Colette, 1873-1954
Colette’in
ilgili romanından Annie Ernaux’nun Genç Adam anlatısını okurken haberdar oldum.
Aynen şöyle yazmış Ernaux: “Colette’in yeniden okuduğum ‘Cicim’ romanının
Lea’sı da değildim.”
Ernaux
‘yeniden okuduğum’ diyor; Nobel almış yazar bir romanı ikinci kez okumuşsa
atlamak olmaz, ben de okumalıydım. İnternet’e baktım Türkçe baskısı var. Bir de
Nadir Kitap’a bakayım dedim. Oo bol miktarda Cicim var, hem de ayrı ayrı, İnci
Kaplan Gül çevirisi ve Azra Erhat çevirisi. Kargo ücreti pahalıya geldiği için
kitabı bizzat kendim gidip alacağım. İki üç sahafı kenara not ettim. Gidip
alacağım derken dükkanı açık olanları kastediyorum. Yoksa sahafların çoğu kira
yüzünden kapanmış, evden çalışıyorlar. Ben de Kadıköy, Beşiktaş, Üsküdar,
Beyoğlu civarında mimlediğim sahaflara gidiyorum. Maksat spor olsun. Tasarruf
da olsun tabi.
Colette’in
bende sadece bir kitabı var: Claudine’in Evi. Okudum ama çok önceden, biri
anlat nasıldı dese tek kelime edemem (hatırlamadığın kitabı okudum diye
yaftalamak ayıp galiba). Dur bakalım
Colette’in başka neleri varmış diye Nadir Kitap’a yeniden baktım. Aaa Caniko
diye bir kitabı. Sakın bu ‘Cicim’ romanının başka bir çevirisi olmasın?
Yeniköy’de bir sahaf. Gitmeden önce kitabı hazır etmesi için sahafa telefon
açtım. Çünkü kitap bazen başka depoda oluyor, getirmesi bir gün sürüyor. Ama
telefon açmadan önce kısa bir tedirginlik yaşadım, bunu söylemesem olmaz.
Telefona kız çıkarsa kitabın adının Caniko olduğunu söylemek hiç de kolay
değildi. Bu yüzden kendimi Caniko demeye alıştırdım. Sanki birinin el yazısını
güçlükle okuyormuşum gibi, iki üç kez tekrar ederek. Tekrar dikkati dağıtır. Şansıma telefona erkek
çıktı ama Caniko derken yine de biraz utandım.
İtiraf etmeliyim ki utancım bundan sonra okuyacaklarınız için bana yol
gösterdi.
Caniko’nun
çevirmeni Vivet Kanetti romana bir de önsöz yazmış. Romanın orijinal adının ‘Cheri’
olduğunu ondan öğrendim. V. Kanetti ilk
Azra Erhat’ın Cicim diye çevirdiği romanın adını neden Caniko diye çevirdiğini
anlatmış. Cicim’de iyelik eki var, bu orijinal ada uymuyor demiş. Bir ara
aklından ‘Canısı’ demek de geçmiş ama Caniko’da karar kılmış. Her iki çevirinin
de bendeki imaja ters düştüğünü önsözü okudukça fark ettim, Caniko veya Cicim’in
bende yaptığı çağrışım çıtır kız.
Sanıyorum Türkçe konuşan çoğu insanda da öyledir. Diğerini yaşça küçülten bir hitap. Yanılmışım, Caniko meğer
erkekmiş. Kırklarında madam Lea arkadaşının 17 yaşındaki oğluna bu
adı takmış. Olgun kadın ile genç erkek arasında yasak aşk. Tabi bir Fransız’ın
romanın adına bakarak benimle aynı hataya düşmesi imkânsız. Fransızcada
“sevgili”ye takılan bir ad olduğu kadar şefkati de ileten ‘Cheri’nin erkek ve
dişi kullanımları farklı. Dişiler için sözcüğün sonuna ‘e’ harfi eklemek
yetiyor: ‘Cherie.’ Okunuşu ‘şeri’, ‘ş’ sesi ‘ç’ye de yatkın. Ama sözcüklerin iki
cinsiyette de söylenişleri aynı. Ortaokul-lise Fransızcamla bu kadarını
biliyorum. Sanki sesin bu benzeşmesi sözcüğün cinsiyetçi karakterini
muğlaklaştırıyor. Eğer dediğim doğruysa Colette’in bu adlandırma tercihi başka
bir anlam kazanıyor. Yazının bundan sonrası serbest dalış.
Colette’in
döneminde (19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı) ‘cheri’ acaba gay erkekler için de
kullanılan ortak bir sözcük müydü? Sözcüğün yaygın ve olağan kullanımı kadınlara
hitap olan ‘cherie’ ise bu bana doğal geliyor. Erkeklerin İngilizcede kadın
sevgiliye ‘baby’ demesi gibi (karşıdakini yaşça küçültüp daha çok şefkat ileten
bir pedofil tatmini de vardır bu söyleyişte). Kadınların sevgililerine baby
demesi epey sonra. Roman yayınlandığı 1906’da sansasyon yaratıyor, yadırganıyor.
Zamanına göre yaşlı sayılabilecek bir kadın ile yeniyetme
bir erkeğin aşkı. Daha çok cinsel aşk. Ama kitaba müstehcenliği veren yazarın
dobra anlatımı değil. Kadının erkek sevgilisinden epey büyük olması.
Nihayetinde bir arkadaşının oğlu. Ama müstehcenliği bu haliyle anlamamız yine
de sığ kalır. Müstehcen olan cinselliği de derinleştirecek biçimde her zaman
daha karanlıktadır.
Romanlarda
olgun kadın genç erkek aşkı Colette öncesinde de vardı. İlk aklıma gelenler:
Anna Karannina (Tolstoy), İlk Aşk, Babalar ve Oğullar (Turgenyev), Bel Ami
(Maupassant), Adolphe (Benjamin Costant), Duygusal Eğitim (Flaubert), Kırmızı
ve Siyah (Stendhal)… Aslında yaşları birbirine yakın ama kadının evli, erkeğin
bekar olması yüzünden kadının daha olgun (anne olması bu olgunluğu daha da
artırır) bir imaj verdiği romanlar da vardır: Genç Werther’in Acıları (Goethe),
Vadideki Zambak (Balzac) gibi.
Ama
neden Colette’nin Caniko’su bu kadar sansasyon yarattı?
Herhalde
bütün sır Colette’in bir kadın yazar olmasında ve romanını kadın kahramanı Lea’nın
gözünden anlatmasında. Dönemin ruhu ortalama insan ömrüne göre kocakarı
denebilecek yaşta bir kadının arzu duymasını üstelik bu arzuyu bir kadın
yazarın anlatmasını hiç de hoş karşılamazdı. Oysa bazı kadınlar için aşk biraz da bu dengesiz yaş aralığında ortaya çıkar. Erkek için yeni,
kadın için gecikmiş bir aşk. Genç erkeğin olgun kadının arzusunun semptomu
olması durumu. Genç erkeğin varlığı ifşa edicidir burada, olgun kadının
arzusunu ifşa eder. İşte ‘Cheri’ bu arzuyu kamufle etmeye yarayan mutedil bir
ad. Bir Fransız bu sözcüğü duyduğunda içini bir tatlılık ve şefkat duygusu
kaplar. Bu kadınsı ad, sevgiyi ve hassasiyeti yansıtır. Sıcak ve güven
vericidir. Melodik bir tınısı vardır. Türkçe kendi kendinize tekrarlayın
göreceksiniz: ‘Şeri…’ sanki pastanede özel bir tatlı sipariş ediyorsunuz.
Colette’in elinden gelen bu, romanın adıyla bir oto sansür yapıyor. Yine de
ileri bir adım, düşünün Colette’ten bir iki asır öncesi kadınlar için yazar
olmak bile tabuydu, yazar olanların bir kısmı da oto sansürü bizzat kendi
adlarında gerçekleştiriyorlardı (erkek müstear ad alarak).
Romanda
başka bir oto sansür daha var. Âşık Lea’nın kibar fahişe olması. Genç erkek olgun kadın aşkını meşrulaştıran diğer
etken. Fransa’da kibar fahişe (Balzac’ın aynı adlı romanındaki “Les
courtisanes”) birtakım görgü oyunlarıyla (resim yapmak, bir müzik aleti çalmak
gibi) zengin erkekleri ayartıp lüks içinde yaşayan kadınlardır. En başta
güzeldirler. Birlikte oldukları erkeklere statü kazandırırlar. Geçmişleri ta
saraya kadar gider. Ama öyle asaletleri falan olduğu için değil. Fransız devriminden önce kralın sarayında bir
şekilde yer edinen dalkavukluğu da gösterir biçimde bir tür nezaket gösterisi
yapan ‘courtisan’dır onlar. Evet ‘courtisan’ saray mensubu anlamına gelir.
1850’den sonra sanki geçmişini adında taşıyarak küçük bir harf eklemesiyle
değişirler, la courtisane olurlar. Yani kibar fahişe. Kibar fahişeler
güzelliklerini çarçur ederek servete kavuşurlar. İleri yaşlarda kendi
malikanelerine çekilirler. Neyse sosyolojiyle konuyu dağıtmayayım… buradan konuyla bağlantılı çıkaracağımız kestirme sonuç, geçmişlerinde kibar fahişe olan kadınların kötü sicilinin ileri yaşlarda "aşk"a uygun bağımsızlıklarının temelini atması. Romanın adı
hakkında birkaç şey daha söyleyeceğim.
Cüret ile savunmayı aynı anda
üstlenen bir sözcük ‘cheri’. İma etme ile cayma (başka bir şey ima etme). Ama
doğrudan gösterme değil, hep ima etme. Biz ‘ima’yı bizi asıl anlama götüren
protez anlam olarak görme eğilimindeyiz. Hayır, böyle değil. İma kendi özgün
anlamını da yaratır. Nasıl? Kadınlar için eski aşığın müstear adı (kadının
taktığı ad) bir intikam da içerebilir. Ad bizi sözü edilen kişiye değil kadının
intikamına hizmet eden çarpıtmaya götürebilir. Cheri olgun kadının genç adama
duyduğu aşkı hafifleten bir şey. Yine de adın bu “karma” imgesine aldanmamak
gerekir. Colette, erkek yazarların anlattığı genç adam olgun kadın aşklarından
daha cesur bir iş yapıyor. Bir kadın yazar olarak kadının arzusunu itiraf
ediyor. İtiraf asidir burada. Erkek yazarların genç adam aşklarında ise itiraf
hoşgörü dilenir.
Cheri yani Caniko modernizmin
dönemeçlerinden biri. Romanın sonlarında Lea sevdiği genç adama şöyle bir laf
eder: “Beni bağışla Caniko: İkimiz de bir saat sonra ölecekmişiz gibi seni
sevdim. Senden yirmi dört yıl önce doğduğum için, mahkûmdum, seni de
beraberimde sürüklüyordum.” Bu veda sözüdür aynı zamanda.
Annie Ernaux ise daha hayatın içinde,
daha sivil bir aşkı anlatıyor; dünya değişiyor, yine de bitmemiş bir süreç bu. Kendisinden
otuz yaş genç bir üniversiteli sevgiliyle geride kalmış aşkını anlatıyor. Ancak
yazınca bitmişliği hak eden aşk. Colette’in zamanında bu aykırı aşıklar gizlice bir eve kapanırlarken, Annie Ernaux’nun zamanında artık kamusal alandalar. Hoş,
yine rahat sayılmazlar. Şöyle yazmış Ernaux: “… bize benzeyen çiftler hemen
gözümüze çarpıyordu. Onlarla sırdaş bakışlarla göz göze geliyorduk. Bize
benzeyen insanların varlığına ihtiyacımız vardı.” Ama diğer insanların nezdinde
risk her zaman yanı başlarında: “Aslında gördükleri biz değildik, adlı adınca
olmasa da, gördükleri ensestti.”
Bu yazıyı yazarken bir taraftan da
Andrew Roberts’in muhteşem kitabı Napolyon biyografisinin son sayfalarını
okuyordum. Birden aklıma Napolyon’un kendisinden altı yaş büyük Josephine’le
evliliği geldi. İlgili sayfayı buldum. Nikahları kıyılırken Napolyon kendi doğum tarihini iki yıl geriye çekiyor, Josephine’nin yaşını da dört yıl küçültüyor.