Dün oturduğum köye 2-3 km kala minibüs
bizi Arıköy mevkiinde indirdi. İlerde kaza varmış, yol kapalı. Minibüs
şoförü telefonda ‘Ortalık yolcu kaynıyor,’ dedi arkadaşına: ‘Bir kişi mi öldü?
Allah rahmet eylesin.’ Sevincini gizleyemiyordu, geri dönüp duraklarda bekleşen
yolcuları toplayacaktı.
Ellerimizde poşetler kızım ve eşim kaza mahalline doğru
yokuş yukarı yürüdük. Kimseye bir şey sormadım, bilgi etrafta konuşanlardan
kulağıma aktı. Kaza mahallinde meraklı bakışlarla bilgiyi toplayıp bunu yeni gelenlere
aktarmayı iş edinenler hevesle yüksek sesli konuşmaya da fırsat bulurlar. İETT
otobüsüyle yakın köyden bir kamyonet çarpışmış. Kamyonet sürücüsü ölmüş; otobüs şoförü ağır yaralıymış. Etrafta tanıdığım aşina olduğum insanlar. Eski öğrencilerimden birisinin velisi
kadın, ölen için eşimin dayısı mı dedi, yoksa eltimin dayısı mı; belli ki söz sahibi olmasını ölenle bir yakınlığına dayandırmaya çalışıyordu. Kan
ve ceset arayan meraklı bakışlar…
Tepeye varınca geri dönüp kaza
mahalline baktım, yokuş çıkıp virajı henüz dönmüş otobüsün hızlanmasına imkân
yoktu, demek kamyonet aşağıdan hızlı geliyordu. Önü açık 400 metre kadar upuzun
düzgün bir yol; onca virajdan, banketten, meskûn mahalden sonra hız dürtüsünü
harekete geçiriyor. Bir varlık sorunsalı olarak hız dürtüsü?..
Yıllar önce motorlu taşıtlar sürücü
kurslarında eğitmenlik için bir kursa gitmiştim. Anlatıcılar yüzünden dersler
sıkıcıydı. Mavrayı seven birkaç öğretmen topu mahsustan bana atıyorlardı. Acaba bu konuda ben ne düşünüyordum? Hiçbir şey düşünmesem de bu soruya oldum olası bayılırım. Keşke birisi o anda yüzümdeki müstehzi ifadenin fotoğrafını çekse. Kafası çalışmasa da bazı ayrıntılara takılmama ve konuyu dağıtmama mecbur izin
veriyordu şube müdürü. Bu dedim, trafik kazalarının yüzde doksan sekizinin sürücü
hatalarından kaylaklandığı tespiti bizim ülkemiz için mi geçerli yoksa mesela
Almanya için de geçerli mi? Bilmiyorum dedi şube müdürü. Ben de bilmiyorum
dedim. Bu durum bilmeme temelinde ikimizi de eşitliyor diye ilave ederek
konuşmamı sürdürdüm. Neden kazaların yüzde doksan sekizi sürücü hatalarından
kaynaklanıyor? Bu sorunun pek hüsnü kabul görmese de bu ülkeye dair bir cevabı
olmalı. Sorudan sonra bir süre sustum. Buna pedagojik suskunluk evresi diyorum. Bu suskunluğun diğerinde şaşkınlığı gözlemek, hem vakit kazanmak hem de ilgiyi çekmek gibi cari bir değeri var. Ama süreyi uzatmamak gerekiyor. Çünkü
soruya cevap vermeyi kendi sorumluluğunda gören atlıyor, konuşurken de bir
fikri olduğunu sanan çok. Şu anda aramızda bir eşitlikten söz edemeyiz, çünkü
soruya hazırlıklıyım dedim. Kafası çalışmayan şube müdürü bunun intikamını daha
sonra aldı benden. Şu anda bunu anlatmayacağım, kısmetse emeklilikten sonra
anlatırım.
Neyse... sürücüler arabalarının içinde başka biri oluyorlar, kendilerini idealize ettikleri biri. Arabaları maske; arabaları külüstür de olsa trafik kurallarının yarattığı eşitlik imkânıyla (sosyologlar farklardan yola çıkıyorlar, oysa sınıflar asıl semptomlarını eşitlikte gösteriyorlar) tanınmamayı başarıyorlar (tanınsalar da tanınmamayı, ilginç bu). Bu halleriyle diğer sürücülerle
ve yayalarla psikolojik bir ilişki kuruyorlar, araba kullanmanın enerjisinden
başka bir enerji gerektiren bir durum. Nereden anlaşılıyor bu? Direksiyonda pozlarından. Şasiyle korunaklı bir gurur taşıyorlar. Diğerini sollamak Heidegger’in
varlığı hiçliğin sınırında duyumsamak dediği öncelikle kendine dönük bir his
üretme çabası. Bu sırada oluşan diğerinin korkusunu kendi hanesine yazmak,
varlığını diğerinin korkusu olarak yüceltmek ve geride bırakmak. İmaj toplama.
Trafiğin geride bırakma akışı sağlıyor bunu. Önünüze bakarken aklınız geride
bıraktığınız imajlarda. Tuhaf bir kafa karışıklığı… Sana katılmıyorum dedi şube
müdürü. Ben size ‘siz’ diyorum lütfen
zamirleri eşit kullanalım dedim kafası çalışmayan şube müdürüne.
Kaza gerçekliği kabak gibi ortaya
çıkarıyor, sıradanlaştırıyor. 'Direksiyon hakimiyetini kaybetmek...' ontolojik bir sapkınlık gizli burada.
Trafik kazalarında ölenlere gelsin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder