2 Ocak 2021 Cumartesi

Kültürel Transformasyon: Mevlit ve Gazel



 

2020 yılının son günü sabah sabah bir gazel dinledim (aşağıda). Dinlerken geçen aylarda okuduğum Ali Fuat Bilkan’ın Mevlid kitabını hatırladım. Aklıma gelen ilk soru; Kuran, sela, mevlid ve gazelin aralarında kutsaldan sekülere nasıl bir geçiş süreci yaşandığı.

 

 

İman edenler de mevlid, ezan ve selanın Allah işi olmadığını biliyorlar, bunlar dini ritüellere sonradan eklenmiş. Aslında bunu Kuran’ın okunuş biçimi için de söyleyebiliriz. Allah Kuran’ı indirirken bestesini yapmadı. Yapsa ilginç olurdu tabi. Düşünün Cebrail’den nota dersi alan peygamberler müzikal bir Allah diyor: ‘Allaaa-aahhh!’ Bence Allah öfkelenirdi, kim olsa adının böyle uzatılmasına, çarpıtılmasına izin vermez yani…

 

 

Oysa kutsal metinlerin terennümü insan işi ve silsile halinde devam ediyor. Kutsal kitapları müzikal okumayı önce Yahudiler başlattı, onlardan Hıristiyanlara geçti, oradan da Müslümanlara. Kötü mü oldu? Asla. Sadece kutsal metinleri müzikal okumanın mantığını anlamaya çalışıyorum. Binlerce yıldır kendini muhafaza eden bu ritüel sürdürülebilirliğini nereden elde etmiş? Soru güzel ama buraya takılıp kalmasam iyi olacak, çünkü kafamda başka bir şey var ve son paragrafa sıkıştırmak istemiyorum. Bu yüzden kısa keseceğim. İslam ritüellerinden başladım oradan devam ediyorum: Kuran, mevlid, ezan, sela… hepsi tekrara dayanıyor. Tekrarı ancak tekrar olarak duyumsamadan geçiştirmemizi sağlayan şey müzik. Müzikal söyleyiş biçimi ve doğaçlama sayesinde tekrarı duymayız. Müzikal ton aslında sözcükleri muğlaklaştırarak herkesi sesin ahengiyle sarar, uhrevi sese dönüştürür. Bunun mimikle ilgili bir tamamlayıcılığı da var, gözümüzün önüne getirelim: Dinlendiğinden emin olan yüz diğerlerinin bakışları altında gözlerini kapatır ve kendini salar, etkileyiciliğinin farkındadır, ortak bir trans hali yaratır bu. Gözü kapatmak, elini ağzının kıyısına götürmek yüzün kendini savunmasıdır da; göz kapaklarını kapatarak bir tür esrimeyle sadece kendi yüzlerini değil dinleyicilerin yüzlerini de iptal ederek sese dönüşen insanlar. Mesela sahneye çıkan şarkıcıların daha değişik bir savunma biçimi vardır, seyircinin toptan kendine bakışına kontra bir bakış geliştirirler, tek tek kimseyi görmeden herkese bakmak gibi. Bu onların işi de olsa işlerinin sürdürülebilirliğini sağlayan şey söylerken aldıkları hazdır, bunu aklımızdan çıkarmayalım. Haz burada kilit sözcük!.. Arkadaşım Aydın Kabagöz başka bir haz kaynağından söz etti. Kapalı hecelerde, özellikle ‘m’ ve ‘n’ sesiyle sonlananlarda kişi dudağı kapalı sesi uzatırken kafatasının içinde yankılanan bir titreşim de oluşurmuş, bu da orgazm benzeri bir his yaratırmış. Tahmin mi ediyorsun yoksa bilimsel bir şey mi söylüyorsun, dedim. Tahmin dedi. Aklıma şehirler arası yolculuklarımda pencere tarafında otururken kafamı cama dayayıp otobüsün titreşimlerini… Neyse. (Süspansiyon sözcüğünü cümlenin arasına sıkıştıracaktım ama beceremedim.)

 

 

Konumuza dönelim; gazel ile mevlid, ezan, Kuran, sela ilişkisine. Önce sesten başlayalım. Okuyanların ses karakteri aynı: Tenor. Tiz, inlemeli, ağlamsık. Makamlar da aynı. Açık heceleri mümkün olduğunca uzatmak doğaçlama için en uygunu.  Biri eğlencelik (gazel) diğeri dini olan bu iki şey nasıl bu kadar benzer olabiliyor? Benzerlikleri toparlayalım: Sesin tenor karakteri, makam, doğaçlama ve yarattığı dramatik atmosfer. Mevlidin tarihçesinin gazelden önce olduğunu varsayıyorum.  Youtube’ta izlediğim Erzurum’da Gazel ve Mevlid Geleneği başlıklı bir saati aşkın videoda katılımcı gazelhan İsmail Tataroğlu “Gazel ilahi aşk, Allah ve peygamber sevgisini anlatıyor.” diyerek gazeli bilinen eğlence anlamından inatla ayırıyordu. Erzurum’a has biçimde veya İsmail Tataroğlu’nun çevresinde bu kategorik ayrımın birinci safhası hâlâ yerinde sayıyor olabilir. İ. Tataroğlu’nun tavrına bir tür muhafazakâr direnç de diyebiliriz. Gerçi Tataroğlu tavır göstermekten öte bir tanım yapıyor. Hiç de haddine değil. Çünkü gazel evrimini tamamlamış eski dini barınağını terk ederek çoktan yeni bir tanıma kavuşmuş. Gazelin bizi ilgilendiren ikinci anlamını aktarıyorum sadece:

 

 

 “Gazel: Belli bir kaideye bağlı olmadan, türlü makamlarda dolaşılarak sesle yapılan taksim.”(1)

 

 

Ama belli ki Tataroğlu gazelin eğlenceli haline karşı sözcüğe kendi verdiği anlamdan aldığı otoriteyle öfke duyuyor, bütün nahoş duygularını boşaltmaya şimdiden hazır. Mesela gazel için çaldığı 99 halkalı deften başka çalgının caiz olmadığını söylüyor. Gazelin zikir karakterini korumuş oluyor böylece. Doğu’da (Erzurum) gazelin tanımıyla iç içe geçen yasaklı icraat, Batı’da (İstanbul) sözcüklerin ayrımıyla çatışmasız olarak çözülmüş. Erzurum’da böyle bir ayrım çatışma potansiyeli barındırıyor. Neden?

 

 

Mevlide ibadetin ikamesi diyebiliriz. Kuran’dan ayrı olmasına rağmen ilginç bir uzlaşmayla onun yerini tutuyor. Seküler bir ayrışma ama meramımı anlatmam için sözcükleri de dikkatli seçmem gerekiyor. Mevlidin tarihçesini geçiyorum, isteyen internetten bakabilir veya Ali Fuat Bilkan’ın ilgili kitabını okuyabilir. Biraz farklı şeyler söylemek istiyorum. Sekülerden kastım işin eğlence kısmının kendine bulduğu bize özgü çıkış yolu. ‘Ayrışma’yı da bir kopuş olarak düşünmenizi istemem. Kuran okuyan imam mevlid de okuyor. Bundan ek bir gelir de elde ediyor. İkisi de camide okunabiliyor.

 

 

Tarihsel olarak ibadetin içine eğlencenin ilk nüvesi mevlidle atılıyor. Mevlidin eğlence tarafını katılımcıların huşu halinden vecd haline hatta esrimeye geçmelerinde gözlemleyebiliriz; yani cemaatin anlamdan çok sesin tınısına kulak vermeleri… kendilerini icracının güzel sesine kaptıran dinleyici topluluğu ibadetin zahmetinden azat oluyor. 


Kulak zaten aşina, mevlidin müzikalitesi hiç de yabancı değil bize. Türk halk müziğinin bilindik formlarıyla hallihamur olmuş. Sayalım bunları; yol havası, teke zortlatması, bozlak, hoyrat, Arguvan ağzı vb. Hepsinin ortak noktası uzun hava olmaları, yani ağıt. Ağıtın eğlenceli tarafı da ne ki diye sorulabilir. Katharsis elbette. Ama burada özgün bir ayrım gerekiyor. Mevlitte ağıt kurumsallaşıyor. Sözgelimi birinin ölümünün kırkıysa ağıt çeken (imam) acının sahibi değil ama sanki acıyı temsil ediyormuş ve duyuyormuş gibi normal zamanda göremeyeceğimiz bir empati yanılsaması yaratıyor; öte yandan ağıt sese kilitleniyor, ses sözcükleri perdeliyor. Kimse sözcüklerin anlamını duymuyor (duysa tuhaf olurdu: peygamberin doğumunun müjdesi). Herkes ne yapacağını nasıl davranacağını biliyor, vecd haliyle disipline edilen bedenler sessiz ve itaatkâr. Ödül göz yaşı. Hazzın gizemli kalan diğer yarısı, insanların birikmiş ibadet kefaretlerini mevlid dinleyerek ödemiş saymaları. Mevlit sonunda gelsin tavuklu pilâv ve baklavalar. Asıl eğlence dağıtılan şeker şerbetle çocuklara tabi. Gerçi artık şerbet yerine kutuda hazır meyve suları dağıtılıyor.

 

 

Başka bir şey daha var, mevlidin armağan karakteri. Ama potlaç gibi bir armağan değil bu, suçluluk duygusunu dengeleyen cömertliğe dayanan bir armağan.

 

 

Babasının ölümünün senei devriyesinde mevlid okutmuş bir kadın arkadaşımla aynı gün konuşmuştum. Mevlidi okuyan imamı tanıyordum. Karşılaştığımızda selam alıp verirdik. Davudi sesliydi. Kadın arkadaşıma ilk sorum imamın sesiyle ilgiliydi. Mevlid okurken sesini tizleştiriyor mu? Evet dedi, biraz şaşırarak, doğru ya sık sık boğazını temizledi, evet evet tizleştiriyor diye daha emin biçimde ilave etti. Yıllar yıllar önce bir imamın (erkek) kadınlar içinde mevlid okumasının asla ve kata caiz olmadığını hatırlayalım. Tiz sese biraz da bu oryantasyonu sağlayan (daha az erkeksi) unsur payesi vermek aşırı olmaz sanırım. Peki mevlid sırasında ağlıyor musunuz diye sordum. Tabi cenaze sahibi olarak ailecek biz ağlıyoruz, ama mevlidin sonunda Y. Hoca (imamın adı bu) ilahi okuyor herkes ağlıyor, dedi. Ağlarken nasıl bir halde oluyorsunuz? Herkes önüne bakıyor, dedi. Diğerlerinin ağladığını nasıl anlıyorsun? Hıçkırık sesleri duyuyorum, bir de ilahi bitince birbirimizin yüzlerinde gözyaşı kalıntılarını görüyoruz. Herkes gözyaşını göstermek istiyor. Bu ağlama hali ve yas ne kadar sürüyor? Mevlid biter bitmez herkes kurtuluyor bu halinden, yemek telaşı başlıyor, bunu şuna ver, şunu buna ver falan, hatta dedikodu ediyoruz. (Bu yas halinden hemen kurtulmakla gözyaşını kurumadan herkesin birbirine göstermesinin senkronu tanıdık olmakla ilgili. Mesela sinemada seyirciler trajik biten filmlerde gözyaşı ve duygularını sindirmek ve geçiştirmek için hemen yerlerinden kalkmazlar, karanlıkta jeneriği de izlerler bir süre. Bunun sebebi ise birbirleriyle tanıdık olmamalarıdır.)   Ne yaptınız yemek olarak. Tavuklu pilav ve baklava. Y. Hoca iki porsiyon istedi tavuklu pilavdan… Mevlidin finalinde hocanın ilahi söylemesi ve sizin hep beraber ağlamanız diğer mevlitlerde de aynı mı? Burada aynı, hatta kadınlar şu ilahiyi söyle diye Y. Hoca’dan istekte bulunur. Hangi ilahi? ‘Sordum sarı çiğdeme hak lailahe illallah…’ İlahi bitince kadınlar Y. Hoca’ya iltifatta da bulunuyorlarmış: Yine ağlattın bizi Hocam… Peki, mevlide katılanların kıyafetleri nasıl, yeni ve güzel şeyler mi giyiyorlar, diye sordum. Evet, dedi. Herkes bu tür toplanmalar için özel kıyafetlerini giyiyor. Herkes başörtülü tabi. Normal zamanda başörtüsü takmayanlar mevlidin sonunda başörtülerini çıkarıyorlar.

 

 

Günümüz mahallelerinde ev mevlidlerini sosyalleşme aracı olarak kullanan kadınlar tuhaf biçimde bir hayatı başka bir hayatın içinde transforme ederek çaktırmadan kendi modernleşmelerini sağlıyorlar. Veya modernizmi çatışmadan dinsel motifle yeniden işliyorlar diyebiliriz. 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde (II.Abdülhamit dönemi)  Ramazan aylarında teravih namazına giderken benzer bir süreç başlamıştı zaten: “Kadınlar, camilere pek mükellef, özene bezene, takıp takıştırarak gittikleri cihetle –yalnız çapkınlık etmek isteyenler için değil- İstanbul’un seyre ve dikkate çok değer bir hususiyetini görmek bakımından da gayet hoşa gidici idi.” (3)

 

 

 

                                             GAZEL

 

Gazel derken bizi müzikal anlamı ilgilendiriyor demiştim daha önce. Kuran’dan gazele geçiş mevlidden gazele geçişten daha kestirme bir yol izliyor. Çünkü icracılar aynı. Hafız, bir süre sonra gazelhan oluyor. Hafız, Kuran okumakta gündüz gösterdiği hünerini gece vakti bir ekabirin yalısında Boğaz’a karşı gazel okuyarak gösteriyor. Hangi kimlik daha baskın derseniz, gazelhan kimlikleriyle daha ünlü olduklarını söyleyebilirim. Hafız adını almaları ve ömürlerinin sonuna kadar bu unvanı taşımaları, uhrevi taraflarının seküler taraflarını emniyete alan referans gibi işler. 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında ünlü olan gazelhanların hepsi hafızdır. Hafız Burhan, Hafız Sami, Hafız Kemal Gürses (soyadını Atatürk vermiş), Hafız Kemal… Bir kısmı plak yapmaya yetişmiş. Olanları Youtube’ta dinledim. Ses özelliği hepsinde aynı, tenor. (1970 ve 80’lerde ortaya çıkan solcu müzisyenlerle karşılaştırma yapılabilir diye bir not düşeyim buraya. Ruhi Su, Rahmi Saltık, Zülfü Livaneli, Cem Karaca gibi sesleri bariton olan sol müzisyenlerle.)  Sonradan plak çıkarsalar, dönem gazetelerinde kendileriyle ilgili haber yapılsa da asıl ünlerini dilden dile yayılan abartılı söylentiye borçlular. Hepsi zamanının birer efsanesi. Hafızın kutsal metnin içeriğinden bağımsız kendi sesiyle öne çıkması gazelin eğlence işlevini ihbar ediyor zaten. Bu tür ünlü hafızların dinleyicilerinin  (gazelhan sıfatlarıyla) kendine göre vip özellikler taşıması onların efsane olmalarını kolaylaştırıyor. İnsanlar görmedikleri, dinlemedikleri ama imrenerek işittikleri böylesi haberleri kulaktan kulağa dolaştırmayı severler. Hem hafız, hem mevlithan ve hem de gazelhan olan Hafız Kemal hakkında söylenenler: “Hafız Kemal Süleymaniye Camii’nde mevlit okurken kuşlar susar, havuzun fıskiyelerindeki sular durur, çınarların yaprakları arasında gezinen rüzgâr hızını keser, bütün şehir onu dinlerdi.” (4)

 

 

Övgünün seküler metin üzerinden sesi öne çıkarması başka bir seküler geçişi dolayımlıyor. Kuran ve mevlidden gelen tenor sesin yas karakteri gazelde çalgılar eşliğinde kazaya belaya uğramadan sürüyor.

Yas tutarken eğlenmek nasıl bir şey? Bize has bir şey. Freud’un kulaklarını çınlatalım bu arada, onun Yas ve Melankoli makalesiyle çelişmeye niyetim yok elbette. Yas kaybın yeniden yaşanmasıdır en kısa tanım olarak. Hatırlayarak ve onun kayıp olduğunu bilerek. Hatırlama burada kayıp duygusunun hizmetinde acı üretir. Bu acı mevlid sırasında görünürlük kazandığı için yas diğerleri nezdinde gerçeklik ilkesiyle tevatüre karşı korunur. Çünkü yas bireyin kendi içinde başkasınca ulaşılamaz biçimde yaşadığı duygu iken diğerlerine göstererek de yaşanır. Yasın acıyla huzur arasında gidip gelmesidir bu. Bu parçalı hal mevlitte olgusal bir bütünlüğe kavuşur. Bunun bir tasarruf olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü gelenek bir sorunun çözümü değildir sadece (başlangıçta elbette öyledir), eksikliğini sorun olarak da üreten bir şeydir. İşte gazel bu yas durumunu bir ara nağmeye çevirir, daha da kısaltır.

 

 

Gazele iki beyitlik bir parçayı uzatmak, şiiri müziğe katık etmek, kısalığa ömür eklemek, nefes vermek diyebiliriz. Tabi ‘Aahh!.. Aman!.. Ooff!..’ nidalarıyla da desteklenen ve herkesi pür dikkat dinlemeye davet eden gazel dinleyicileri  vecde sokar. Yani beklenen şey sadece dinlemek değil o ruh haline de bürünmektir. Oturduğu alanı genişletmeden kendine ve sese dalarak bedenin ve kafanın iki yana sallanması vecde katılım ve icracıya övgü anlamına gelir. Bir beden disiplinidir bu. Gazeli tek kişinin söylemesi dinleyicileri özerk kılar; katharsis için gerekli ortam. Bedenin disiplini ve özerklik yas için gerekli iki şart… Ağız dolusu gülmede olduğu gibi özerkleşen bedenin gazelin ağıt havasıyla eşleşmesi kendini kontrolü ortadan kaldırır. Bütün dikkat gazelhandadır. Ama bu dikkatin bakışı içermediğini, kulakla sınırlı olduğunu belirtelim. Çünkü yas bir tür kendine acıma duruşuyla insanları önüne bakmaya zorlar. Bu duruş aynı zamanda kaybettiklerini hayal etmenin ve hüzünlenmenin formudur. Ama daha çok haz veren bir hüzün. Peki hüznün, kendine acımanın neresindedir haz? Kendine acıma… adı üzerinde beden kendini iki ayrı formda algılıyor: Kendine acıyan ve acınan. İki ayrı zamana da denk geliyor bu; şimdiki kendiden geçmişteki kendiye bakış… şefkat gösteren kendinden mağdur olana, bir tür naiflik elde ederek. Gazelin ağır havası bu duyguyu içinden oyar da oyar. Ama bu kendilik uzun süremez, çünkü dış etkiyle oluşturulmuş yapıntı bir duygudur. Gazelhanlar bir süre sonra bedenin ağıt halinden sıkılma süresini göz önüne alarak gazeli ara nağme haline getirirler. Gazel biter oynak hava başlar; bedenin çile hazzından boşalma hazına geçişi… hazlar arası kesintisiz süreç. Saz gazelin gerisinde  gelecek oynak havaya uyumlu ve gazelden daha hızlı bir ritmde dem tutar…

 

 



 

(1)   Ali Fuat Bilkan, Mevlid Değerden Ritüele, İletişim Yay. 2019, İst.

 

(2)   MEB Yayını, Cilt2, s. 962, Ankara 1995

 

(3)   Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat, s.136, İnkılâp Yay. İst. 2018

 

(4)   Hürriyet gazetesi 08.10.2006

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder