Başlarında en büyükleri 11 yaşında kız, dört çocuk okul dağıldıktan sonra
mezradaki evlerine dönüyorlar. İki üç kilometre patika yol.
Vadiye inince demiryolu köprüsünün altında çantalarında kalan son
azıklarını yemek için mola veriyorlar. İlk kez uzaktan uğultuyla gelen ve
giderek şiddetini artıran tren sesini duyuyorlar. Tren tam köprünün üstünden
geçerken 11 yaşındaki kız çığlık atıyor, diğerleri onu takip ediyor, son vagon
köprüyü terk edene kadar. Neşeyle tepeye evlerine doğru yürüyorlar.
Ertesi gün treni kıl payı kaçırıyorlar. Daha ertesi gün de. Sonunda trenin
geçiş saatini kestiriyorlar (muhtemelen önceki gün rastladıkları tren rötarlıydı)
ve okul dağılır dağılmaz köprüye doğru koşuyorlar. Bazen öğretmenlerinden beş
on dakika erken çıkma izni alarak.
Tren gelmeden orada soluklanmak, tren geçerken bir ayin yapar gibi çığlık
atmak... henüz stres sözcüğünü bilmiyorlar, ama çığlıkları sanki içlerinden
zehirli bir atığı dışarı atar gibi onları rahatlatıyor.
Zamanla çığlıktan sonra ilk neşeli halleri yok oluyor. Sadece bir
rahatlama. Yorgunlukla birleşen hüzün. Çocuklar trenin geçiş saatine yetişmek
için okulun dağılmasını sabırsızlıkla bekliyorlar, henüz stres sözcüğüne sahip
olmasalar da nasıl rahatlayacaklarını bilmek onları strese sokuyor.
Araba yolu bile olmayan mezralarına ta uzaklardan gelen tren ancak
tersinden anlaşılabilecek bir süreçle stresi getiriyor. Şöyle: Çocukların çığlıkları
başlangıçta tren sesini taklit ediyordu, şimdi tren sesi çığlıklarını kamufle
ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder