan oluşur, dijitaldir, varlığı görünmez. Hatta para kendi
nesnelliğinden azade olmuştur, yoktur; oradan oraya transfer edilen ama hiç
sahaya çıkmayan hayali bir futbolcu gibidir. Ama insan parayı hissetmek ister,
dokunmak… Özellikle yeni zenginlerde, sonradan sınıf atlamış orta kesimde kendi
parasını dikizleme gibi bir huy gelişmiştir… Kara para bu müstehcen huy için
ilginç bir olanak sağlar. Tomar tomar paranın hepsini bir arada görmek…
Breaking Bad’de uyuşturucudan sağladığı paraları karısına gösteren Walter White
bir teşhirci değil de nedir?
On onbir yaşlarındayken babam beni
kasabanın tek gazete bayiine verdi çalışmam için. Sokak sokak dolaşarak gazete
satıyordum, işin en zor kısmı “Gasteee!..” diye bağırmaktı, en çok gazeteyi
kasabanın dışındaki cezaevinde satardım, ondan sonra avare adımlarla eve gelir
aklım topladığım paralarda annemin hazırladığı yemeği yerdim. Yemekten sonra
günün en güzel kısmını yaşardım, cebimdeki bütün parayı önüme boşaltır ve tek
tek sayardım, emin olmak için değil sadece sırf zevk için bir daha sayardım…
Parayı dikizlerdim: Bu paranın çok az bir kısmı benimdi ama bütün bu parayı ben
toplamıştım!.. Dikizlediğim parayı Annemin de görmesini isteyerek teşhir
ederdim.
Paralarını ayakkabı kutusuna koyan Halk
bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan, kendi evinde parasını saklamıyordu
elbette, teşhir ediyordu ve de dikizliyordu.
İnsanoğlu naif bir varlıktır, benim küçük
bir gazete satıcısıyken parayla kurduğum ilişkiyle Süleyman Aslan’ın kurduğu
ilişki arasında bir fark yok aslında: İkimiz de dikizciydik…
Fark nerede?
Fark ahlaki…
Süleyman sadece genel müdürlük mevkiinde
olan birinin yapabileceği bir şeyi, dolayısıyla yapmaması gereken bir şeyi
yapıyordu; ama onun da dikizleyeni vardı.
Ortadoğu’da dikizleyenlerin dikizlenmesi
hayatı demokratize ediyor. Bir yerde ip kopabiliyor, kirli çamaşırlar karşılıklı ortaya dökülüyor. Önemli olan kirli çamaşırların ortaya dökülmek için neden bu
kadar bekletildiği değildir, önemli olan bu kirliliğin toplumda bir utanç
yaratmasıdır. Birbirine benzeyen insanlar birbirinden utanmaz! Temiz, saf, biz
onu böyle bilmezdik diyen insanlar karşısında utanç değil, biz onu böyle ayağa düşecek kadar güçsüz bilmezdik diyen insanlar karşısında utanç! Bazı
halklar sadece böyle utanır!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder