2020 yılının son günü sabah sabah
bir gazel dinledim (aşağıda). Dinlerken geçen aylarda okuduğum Ali Fuat
Bilkan’ın Mevlid kitabını hatırladım. Aklıma gelen ilk soru; Kuran, sela,
mevlid ve gazelin aralarında kutsaldan sekülere nasıl bir geçiş süreci yaşandığı.
İman edenler de mevlid, ezan ve selanın
Allah işi olmadığını biliyorlar, bunlar dini ritüellere sonradan eklenmiş.
Aslında bunu Kuran’ın okunuş biçimi için de söyleyebiliriz. Allah Kuran’ı
indirirken bestesini yapmadı. Yapsa
ilginç olurdu tabi. Düşünün Cebrail’den nota dersi alan peygamberler müzikal bir Allah diyor: ‘Allaaa-aahhh!’ Bence Allah öfkelenirdi, kim
olsa adının böyle uzatılmasına, çarpıtılmasına izin vermez yani…
Oysa kutsal metinlerin terennümü insan
işi ve silsile halinde devam ediyor. Kutsal
kitapları müzikal okumayı önce Yahudiler başlattı, onlardan Hıristiyanlara
geçti, oradan da Müslümanlara. Kötü mü oldu? Asla. Sadece kutsal metinleri müzikal
okumanın mantığını anlamaya çalışıyorum. Binlerce yıldır kendini muhafaza eden
bu ritüel sürdürülebilirliğini nereden elde etmiş? Soru güzel ama buraya
takılıp kalmasam iyi olacak, çünkü kafamda başka bir şey var ve son paragrafa sıkıştırmak
istemiyorum. Bu yüzden kısa keseceğim. İslam ritüellerinden başladım oradan
devam ediyorum: Kuran, mevlid, ezan, sela… hepsi tekrara dayanıyor. Tekrarı
ancak tekrar olarak duyumsamadan geçiştirmemizi sağlayan şey müzik. Müzikal söyleyiş
biçimi ve doğaçlama sayesinde tekrarı duymayız. Müzikal ton aslında sözcükleri
muğlaklaştırarak herkesi sesin ahengiyle sarar, uhrevi sese dönüştürür. Bunun
mimikle ilgili bir tamamlayıcılığı da var, gözümüzün önüne getirelim: Dinlendiğinden emin
olan yüz diğerlerinin bakışları altında gözlerini kapatır ve kendini salar,
etkileyiciliğinin farkındadır, ortak bir trans hali yaratır bu. Gözü kapatmak,
elini ağzının kıyısına götürmek yüzün kendini savunmasıdır da; göz kapaklarını
kapatarak bir tür esrimeyle sadece kendi yüzlerini değil dinleyicilerin
yüzlerini de iptal ederek sese dönüşen insanlar. Mesela sahneye çıkan
şarkıcıların daha değişik bir savunma biçimi vardır, seyircinin toptan kendine
bakışına kontra bir bakış geliştirirler, tek tek kimseyi görmeden herkese
bakmak gibi. Bu onların işi de olsa işlerinin sürdürülebilirliğini sağlayan şey
söylerken aldıkları hazdır, bunu aklımızdan çıkarmayalım. Haz burada kilit sözcük!.. Arkadaşım Aydın
Kabagöz başka bir haz kaynağından söz etti. Kapalı hecelerde, özellikle ‘m’ ve
‘n’ sesiyle sonlananlarda kişi dudağı kapalı sesi uzatırken kafatasının içinde
yankılanan bir titreşim de oluşurmuş, bu da orgazm benzeri bir his yaratırmış.
Tahmin mi ediyorsun yoksa bilimsel bir şey mi söylüyorsun, dedim. Tahmin dedi.
Aklıma şehirler arası yolculuklarımda pencere tarafında otururken kafamı cama
dayayıp otobüsün titreşimlerini… Neyse. (Süspansiyon sözcüğünü cümlenin arasına
sıkıştıracaktım ama beceremedim.)
