7 Aralık 2024 Cumartesi

CANİKO


                                          Colette, 1873-1954



Colette’in ilgili romanından Annie Ernaux’nun Genç Adam anlatısını okurken haberdar oldum. Aynen şöyle yazmış Ernaux: “Colette’in yeniden okuduğum ‘Cicim’ romanının Lea’sı da değildim.

Ernaux ‘yeniden okuduğum’ diyor; Nobel almış yazar bir romanı ikinci kez okumuşsa atlamak olmaz, ben de okumalıydım. İnternet’e baktım Türkçe baskısı var. Bir de Nadir Kitap’a bakayım dedim. Oo bol miktarda Cicim var, hem de ayrı ayrı, İnci Kaplan Gül çevirisi ve Azra Erhat çevirisi. Kargo ücreti pahalıya geldiği için kitabı bizzat kendim gidip alacağım. İki üç sahafı kenara not ettim. Gidip alacağım derken dükkanı açık olanları kastediyorum. Yoksa sahafların çoğu kira yüzünden kapanmış, evden çalışıyorlar. Ben de Kadıköy, Beşiktaş, Üsküdar, Beyoğlu civarında mimlediğim sahaflara gidiyorum. Maksat spor olsun. Tasarruf da olsun tabi.

Colette’in bende sadece bir kitabı var: Claudine’in Evi. Okudum ama çok önceden, biri anlat nasıldı dese tek kelime edemem (hatırlamadığın kitabı okudum diye yaftalamak ayıp galiba).  Dur bakalım Colette’in başka neleri varmış diye Nadir Kitap’a yeniden baktım. Aaa Caniko diye bir kitabı. Sakın bu ‘Cicim’ romanının başka bir çevirisi olmasın? Yeniköy’de bir sahaf. Gitmeden önce kitabı hazır etmesi için sahafa telefon açtım. Çünkü kitap bazen başka depoda oluyor, getirmesi bir gün sürüyor. Ama telefon açmadan önce kısa bir tedirginlik yaşadım, bunu söylemesem olmaz. Telefona kız çıkarsa kitabın adının Caniko olduğunu söylemek hiç de kolay değildi. Bu yüzden kendimi Caniko demeye alıştırdım. Sanki birinin el yazısını güçlükle okuyormuşum gibi, iki üç kez tekrar ederek.  Tekrar dikkati dağıtır. Şansıma telefona erkek çıktı ama Caniko derken yine de  biraz utandım. İtiraf etmeliyim ki utancım bundan sonra okuyacaklarınız için bana yol gösterdi.  

Caniko’nun çevirmeni Vivet Kanetti romana bir de önsöz yazmış. Romanın orijinal adının ‘Cheri’ olduğunu ondan öğrendim. V. Kanetti  ilk Azra Erhat’ın Cicim diye çevirdiği romanın adını neden Caniko diye çevirdiğini anlatmış. Cicim’de iyelik eki var, bu orijinal ada uymuyor demiş. Bir ara aklından ‘Canısı’ demek de geçmiş ama Caniko’da karar kılmış. Her iki çevirinin de bendeki imaja ters düştüğünü önsözü okudukça fark ettim, Caniko veya Cicim’in  bende yaptığı çağrışım çıtır kız. Sanıyorum Türkçe konuşan çoğu insanda da öyledir. Diğerini yaşça  küçülten bir hitap. Yanılmışım, Caniko meğer erkekmiş. Kırklarında madam Lea arkadaşının 17 yaşındaki oğluna bu adı takmış. Olgun kadın ile genç erkek arasında yasak aşk. Tabi bir Fransız’ın romanın adına bakarak benimle aynı hataya düşmesi imkânsız. Fransızcada “sevgili”ye takılan bir ad olduğu kadar şefkati de ileten ‘Cheri’nin erkek ve dişi kullanımları farklı. Dişiler için sözcüğün sonuna ‘e’ harfi eklemek yetiyor: ‘Cherie.’ Okunuşu ‘şeri’, ‘ş’ sesi ‘ç’ye de yatkın. Ama sözcüklerin iki cinsiyette de söylenişleri aynı. Ortaokul-lise Fransızcamla bu kadarını biliyorum. Sanki sesin bu benzeşmesi sözcüğün cinsiyetçi karakterini muğlaklaştırıyor. Eğer dediğim doğruysa Colette’in bu adlandırma tercihi başka bir anlam kazanıyor. Yazının bundan sonrası serbest dalış.

Colette’in döneminde (19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı) ‘cheri’ acaba gay erkekler için de kullanılan ortak bir sözcük müydü? Sözcüğün yaygın ve olağan kullanımı kadınlara hitap olan ‘cherie’ ise bu bana doğal geliyor. Erkeklerin İngilizcede kadın sevgiliye ‘baby’ demesi gibi (karşıdakini yaşça küçültüp daha çok şefkat ileten bir pedofil tatmini de vardır bu söyleyişte). Kadınların sevgililerine baby demesi epey sonra. Roman yayınlandığı 1906’da sansasyon yaratıyor, yadırganıyor. Zamanına göre yaşlı sayılabilecek bir kadın ile yeniyetme bir erkeğin aşkı. Daha çok cinsel aşk. Ama kitaba müstehcenliği veren yazarın dobra anlatımı değil. Kadının erkek sevgilisinden epey büyük olması. Nihayetinde bir arkadaşının oğlu. Ama müstehcenliği bu haliyle anlamamız yine de sığ kalır. Müstehcen olan cinselliği de derinleştirecek biçimde her zaman daha karanlıktadır.

Romanlarda olgun kadın genç erkek aşkı Colette öncesinde de vardı. İlk aklıma gelenler: Anna Karannina (Tolstoy), İlk Aşk, Babalar ve Oğullar (Turgenyev), Bel Ami (Maupassant), Adolphe (Benjamin Costant), Duygusal Eğitim (Flaubert), Kırmızı ve Siyah (Stendhal)… Aslında yaşları birbirine yakın ama kadının evli, erkeğin bekar olması yüzünden kadının daha olgun (anne olması bu olgunluğu daha da artırır) bir imaj verdiği romanlar da vardır: Genç Werther’in Acıları (Goethe), Vadideki Zambak (Balzac) gibi.

Ama neden Colette’nin Caniko’su bu kadar sansasyon yarattı?

Herhalde bütün sır Colette’in bir kadın yazar olmasında ve romanını kadın kahramanı Lea’nın gözünden anlatmasında. Dönemin ruhu ortalama insan ömrüne göre kocakarı denebilecek yaşta bir kadının arzu duymasını üstelik bu arzuyu bir kadın yazarın anlatmasını hiç de hoş karşılamazdı.   Oysa bazı kadınlar için aşk biraz da bu dengesiz yaş aralığında ortaya çıkar. Erkek için yeni, kadın için gecikmiş bir aşk. Genç erkeğin olgun kadının arzusunun semptomu olması durumu. Genç erkeğin varlığı ifşa edicidir burada, olgun kadının arzusunu ifşa eder. İşte ‘Cheri’ bu arzuyu kamufle etmeye yarayan mutedil bir ad. Bir Fransız bu sözcüğü duyduğunda içini bir tatlılık ve şefkat duygusu kaplar. Bu kadınsı ad, sevgiyi ve hassasiyeti yansıtır. Sıcak ve güven vericidir. Melodik bir tınısı vardır. Türkçe kendi kendinize tekrarlayın göreceksiniz: ‘Şeri…’ sanki pastanede özel bir tatlı sipariş ediyorsunuz. Colette’in elinden gelen bu, romanın adıyla bir oto sansür yapıyor. Yine de ileri bir adım, düşünün Colette’ten bir iki asır öncesi kadınlar için yazar olmak bile tabuydu, yazar olanların bir kısmı da oto sansürü bizzat kendi adlarında gerçekleştiriyorlardı (erkek müstear ad alarak).

Romanda başka bir oto sansür daha var. Âşık Lea’nın kibar fahişe olması.  Genç erkek olgun kadın aşkını meşrulaştıran diğer etken. Fransa’da kibar fahişe (Balzac’ın aynı adlı romanındaki “Les courtisanes”) birtakım görgü oyunlarıyla (resim yapmak, bir müzik aleti çalmak gibi) zengin erkekleri ayartıp lüks içinde yaşayan kadınlardır. En başta güzeldirler. Birlikte oldukları erkeklere statü kazandırırlar. Geçmişleri ta saraya kadar gider. Ama öyle asaletleri falan olduğu için değil.  Fransız devriminden önce kralın sarayında bir şekilde yer edinen dalkavukluğu da gösterir biçimde bir tür nezaket gösterisi yapan ‘courtisan’dır onlar. Evet ‘courtisan’ saray mensubu anlamına gelir. 1850’den sonra sanki geçmişini adında taşıyarak küçük bir harf eklemesiyle değişirler, la courtisane olurlar. Yani kibar fahişe. Kibar fahişeler güzelliklerini çarçur ederek servete kavuşurlar. İleri yaşlarda kendi malikanelerine çekilirler. Neyse sosyolojiyle konuyu dağıtmayayım… buradan konuyla bağlantılı çıkaracağımız kestirme sonuç, geçmişlerinde kibar fahişe olan kadınların kötü sicilinin ileri yaşlarda "aşk"a uygun bağımsızlıklarının temelini atması. Romanın adı hakkında birkaç şey daha söyleyeceğim.

 

Cüret ile savunmayı aynı anda üstlenen bir sözcük ‘cheri’. İma etme ile cayma (başka bir şey ima etme). Ama doğrudan gösterme değil, hep ima etme. Biz ‘ima’yı bizi asıl anlama götüren protez anlam olarak görme eğilimindeyiz. Hayır, böyle değil. İma kendi özgün anlamını da yaratır. Nasıl? Kadınlar için eski aşığın müstear adı (kadının taktığı ad) bir intikam da içerebilir. Ad bizi sözü edilen kişiye değil kadının intikamına hizmet eden çarpıtmaya götürebilir. Cheri olgun kadının genç adama duyduğu aşkı hafifleten bir şey. Yine de adın bu “karma” imgesine aldanmamak gerekir. Colette, erkek yazarların anlattığı genç adam olgun kadın aşklarından daha cesur bir iş yapıyor. Bir kadın yazar olarak kadının arzusunu itiraf ediyor. İtiraf asidir burada. Erkek yazarların genç adam aşklarında ise itiraf hoşgörü dilenir.

Cheri yani Caniko modernizmin dönemeçlerinden biri. Romanın sonlarında Lea sevdiği genç adama şöyle bir laf eder: “Beni bağışla Caniko: İkimiz de bir saat sonra ölecekmişiz gibi seni sevdim. Senden yirmi dört yıl önce doğduğum için, mahkûmdum, seni de beraberimde sürüklüyordum.” Bu veda sözüdür aynı zamanda.

 

Annie Ernaux ise daha hayatın içinde, daha sivil bir aşkı anlatıyor; dünya değişiyor, yine de bitmemiş bir süreç bu. Kendisinden otuz yaş genç bir üniversiteli sevgiliyle geride kalmış aşkını anlatıyor. Ancak yazınca bitmişliği hak eden aşk. Colette’in zamanında bu aykırı aşıklar gizlice bir eve kapanırlarken, Annie Ernaux’nun zamanında artık kamusal alandalar. Hoş, yine rahat sayılmazlar. Şöyle yazmış Ernaux: “… bize benzeyen çiftler hemen gözümüze çarpıyordu. Onlarla sırdaş bakışlarla göz göze geliyorduk. Bize benzeyen insanların varlığına ihtiyacımız vardı.” Ama diğer insanların nezdinde risk her zaman yanı başlarında: “Aslında gördükleri biz değildik, adlı adınca olmasa da, gördükleri ensestti.”

Bu yazıyı yazarken bir taraftan da Andrew Roberts’in muhteşem kitabı Napolyon biyografisinin son sayfalarını okuyordum. Birden aklıma Napolyon’un kendisinden altı yaş büyük Josephine’le evliliği geldi. İlgili sayfayı buldum. Nikahları kıyılırken Napolyon kendi doğum tarihini iki yıl geriye çekiyor, Josephine’nin yaşını da dört yıl küçültüyor.