resim: pierre amédée marcel-béronneau
KOKU
Klima çalışıyor ama yetmiyor... Antalya aşırı parfüm kokuyor, dedi.
Klimayla parfüm bağlantısını anlayamadım, dedim.
İnsanların olduğu her yer parfüm kokuyor dedi, yüzünü
buruşturdu.
Biliyor musun dedim, yüzünü buruşturman çok kadınsı.
Nasıl, dedi zaten kadın değil miyim?
Parfümün kokusundan çok ucuzluğuna saldırı, dedim, bir
kadın diğer kadının parfümünün kokusunu aldığında ilk tepkisi kokunun kendisi değil,
parfümünün markasıdır. Markadan kastım parfümün pahalı mı ucuz mu olduğu. Eğer
kadın güzel ama parfümü ucuzsa… bu gözlem seni rahatlatıyor…
Bir kahkaha attı (orta kapının önünde demire tutunmuş bir
kadın bize döndü). Gözlemin ilk aşamaları dürtüden beslenir, dedi, gerçek
gözlem için ilk aşamayı elemek gerekir, hadi ikinci aşamaya geçelim.
Biraz duraksadım. Acaba sürülen koku kadar havanın
sıcaklığı da etken olabilir mi, dedim. Sıcak ve aşırı buharlaşma yüzünden; nihayetinde aşırı buharlaşma kokuyu birden yayıp tükettiği için parfüm yeniden
sürülüyordur. Bu durumda aşırı parfüm kokunun nedeni değil,
döngüsü sayılabilir.
Belki dedi.
Bir de dedim parfümde bulunan alkolün serinletici etkisi
bir yanılsama yaratıyor olmalı.
Ben sana başka bir yanılsama söyleyeyim dedi, insanlar
genellikle deodarantla parfüm arasındaki farkı bilmezler, sanıyorum sen de aynı…
dur sözümü kesme, bilenler de en önemli farkın işlevsel olduğunu sanırlar, deodarant
kötü kokuyu yok etmek için, parfümse güzel kokmak için falan... işin aslı hiç
böyle değil, doğrusu biri göze batmamak için sıkılır, diğeri öne çıkmak için
sürülür… koltuk altına sıkarsın, atardamarlara sürersin (bilek ve boyun gibi)... oysa devamı var: güzel koku denilen rayiha bizim koku duyarlılığımızı mahvetti, temiz havayı yavan bir kokusuzluk olarak algılamamıza yol açtı... biz bir başka şehirden geliyoruz, burnumuz o şehrin ortalama kokusuna alışkın; diyelim şimdiki gibi böyle kalabalık bir otobüsteyiz ve otobüsün içi alışkın olduğumuz koku düzeyini aşmış bir parfüm istilası altında, ister istemez kokunun kaynağının makyajı en yoğun kadınlar, ya da
boynunda zincir taşıyan efemine erkekler olduğu zehabına kapılırız. İlk
gözlem hatası. Oysa parfüm kokusu herkesten gelebilir. Bir çocuktan bile. Bilir
misin babalarının annelerinin parfümünü kullanmak çocukların en kolay
işledikleri kabahattir. Asıl soru suni rayihaların hayatımızda neden bu kadar yaygınlaştığı. Kötü kokular yüzünden mi? Evet başlangıçta belki sebep buydu, ama artık değil. Artık sanki rayihanın yokluğu kötü koku anlamına geliyor. Rayiha kendi kötü kokusunu yarattı. Bana kalırsa parfüm bir bağımlılık... uyuşturucu gibi. Mesela bali bağımlılığı gibi. Varoş çocukları kötü koku yayan bakteriyel ortamlarda yetiştikleri için bali, tiner gibi antiseptik kokuların cazibesine kolay kapılırlar. Koku kendi sınıfsal kökenini terk etmek için yanlış bir algı doğurur. Tiksintiyle gelir. Bu tiksintiyi kendi alt sınıf kökeninden nefretin metaforu olarak düşün.
Tam klimanın altındaydım, serin esinti değişik
parfümleri karıştırıp kokteyl halinde ciğerlerime dolduruyordu. Kaçış yok.
Parfümün bir insan hakları sorunu olduğu hiç aklına geldi mi diye sordum. Nasıl
dedi. Biri parfüm sürüyor ve sen kokluyorsun. Teklifsiz, patavatsız bir şey. Bir
koku eşiğinden kaçsan diğerine yakalanıyorsun, illa sana bulaşıyor. Demek
istediğim hele böyle sıkış tıkış bir belediye otobüsündeysen tamamen korunmasızsın... Orhan Gencebay’ın oynadığı Rexona reklamının
başka bir versiyonunu düşün. Bu reklamı çekenler belli ki bir ikilemde
kalmışlar; genelde deodarant kullanmayan insanımızın halini göz önüne alarak
markalar üstü didaktik bir dil ve öte yandan reklamın bu zaafını gidermek için aleni
olarak söylenmesi gereken marka ismini mahremiyetten (kulağa fısıldama) elde
etmek arasında. Zekice.
Çözüm değil, ikilem zekice, dedi.
(…) Ama dediğim gibi reklamın ağırlıklı tarafı didaktik
özendirme üzerine kurulu. Şimdi reklamın olası başka bir versiyonuna geliyorum:
Bu kez koltuk altına deodarant sıkmış ama deodarant ter kokusuna karıştığı için
kötü kokan kızcağıza duş yetmez yerine ucuz deodarant yetmez rexona kullan
diyen bir Orhan Gencebay… Bunun sonu yok… Parfüm ya da deodarant bir koku
totalitarizmi yaratıyor. Tüm dünyada kokunun globelleşmesi… düşünelim bunu.
Tamam dedi.
Otobüs Terracity (Antalya’nın en büyük avm’lerinden)
durağında yolcuların yarısını indirdi, koku seyreldi.
CUMA NAMAZI
Lara’da bir caminin civarında cuma namazı için park
etmiş araba kalabalığı. Her yer araba. Dağılma sırasında oradaydım ama gözlemem
gereken husus şimdi aklıma geldi. Arabalar sürücülerden başka kaç kişi almıştı?
Bu soru şunun için önemli: Acaba cuma namazı diye bir hediye çeşidinden söz
edebilir miyiz? Gel sana bir cuma namazı ısmarlayayım gibi... Daha önce defalarca gördüm, caminin cuma dışında çok az
cemaati var, taş çatlasa beş kişi. Cuma namazına sekülerleşme açısından bir de şöyle bakalım: müminleri günde beş vakit namazdan kurtaran bir tür telâfi namazı;
kaza namazı. Hıristiyanların Pazar sabahı ibadetinin muadili. Kalabalığa
karışmak hem görünmeyi hem de kamuflajı sağlıyor. Kamuflajı ibadetsiz geçen
altı günü gizleyen görünme biçimi olarak düşünün.
SEÇİM
Kadınlar beni nezaketle dürüstlük arasında bir seçim
yapmaya zorladılar hep.
UTANÇ
Bir konu hakkında söyleyecek bir şeyi olmamak onu
utandırıyordu, bu yüzden konu değiştirme uzmanı olmuştu.
GALATAPORT’UN AÇILIŞI
Galataport’un lansmanıyla ilgili toplantıda konuşan Doğuş
Holding başkanı Ferit Şahenk’i dinledim. Karaköy’ün bin iki yüz metrelik sahil şeridi 200 yıldır yaya trafiğine kapalıymış. Kapalı olduğu malûmdu da iki yüz yıl bayağı uzunmuş. Nisan 2020’de yaya trafiğine
açılacakmış. Sevindim, güzel dedim, öte baş beri baş gezmeye bir yerim daha oldu. Şahenk Bey bir yığın teknik
ayrıntı verdi, dünyada ilk defa yerin altında pasaport kontrollerinin
yapılacağı bir terminal dedi, üç metrelik bariyer dedi. Yalnız gemi limana indiği sırada terminale inmek için sadece turistler sahil
şeridini kullanacaklarmış, halk için yol yaya geçişine yine kapatılacakmış. Ancak
gemi limandan ayrılınca yeniden açılacakmış. Hayalimde öte baş beri baş gezmeye
başlamışken burada zınk diye durdum. Göstergenin büyüklüğüne bakın, gemi var
yürüyemezsin, gemi yok yürüyebilirsin. Ta Kadıköy Rıhtımı’ndan görürüm ben bunu. Reddedilmeden vaziyet almak. Teknoloji, paralı turisti yerli halktan koruma ilişkisini yumuşakça değiştiriyor, ikisini birbirine göstermeyerek. Bir zamanlar Esenboğa Havalimanı'ndan şehir içine hareket eden yabancı diplomatların görüş alanlarını kapatmak için yol boyu yapılmış gecekonduların önüne sıralı paravanlar konmuştu. Hayır hayır bu analoji demek istediğime yakın durmadı. Başka bir şey var. Daha
sosyolojik bir şey. Ne? Nisan 2020’yi bekliyorum…
Astım ve parfüm anlaşamıyor...
YanıtlaSilToplu taşıma araçlarına burnumu mendilimle kapatmadan binemez oldum.
Parfüm kullanmazdım... Deodorantları ise orhan gencebay sonrası.
Kıyılar halka aittir diyen Anayasa maddesi ve KIYI KANUNU adlı kanun da uygulanmaz bu ülkede... Ucunda rant var çünkü...
Parfümün astım hastalarına iyi gelmediğini senden öğrendim. Belki birçok alerjik hastalığa da iyi gelmiyordur.
YanıtlaSil