Konumuza dönelim; gazel ile mevlid, ezan, Kuran, sela ilişkisine. Önce sesten başlayalım. Okuyanların ses karakteri aynı: Tenor. Tiz, inlemeli, ağlamsık. Makamlar da aynı. Açık heceleri mümkün olduğunca uzatmak doğaçlama için en uygunu. Biri eğlencelik (gazel) diğeri dini olan bu iki şey nasıl bu kadar benzer olabiliyor? Benzerlikleri toparlayalım: Sesin tenor karakteri, makam, doğaçlama ve yarattığı dramatik atmosfer. Mevlidin tarihçesinin gazelden önce olduğunu varsayıyorum. Youtube’ta izlediğim Erzurum’da Gazel ve Mevlid Geleneği başlıklı bir saati aşkın videoda katılımcı gazelhan İsmail Tataroğlu “Gazel ilahi aşk, Allah ve peygamber sevgisini anlatıyor.” diyerek gazeli bilinen eğlence anlamından inatla ayırıyordu. Erzurum’a has biçimde veya İsmail Tataroğlu’nun çevresinde bu kategorik ayrımın birinci safhası hâlâ yerinde sayıyor olabilir. İ. Tataroğlu’nun tavrına bir tür muhafazakâr direnç de diyebiliriz. Gerçi Tataroğlu tavır göstermekten öte bir tanım yapıyor. Hiç de haddine değil. Çünkü gazel evrimini tamamlamış eski dini barınağını terk ederek çoktan yeni bir tanıma kavuşmuş. Gazelin bizi ilgilendiren ikinci anlamını aktarıyorum sadece:
“Gazel: Belli bir kaideye bağlı olmadan, türlü
makamlarda dolaşılarak sesle yapılan taksim.”(1)
Ama belli ki Tataroğlu gazelin eğlenceli haline
karşı sözcüğe kendi verdiği anlamdan aldığı otoriteyle öfke duyuyor,
bütün nahoş duygularını boşaltmaya şimdiden hazır. Mesela gazel için çaldığı 99
halkalı deften başka çalgının caiz olmadığını söylüyor. Gazelin zikir karakterini
korumuş oluyor böylece. Doğu’da (Erzurum) gazelin tanımıyla iç içe geçen yasaklı icraat,
Batı’da (İstanbul) sözcüklerin ayrımıyla çatışmasız olarak çözülmüş. Erzurum’da
böyle bir ayrım çatışma potansiyeli barındırıyor. Neden?
Mevlide ibadetin ikamesi
diyebiliriz. Kuran’dan ayrı olmasına rağmen ilginç bir uzlaşmayla onun yerini
tutuyor. Seküler bir ayrışma ama meramımı anlatmam için sözcükleri de dikkatli
seçmem gerekiyor. Mevlidin tarihçesini geçiyorum, isteyen internetten bakabilir
veya Ali Fuat Bilkan’ın ilgili kitabını okuyabilir. Biraz farklı şeyler
söylemek istiyorum. Sekülerden kastım işin eğlence kısmının kendine bulduğu
bize özgü çıkış yolu. ‘Ayrışma’yı da bir kopuş olarak düşünmenizi istemem.
Kuran okuyan imam mevlid de okuyor. Bundan ek bir gelir de elde ediyor. İkisi
de camide okunabiliyor.
Tarihsel olarak ibadetin içine eğlencenin ilk nüvesi mevlidle atılıyor. Mevlidin eğlence tarafını katılımcıların huşu halinden vecd haline hatta esrimeye geçmelerinde gözlemleyebiliriz; yani cemaatin anlamdan çok sesin tınısına kulak vermeleri… kendilerini icracının güzel sesine kaptıran dinleyici topluluğu ibadetin zahmetinden azat oluyor.
Kulak zaten aşina, mevlidin müzikalitesi hiç de yabancı değil bize. Türk halk
müziğinin bilindik formlarıyla hallihamur olmuş. Sayalım bunları; yol havası,
teke zortlatması, bozlak, hoyrat, Arguvan ağzı vb. Hepsinin ortak noktası uzun
hava olmaları, yani ağıt. Ağıtın eğlenceli tarafı da ne ki diye sorulabilir.
Katharsis elbette. Ama burada özgün bir ayrım gerekiyor. Mevlitte ağıt
kurumsallaşıyor. Sözgelimi birinin ölümünün kırkıysa ağıt çeken (imam) acının
sahibi değil ama sanki acıyı temsil ediyormuş ve duyuyormuş gibi normal zamanda
göremeyeceğimiz bir empati yanılsaması yaratıyor; öte yandan ağıt sese
kilitleniyor, ses sözcükleri perdeliyor. Kimse sözcüklerin anlamını duymuyor (duysa
tuhaf olurdu: peygamberin doğumunun müjdesi). Herkes ne yapacağını nasıl
davranacağını biliyor, vecd haliyle disipline edilen bedenler sessiz ve
itaatkâr. Ödül göz yaşı. Hazzın gizemli kalan diğer yarısı, insanların birikmiş
ibadet kefaretlerini mevlid dinleyerek ödemiş saymaları. Mevlit sonunda gelsin
tavuklu pilâv ve baklavalar. Asıl eğlence dağıtılan şeker şerbetle çocuklara
tabi. Gerçi artık şerbet yerine kutuda hazır meyve suları dağıtılıyor.
Başka bir şey daha var, mevlidin
armağan karakteri. Ama potlaç gibi bir armağan değil bu, suçluluk duygusunu
dengeleyen cömertliğe dayanan bir armağan.
Babasının ölümünün senei devriyesinde mevlid okutmuş bir kadın arkadaşımla aynı gün konuşmuştum. Mevlidi okuyan imamı tanıyordum. Karşılaştığımızda selam alıp verirdik. Davudi sesliydi. Kadın arkadaşıma ilk sorum imamın sesiyle ilgiliydi. Mevlid okurken sesini tizleştiriyor mu? Evet dedi, biraz şaşırarak, doğru ya sık sık boğazını temizledi, evet evet tizleştiriyor diye daha emin biçimde ilave etti. Yıllar yıllar önce bir imamın (erkek) kadınlar içinde mevlid okumasının asla ve kata caiz olmadığını hatırlayalım. Tiz sese biraz da bu oryantasyonu sağlayan (daha az erkeksi) unsur payesi vermek aşırı olmaz sanırım. Peki mevlid sırasında ağlıyor musunuz diye sordum. Tabi cenaze sahibi olarak ailecek biz ağlıyoruz, ama mevlidin sonunda Y. Hoca (imamın adı bu) ilahi okuyor herkes ağlıyor, dedi. Ağlarken nasıl bir halde oluyorsunuz? Herkes önüne bakıyor, dedi. Diğerlerinin ağladığını nasıl anlıyorsun? Hıçkırık sesleri duyuyorum, bir de ilahi bitince birbirimizin yüzlerinde gözyaşı kalıntılarını görüyoruz. Herkes gözyaşını göstermek istiyor. Bu ağlama hali ve yas ne kadar sürüyor? Mevlid biter bitmez herkes kurtuluyor bu halinden, yemek telaşı başlıyor, bunu şuna ver, şunu buna ver falan, hatta dedikodu ediyoruz. (Bu yas halinden hemen kurtulmakla gözyaşını kurumadan herkesin birbirine göstermesinin senkronu tanıdık olmakla ilgili. Mesela sinemada seyirciler trajik biten filmlerde gözyaşı ve duygularını sindirmek ve geçiştirmek için hemen yerlerinden kalkmazlar, karanlıkta jeneriği de izlerler bir süre. Bunun sebebi ise birbirleriyle tanıdık olmamalarıdır.) Ne yaptınız yemek olarak. Tavuklu pilav ve baklava. Y. Hoca iki porsiyon istedi tavuklu pilavdan… Mevlidin finalinde hocanın ilahi söylemesi ve sizin hep beraber ağlamanız diğer mevlitlerde de aynı mı? Burada aynı, hatta kadınlar şu ilahiyi söyle diye Y. Hoca’dan istekte bulunur. Hangi ilahi? ‘Sordum sarı çiğdeme hak lailahe illallah…’ İlahi bitince kadınlar Y. Hoca’ya iltifatta da bulunuyorlarmış: Yine ağlattın bizi Hocam… Peki, mevlide katılanların kıyafetleri nasıl, yeni ve güzel şeyler mi giyiyorlar, diye sordum. Evet, dedi. Herkes bu tür toplanmalar için özel kıyafetlerini giyiyor. Herkes başörtülü tabi. Normal zamanda başörtüsü takmayanlar mevlidin sonunda başörtülerini çıkarıyorlar.
Günümüz mahallelerinde ev
mevlidlerini sosyalleşme aracı olarak kullanan kadınlar tuhaf biçimde bir hayatı
başka bir hayatın içinde transforme ederek çaktırmadan kendi modernleşmelerini
sağlıyorlar. Veya modernizmi çatışmadan dinsel motifle yeniden işliyorlar
diyebiliriz. 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde (II.Abdülhamit dönemi) Ramazan aylarında teravih namazına giderken benzer bir süreç başlamıştı
zaten: “Kadınlar, camilere pek mükellef, özene bezene, takıp takıştırarak
gittikleri cihetle –yalnız çapkınlık etmek isteyenler için değil- İstanbul’un
seyre ve dikkate çok değer bir hususiyetini görmek bakımından da gayet hoşa
gidici idi.” (3)
GAZEL
Gazel derken bizi müzikal anlamı
ilgilendiriyor demiştim daha önce. Kuran’dan gazele geçiş mevlidden gazele
geçişten daha kestirme bir yol izliyor. Çünkü icracılar aynı. Hafız, bir süre
sonra gazelhan oluyor. Hafız, Kuran okumakta gündüz gösterdiği hünerini gece
vakti bir ekabirin yalısında Boğaz’a karşı gazel okuyarak gösteriyor. Hangi
kimlik daha baskın derseniz, gazelhan kimlikleriyle daha ünlü olduklarını
söyleyebilirim. Hafız adını almaları ve ömürlerinin sonuna kadar bu unvanı taşımaları,
uhrevi taraflarının seküler taraflarını emniyete alan referans gibi işler. 19.
yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında ünlü olan gazelhanların hepsi
hafızdır. Hafız Burhan, Hafız Sami, Hafız Kemal Gürses (soyadını Atatürk
vermiş), Hafız Kemal… Bir kısmı plak yapmaya yetişmiş. Olanları Youtube’ta
dinledim. Ses özelliği hepsinde aynı, tenor. (1970 ve 80’lerde ortaya çıkan
solcu müzisyenlerle karşılaştırma yapılabilir diye bir not düşeyim buraya. Ruhi
Su, Rahmi Saltık, Zülfü Livaneli, Cem Karaca gibi sesleri bariton olan sol
müzisyenlerle.) Sonradan plak
çıkarsalar, dönem gazetelerinde kendileriyle ilgili haber yapılsa da asıl
ünlerini dilden dile yayılan abartılı söylentiye borçlular. Hepsi zamanının
birer efsanesi. Hafızın kutsal metnin içeriğinden bağımsız kendi sesiyle öne
çıkması gazelin eğlence işlevini ihbar ediyor zaten. Bu tür ünlü hafızların
dinleyicilerinin (gazelhan sıfatlarıyla)
kendine göre vip özellikler taşıması onların efsane olmalarını kolaylaştırıyor.
İnsanlar görmedikleri, dinlemedikleri ama imrenerek işittikleri böylesi
haberleri kulaktan kulağa dolaştırmayı severler. Hem hafız, hem mevlithan ve
hem de gazelhan olan Hafız Kemal hakkında söylenenler: “Hafız Kemal Süleymaniye
Camii’nde mevlit okurken kuşlar susar, havuzun fıskiyelerindeki sular durur,
çınarların yaprakları arasında gezinen rüzgâr hızını keser, bütün şehir onu
dinlerdi.” (4)
Övgünün seküler metin üzerinden sesi öne çıkarması başka bir seküler geçişi dolayımlıyor. Kuran ve mevlidden gelen tenor sesin yas karakteri gazelde çalgılar eşliğinde kazaya belaya uğramadan sürüyor.
Yas tutarken eğlenmek nasıl bir
şey? Bize has bir şey. Freud’un kulaklarını çınlatalım bu arada, onun Yas ve
Melankoli makalesiyle çelişmeye niyetim yok elbette. Yas kaybın yeniden
yaşanmasıdır en kısa tanım olarak. Hatırlayarak ve onun kayıp olduğunu bilerek.
Hatırlama burada kayıp duygusunun hizmetinde acı üretir. Bu acı mevlid
sırasında görünürlük kazandığı için yas diğerleri nezdinde gerçeklik ilkesiyle
tevatüre karşı korunur. Çünkü yas bireyin kendi içinde başkasınca ulaşılamaz
biçimde yaşadığı duygu iken diğerlerine göstererek de yaşanır. Yasın acıyla
huzur arasında gidip gelmesidir bu. Bu parçalı hal mevlitte olgusal bir
bütünlüğe kavuşur. Bunun bir tasarruf olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü gelenek
bir sorunun çözümü değildir sadece (başlangıçta elbette öyledir), eksikliğini
sorun olarak da üreten bir şeydir. İşte gazel bu yas durumunu bir ara nağmeye
çevirir, daha da kısaltır.
Gazele iki beyitlik bir parçayı uzatmak, şiiri müziğe katık etmek, kısalığa ömür eklemek, nefes vermek diyebiliriz. Tabi ‘Aahh!.. Aman!.. Ooff!..’ nidalarıyla da desteklenen ve herkesi pür dikkat dinlemeye davet eden gazel dinleyicileri vecde sokar. Yani beklenen şey sadece dinlemek değil o ruh haline de bürünmektir. Oturduğu alanı genişletmeden kendine ve sese dalarak bedenin ve kafanın iki yana sallanması vecde katılım ve icracıya övgü anlamına gelir. Bir beden disiplinidir bu. Gazeli tek kişinin söylemesi dinleyicileri özerk kılar; katharsis için gerekli ortam. Bedenin disiplini ve özerklik yas için gerekli iki şart… Ağız dolusu gülmede olduğu gibi özerkleşen bedenin gazelin ağıt havasıyla eşleşmesi kendini kontrolü ortadan kaldırır. Bütün dikkat gazelhandadır. Ama bu dikkatin bakışı içermediğini, kulakla sınırlı olduğunu belirtelim. Çünkü yas bir tür kendine acıma duruşuyla insanları önüne bakmaya zorlar. Bu duruş aynı zamanda kaybettiklerini hayal etmenin ve hüzünlenmenin formudur. Ama daha çok haz veren bir hüzün. Peki hüznün, kendine acımanın neresindedir haz? Kendine acıma… adı üzerinde beden kendini iki ayrı formda algılıyor: Kendine acıyan ve acınan. İki ayrı zamana da denk geliyor bu; şimdiki kendiden geçmişteki kendiye bakış… şefkat gösteren kendinden mağdur olana, bir tür naiflik elde ederek. Gazelin ağır havası bu duyguyu içinden oyar da oyar. Ama bu kendilik uzun süremez, çünkü dış etkiyle oluşturulmuş yapıntı bir duygudur. Gazelhanlar bir süre sonra bedenin ağıt halinden sıkılma süresini göz önüne alarak gazeli ara nağme haline getirirler. Gazel biter oynak hava başlar; bedenin çile hazzından boşalma hazına geçişi… hazlar arası kesintisiz süreç. Saz gazelin gerisinde gelecek oynak havaya uyumlu ve gazelden daha hızlı bir ritmde dem tutar…
(1)
Ali Fuat Bilkan, Mevlid Değerden Ritüele,
İletişim Yay. 2019, İst.
(2)
MEB Yayını, Cilt2, s. 962, Ankara 1995
(3)
Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat, s.136,
İnkılâp Yay. İst. 2018
(4)
Hürriyet gazetesi 08.10.2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder