AKP’li belediyeler birbiri peşi sıra
saat kulesi yaptırmaya başlamışlar. Her birinin adeta benim neyim eksik dediği bir
yarış. Mehmet Y. Yılmaz yazmış bugünkü (01.04.2015) Hürriyet’te. İhale, avanta,
rant bir yana işin mimari tarafı ilginç geldi. Öyle ya neden saat kulesi?..
Yerde çukur açıp kapama, yamama, döşeme ihaleleri varken neden kule?.. Bu yeni
konsepte neden gerek duyuldu?.. Evet, kule bir konsept (kadim dikili
taşlar malûm). Öte yandan kule deyince aklımıza Freud gelsin de istemiyorum. Ama korkarım
iş illa ki oraya varacak.
Saat kulesi... Bir saat var, bir de kule. Saat olmadan da
kule vardı. Mesela kilise kulesinde çan saat işlevi de görüyordu, ama adı henüz
saat kulesi değildi; söz konusu tamlamanın
adını hak etmesi için saatin icadını beklemesi gerekiyordu. Hiç yeri değil belki
ama saat nedir diye bir soru sorayım şuracıkta. Saat bizi kararlı kılan
göstergedir. Saatin icadından beri biz karnımız acıktığı için yemek yemeyiz,
saati geldiği için yeriz; aksi bir örneğe de cevabım hazır: saati geldiği için
acıkırız. Eskiden insanlarda kol saati yoktu ve şehrin göbeğine (ya da saat
kulesi oraya kurulduğu için şehrin göbeği olan yere) saat kulesi kurmak
devletin mimari sükselerinden biriydi. Tamam gösterilen şey saatti ama kule de
mimari bir form olarak şehrin kerteriz noktası olmayı beceriyordu. Bir devlet
(ya da genel olarak iktidar diyelim) varlığını bize somut ve inorganik olarak
nasıl gösterir? Yapıyla elbette. Saat kulesine bakarız, ve orada düzeni
görürüz. Transandantal bir sözleşmedir bu. Kulede saat neyse zaman da
odur. Üstelik saat ahaliye kuleden bakar, hayır daha ötesi herkes aşağıdan
kuleye bakar. Tam da bakarken aşağı oluruz: mimari formun yan etkisi olarak…
Batı’da bir yığın kule var böyle
ve çok da güzeller… Doğu, bu kuleleri ya taklit etmiş, ya da emperyal ülkelerin bir “hizmet”i olarak almış.
Mesela Pakistan’da
Faisalabad Saat
Kulesi, İngilizler yapmış. II. Abdülhamid de saat meraklısıymış Dolmabahçe Saat
Kulesi’ni ve İzmir’e meşhur saat kulesini yaptırmış (aslında Alman İmparatoru
2. Wilhelm’in hediyesi... Rıza Sarraf'ın pahada ağır, yükte hafif saat hediyesine daha var)… Ve yakınlarda Mekke Royal Hotel Saat Kulesi 601 metreyi
bulan yüksekliğiyle ve 43 metrelik saat çapıyla rekorları kırmış. Güya putları kırmışlardı...
Ama AKP’li belediyeler, saat
kulesini isim tamlamasının zafiyete uğradığı (her sözcüğün kendi yoluna gittiği) bir zamanda neden inşa etmeye
kalkarlar? Eskiden insanlar saatin yaygın olmadığı devirlerde kuleye bakarlardı
ve saati görürlerdi. Şimdi her yer saat; bilgisayar, cep telefonu, televizyon,
yazar kasa fişi falan… şimdi yine kuleye bakıyorsun ve saati görmüyorsun, yani
tamlama eski bir adlandırma sadece, varoluşun kendisi değil. Tıpkı Sultan III. Ahmet Çeşmesi'ne baktığımız gibi. Suyu aksa bile su çeşmeyi temsil etmez. Yani su ve çeşmenin bütünlüğünü sadece dil iletir, nesnel bütünlüğü ise munfasıldır. Saat, kulenin bir
işlevi olmaktan çıkmış, kulenin oraya dikilmesinin gerekçesi olmuş. Ama bu gerekçeyi eski bir tamlamanın verdiği icazetten aldığını fark edelim. Oysa artık safi kule!.. Devlet vatandaşına benimki sizinkinden büyüktür diyor. İşte
burada Küçük Hans fobisi devreye giriyor ve Freud bize işmar ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder