/xixoyw_selvi-boylum-al-yazmalim-hd-final-sahnesi_shortfilms
Kitabını filmi çekildikten önce okudum. O zamanlar Ankara -Dikmen’de bir öğrenci evinde kalıyordum. Pencere kenarında, yayları gıcırdayan yatağımda bir solukta okumuştum Cengiz Aytmatov'un kitabını; sık sık ev değiştirmeme rağmen, okuduğum güzel kitaplar sayesinde nerede yatarsam yatayım yatağımı hiç yadırgamadığım yıllardı.
Kitabı bitirdikten sonra kendimi sokağa atmışımdır, yapmadığım şey değildi, ta Dikmen’in tepesinden Kızılay’a yürümüşümdür... Aysel’in (filmde Asya) seçimi sarsmıştı beni, boğazımda acı bir yumru… üstüme iyilik sağlık bu yumru yine musallat oldu bugünlerde, ve herhalde bunun yarattığı çağrışım; filmi yeniden izledim geçen hafta. Ağlamaktan beter oldum, gözlerim yaşardı, yumru boğazımda daha da büyüdü, ‘Asya!’ diye bağırmak geldi içimden, ‘Asyaaaa!..’
Atıf Yılmaz’ın yaptığı film
Yeşilçam klişelerine aykırıydı. Nitekim bu geleneksel klişe üç versiyon
üzerine kuruludur:
1. Sevgililer
birleşir.
2. Sevgililerden
biri ölür (eğer kadınsa iffeti kirlenmiştir, eğer erkekse dibe vurmuş, boğazına
kadar suça batmıştır).
3. Sevgililerin
ikisi de ölür.
Atıf Yılmaz’ın bu filmi bir
kırılma noktası aslında. Kadın âşık olduğu adamı değil, sevdiği adamı
seçer. Ve giderayak bir de tanım yapar üstelik: ‘Sevgi neydi?.. Sevgi iyilikti,
dostluktu, sevgi emekti…’ Peki öyle olsun.
Türkçede aşk ve sevgi
eşanlamlılıktan kurtulup ilk ne zaman ayrıştılar bilmiyorum. Üşenmedim Google’un
çeviri sayfasından baktım, Avrupa dillerinde böyle bir ayrım yoktu. Böyle bir
ayrım, düşüncemizi zenginleştiren bir ayrıcalık mı tanıyordu bize, yoksa sevgi
karşısında aşkın patolojisini öne çıkararak birbirine âşık olmayan çiftlerden
oluşan toplumun "sevgi"siz sağduyusunu mu meşrulaştırıyordu?..
Tamam dedim, işi esnaflığa dökmeye
gerek yok bu ayrıma varım; aşkta arkan sağlamda değildir ama buraya
yazıyorum, aşağısı kesmez, ben aşkın tarafındayım!
Ekşi Sözlük’te 08.01.2004
tarihinde açılan ‘Sevgi İle Aşk Arasındaki Fark’ başlığı altına bugün
itibariyle 436 madde yazılmış. Tek tek okudum, konu kutuplaşmaya müsait bir münazara haline gelmiş. İlginç sözler yazılmış. Ama bu ayrıma toplumun hangi
eğilimlerinin cevaz verdiğine dair bir değini yok. İş başa düştü.
Filme dönelim… İlyas (Kadir
İnanır), Asya (Türkan Şoray), Cemşit (Ahmet Mekin) ve Samet çocuk…
Türk sinemasının izlenesi en
güzel final sahnelerinden biridir bu; dramı, oyunculuğu, mekân seçimi, diyalog
ve içsesleriyle kült bir sahnedir, insanda buruk bir tat bırakır, dedim ya insanın
boğazı düğümlenir… Bitmez. İlyas sevdiği
Asya’sı için söyler zaten: “Bitmeyen türküm benim.”
Sahne:
Açımızı kameraya göre
belirleyelim önce. Ortada Kamyon; daha doğrusu henüz ortada değil, solda
diyelim. İlyas ağlayan Samet’i kamyondan aşağı indiriyor ve ona tam babası
olduğunu söyleyecekken, kestirmeden telaşla
tepeden aşağı inen Asya “Samet!” diye bağırıyor ve kamyonun on metre kadar önünde
tökezleyip yere düşüyor. Samet İlyas’ın elinden annesine doğru fırlıyor. Ana oğul
sarılıyorlar. Bu sırada İlyas ve Asya ikisi de dizüstü çökmüşlerdir ve
birbirlerine bakarak yavaşça
doğrulurlar. Soldan koşarak Cemşit gelir. Şimdi kamyon ve İlyas ortada, Asya ve oğlu Samet sağda, solda Cemşit vardır.
Bir düello sahnesine benzer. Bu
dört kişinin üçü ne istediklerini bilirler, çocuk ailesini (baba bildiği
Cemşit’i ve annesini ister), Cemşit Asya’yı, İlyas Asya’yı ister. Ya Asya?
Sanki Asya’nın kararı oğlu Samet’in yönelişine göre belirlenir, çocuk
“Babacığım!” diye koşunca başı önünde en kötüsünü sineye çekmeye hazırlanan
Cemşit’in yüzünde güller açar. Asya büyüden bir anda uyanır, İlyas
çaresizleşir…
Ve Asya’nın sevgi tanımı sanki
âşığının aleyhine söylüyormuş gibi yankılı içsesiyle tane tane ağzından
dökülür: ‘Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti…’ Ahh, bunu
yapmayacaktın Asya.
Ama bu bir aşk filmi. Yani İlyas’ın
hikâyesi. Harcıalem lafları bırakalım, aşk hiç de öyle ‘kavuşamamak’tan
beslenmez. Bitebilecekken bir tarafın çekip gitmesinden beslenir. Toplumun “sevgi”sine
halel gelmesin diye bağrına taş basan iki insan… daha ne olsun, aşk taş gibi
sonsuzlaşır…
Acaba seyircinin ikilemi Asya'nın ikilemiyle aynı mı?.. Seyirci kimin tarafında? Cemşit’in mi, İlyas’ın mı?.. Bunu özellikle tanıdığım kadınlara
sordum, “Hangisi?”
Bir tanesi hariç hepsi İlyas
dediler iyi mi.
Ama cevaplara karşı ön
hazırlığım var, nihayetinde bir filmden söz ediyoruz burada, gerçek hayattan
değil.
Bu yüzden seyircinin ikilemine
cevap aramadan önce gerçek hayatla film arasındaki ikilem hakkında birkaç şey
söylemeliyim. Gerçek hayatta kadınlar
Asya gibi davranırlar ve Cemşit’i seçerler, taaşşuka değil, taayyüşe bakarlar.
Ama aşk tam da kadının bu seçimi yüzünden baki kalır, bedeni başkasında yüreği
sevdiğinde. Acılıdır. Bu acı önce kronikleşir,
ya da gidip gelen bir periyoda bağlanır; zamanla durulur, acının kontrolü ele
alınır, bir bakmışsın bir şarkıda, bir sahnede, veciz bir ifadede, şehrin bir
sokağında pat diye dirilmiş. Seyirci bunun için ordadır zaten, bu kez sürpriz
bir etkiyle içinde bir yerlerde kökleşmiş bu acıyı herhangi bir karakterle
özdeşleşip rahatlatmak yerine, Asya’nın seçimi karşısında ortada kalan aşk
acısıyla özdeşleşir. Herkes birilerinden, bir şeylerden, bir yerlerden
ayrılmıştır vaktiyle; o eksiklik, o
geçmiş, yeniden canlanıp bizi üzer, bünyemize yeniden kavuşur, bizi tamamlar. Sevgili için söylenebilecek ‘kavuşma’ artık
eskilerde kalan acı için daha uygundur; içimizde evcilleşmiş acı, İlyas’ın
serüvenini izlerken daha munis, daha keşkeci bir acıya dönüşemez ama: Katharsis
durur veya hiç bitmez…
‘Seni seviyorum!’, ‘I love you!’,
‘je t’aime!’, ‘te amo!’ ‘ich liebe dich!’ ‘jeg elsker deg!’
Ama bana Galiçya dilinde söylenişi
daha güzel geliyor: ‘te quero!’ seni seviyorum değil, daha çok seni istiyorum tadında ve tınısında yarım ölçek şiddet barındırdığı için…
Ben burada, Cemocuyum. Tekrar düşünme fırsatı bulduğum yaşlarda, filmin mutlu sonla bittiğine karar verdim. Dandik bir yorum oldu farkındayım.
YanıtlaSilMutlu son? Olabilir. Nihayetinde mutluluk 3-1 galip geliyor filmde. İlyas tek başına kalıyor. Şöyle de diyebiliriz, aşk diğer insanların sevgisi karşısında demokratize edilerek yeniliyor. Aşk bu yüzden ayrılık, yaşanmamışlık, geride eksik bırakılan bir duygunun habire nüksetmesi anlamına geliyor bu coğrafyada. Aşkın ömrü 3-4 yıldır denir. Batı'da doğrudur. Seversin ve birlikte olursun. Ama buralarda sevdin mi, hesap vereceğin bir yığın insanla karşı karşıya gelirsin. Şarkılarda bu kadar aşk motifi hangi coğrafyada vardır? Ve bir aşk şarkısı dinlendiğinde herkes yanındakinden bir süreliğine uzaklaşır…
YanıtlaSil